Cezayir

                                                           

 Yüz ölçüm olarak dünyanın 11.ci Afrika’nın en büyük ülkesi olan Cezayir’in baş şehri Akdeniz sahilinde Cezayir’e geldik. Ülke 2,4 milyon km² ancak %90nı çöl, nüfus denize yakın sahil bölgelerinde yoğunlaşmış. Kuzey Afrika ülkesi Cezayir, uzun yıllar Fransa’nın sömürgesi olduğu için burada Fransa’yı belirgin şekilde hissediyorsunuz. Diğer Arap ülkelerinde hemen her yerde çalan Arap müziği, karakteristik Arap giysili insanlar ve davranışlar burada yok, 1830-1962   sömürge döneminde yapılmış modern binalar meydanlar, şehri süsleyen anıtlar falan kendinizi Fransız sahil şehirlerinde zannedersiniz.  

1534-1830 tarihleri arasında Osmanlı yönetiminde olan Cezayir de birçok Osmanlı izlerine rastlamak mümkün. 265 metre yükseklikte dört köşeli minaresi ile her taraftan görülebilen 120 bin kişilik Afrika’nın en büyük camii, Büyük camii. Ulen 120 bin kişi buraya aynı vakit de nasıl girer çıkar, hangi yol hangi otopark. Bu insanların ulaşımı… ama en büyük cami. Biz de ayni kompleksimiz ile benzerini yaptık. 

Devamlı olarak bir polis arabası eskortluk ediyor, hafiften havalı gibi gibiyiz hani, önden araba yol açıyor biz arkadan. Gezerken dolaşırken polisler hep yanımızda, arada bilgi de veriyorlar şakalaşıyoruz ikramlar falan..  güvenlik ile ilgili sorun var galiba. Sorunca, misafirlere eşlik etmek bizin geleneğimiz bunu herkese yaparız diye yanıtladılar, inşallah öyledir.

Başladık şehir turuna, ilk Kasbah. Burası ilk olarak şehirleşmenin başladığı yer, yani eski şehir. Bu topraklarda 6 bin yıldan beri farklı kültür ve medeniyetlerde milletler yaşamış. Eski ve bakımsız dar sokaklar, küçük kapıların arkasında bir sürü küçük esnaf.. 1570 yılında dönemin zengin ailesi tarafından inşa edilmiş Dar Khdabudj Amis Sarayı. 1980 yılından itibaren geleneksel kültür ve sanat eserlerinin sergilendiği müzeye çevrilmiş. Duvarlar buranın kültürünü yansıtan çiniler gerçekten çok güzel, bakımlı temiz bir yer. Kasbah bölgesi üzerinde binlerce yıllık kültür ve medeniyeti barındırdığı için Unesco Dünya mirası listesine alınmış. 

Burada saray çok. 1797 yıllarında inşa edilmiş Mustafa Dey Sarayı. Bu Mustafa’nın Osmanlı ile ilgisi falan yok. Cezayir de “Dey”ler dönemi var. Güçlü ve kuvvetli olan aileler bölgede kendi egemenliklerini kurmuşlar ve bunlar da “dey” yani dayı gibi isimle anılırlarmış. Burası da Mustafa Dey Sarayı. Bu Coğrafya da 1631-1830 arasında birçok dey kendi bölgelerinde hüküm sürmüş. Bu donem bizim tarihimizde “dayılar” dönemi olarak geçer. Mustafa Dey Sarayı Osmanlı toprakları dışındaki en büyük saray ve yakın tarihte Türkiye’nin katkıları ile restore restore edilmiş. 

Ketchaour Cami, 1612 – 1830 yıllarında Fransız döneminde Katedrale çevrilmiş,  1962 yılında tekrar cami olarak ibadete açılmış. 

Yüksekçe bir tepenin üzerinde her taraftan görünen Fransız döneminde, buradaki Fransızlar için yaptırılan Afrika’nın Notre Dam kilisesi, yani Azize Meryem adına yapılmış Katolik bir kilise. Zamana ve şartlara göre gayet güzel ve temiz ancak müşterisi var mı bilmiyorum, nüfusun % 1  i Hristiyan,

 Arap dünyasında çok içilen naneli çay, kim icat etmiş bilmem ama bir türlü sevmediğim şeylerin arasında, tekrar deniyorum bi gayret… gene sevimsiz..

***

Her cuma günü ülkenin her yerinde hükümete karşı protesto yürüyüşü yapılıyormuş, bunun üzerine programda değişiklik yapmak durumunda kaldık. Yani çok ayak altında dolaşmamak gerekir.

17. yy. da Mustafa Bin Omai isimli “dayı” Tunus dan Cezayir’e sürgüne gönderilir, burada kendi imkanları ile saray yaptırır ve buraya yerleşir. Ölünce yaşadığı saray vasiyeti üzerine müze haline getirilir ve Bardo müzesi adını alır.  Gerçekten milyonlarca yıl öncesinden antropolojik değerleri olan önemli malzemeler ve eserler sergilenmektedir. Güzel hazırlanmış bir müze.

Sömürgeci yani koloniyel ülkeler girdikleri yerlerde yol, eğitim, ulaşım yaşam gibi konulara önem verir öncelikli olarak bunlara yatırım yaparlar. Cezayir şehri, Fransız döneminde gayet güzel şehircilik planlaması ile düzenlenmiş bir yer. Temiz bakımlı belli plan dahilinde yapılmış binalar. Fransızlar 1822 yılında şehrin orta yerine 320 bin m² üzerine, içinde 2500 farklı ağaç ve bitki olan gayet düzenli ve bakımlı kocaman bir park yapmışlar.  Bugün bile insanlar buraya gelip geziyor dolaşıyor. Şehrin oksijen deposu gibi.  Hani bizde vatandaş gelsin yatsın yuvarlansın diye yapılmaya çalışılan “millet parkları” var ya onların çok güzel düzenli ve planlı yapılmış olanı.

Rais 23 Sarayı buradaki büyük dey saraylarından biri. Büyük bir avlu içinde iç içe üç saray, tavan ve duvar işlemleri harika ve manalı, mesela yemek salon tavanı gayet güzel meyve motifleri ile süslenmiş. Deniz kenarında stratejik bir noktada olan saray, Osmanlı döneminde üst düzey rütbeli subaylar tarafından kullanılmış. 

El Dgedid camii, şehitler meydanında büyük camilerden biri. Burada camileri insanlar ibadet etmek hem de dışarının sıcağından kaçıp dinlenmek uyumak içinde kullanıyorlar. Yakındaki başka bir camii ziyareti, bugün çok camii ziyareti oldu, sevap hanemiz için epey puan aldık. 

Tarihimizde Cezayir ile ilgili ortak çok konular var. Bunlardan biri de Barbaros Hayrettin Paşa.  Esas adı Hızır olan Midilli Adası doğumlu ve 1500 lü yılların başında kardeşi Oruç reis ile birlikte Akdeniz sularında Korsanlık yapmış ve epey ünlü olmuş. Giderek kuvvetlenen Hızır reis kardeşi ile birlikte o dönemlerde bugün adı Cezayir olan bölgeye yerleşir ve burada hakimiyet kurar. Artık buraların sahibi olmuş çevreden ve gemilerden vergi adı altında para toplarlar. Ünü yayılmış, Avrupa da,  kızıl sakallarından dolayı kırmızı sakal anlamı olan “barbe rousse” diye tanınmaya başlamıştır. 1550 lerde İspanyollar Akdeniz de kuvvetlenerek buralarda toprak kazanmak isterler. Bunu fark eden Hızır reis, İspanyollar ile baş edemeyeceğini anlar ve Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a haber yollar ve kendisinin himayesine girmek istediğini bildirir. Kanuni buraya Hızır reise destek için asker yollar ve buralar Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolüne geçer. Hızır reis daha kuvvetlenir ve topladığı vergileri Osmanlıya yollayarak desteğin devamını sağlar. Aynı dönemde başka Hızır reisler olduğundan Kanuni Sultan Süleyman tarafından ismi Barbaros Hayrettin Paşa olarak değiştirilir.  

1830 yılına kadar Osmanlı burada çok kuvvetliydi. Yaptığı savaşlar ve içeride dey’lerin başlayan huzursuzlukları ile giderek güç kaybetmeye ve zayıflamaya başlamıştı. 

1832 yılından itibaren Fransızlar burayı işgal etmeye başlar 40 yıldan uzun bir sürede ancak Cezayir’i kontrol altına alabilirler. 1945 yılında başlayan bağımsız olma mücadelesini Fransa kendi topraklarında isyan hareketi olarak görüp kanlı bir şekilde bastırmaya başlar. 1962 yılına kadar olan bağımsızlık mücadelede 1. 5 milyon Cezayirli ölmüş veya işkence ile öldürülmüştür. Yani bu süreçte ortalama 10 milyon olduğu kabul edilen nüfusun % 15 yok olmuştu. Şehrin en yüksek tepesine her yerden görünen bağımsızlık savaşında ölenlerin anısına, 1982 yılında kocaman bir Şehitler Anıtı yapmışlar. Gayet de güzel olmuş, üç ayak üzerinde yerden yükselen koca anıtın en tepesine baz istasyonu kulesi koymak olmamış.  Bütün işin üstüne tüy dikmişler!

Şehrin işlek caddesinde hafif bir yürüyüş ve keyif kahvesi iyi geldi.

**

Roma döneminde deniz kenarına yapılmış ilk antik kent Tipaza ya gidiyoruz. MÖ 6.yy Kartacalılar tarafından ticari şehir olarak kurulmuş, uzun yıllar önemini kaybetmemiş, 4 yüz yıl Roma döneminde de önemli bir ticaret şehri olmuş. Üç tepe üzerine kurulan şehir, Hristiyanlığı enken dönemde kabul etmiş ancak sonraları Vandallar tarafından kısmen işgal edilerek tahrip edilmiş.  6. Yy. Romalılar tarafından tekrar geri alınmış ancak 7. Yy. da Araplar tarafından işgal edilince tekrar Hristiyan şehri olduğu gerekçesi ile yıkılmış. Kaybolmuş Kartaca ve Roma medeniyetlerine ait çok güzel örnek yerlerden biri. Burası da 1982 yılında Unesco dünya Mirası listesine alınmış. Tipaza Arkeoloji müzesi, yeni kurulmakta olan bir müze, müzecilik açısından tam oturmamış gibi, belki biraz zamana ihtiyaç var.  Tipaza da burada görülmesi gereken yerlerden.

Çevrede sırtlarında Cezayir bayrağı sarılı genç, yaşlı, kadın, erkek, çoluk, çocuk yürüyüş halimde.  Hayırdır, neler oluyor derken açıklama geldi. Uzun bir süredir her cuma Cezayir’in bütün şehirlerinde aynı anda başlayan, yolsuzluk ve büyük rüşvetler nedeniyle hükümetin istifa etmesi için protesto yürüyüşü yapılıyor. Devlet bunlara tomalar, biber gazı, coplarla falan müdahale etmiyor, yerlerde süründürüp dövmüyor tutuklamıyor, anlayış ile karşılıyor. Bizden daha fazla demokratik haklara sahipler daha medeni bir durum demek ki!

Kleopatra’nın kızı Selena’nın anıt mezarı, burası da Tipaza bölgesi ile aynı madde altında Dünya Mirası   listesinde. Roma İmparatorluğu burada gerçekten o dönemi anlatan büyük izler bırakmış.

Buraya gelirken de vize için Konsolosluğa müracaatımız da “turistik vize vermiyoruz” yanıtı almıştık.  Nedenini pek öğrenemedik ancak ciddi uğraşlar sonucu vize alabilmiştik. Ortalarda da çok turist görünmüyor, anlaşılan pek istenmiyor galiba Aslında birçok Türk firması buralarda inşaat ve farklı ticaret yapıyorlar. Belki de turizm konusunu bir süre ertelemek istiyorlar. Anlaşılan öncelik sanayi yatırımları.

**

Cezayir şehrinden ayrılıyoruz akşam Setif şehrine ulaşmayı planlıyoruz uzun bir yol olacak. Üç saat sonra Beni Hammad kalesi. 1007 yılında geniş bir alan üzerine kurulmuş yerleşim bölgesi. Surlar ile çevrilmiş alan içinde bulunan 3 saray ve göletlerden geriye sadece caminin 25 metre yüksekliğinde minaresi ayakta kalabilmiş. Diğer yerler neredeyse yerle bir olmuş.  Hammadi Kalesi 11. Yy Cezayir’in kurucusu Bologhine’nin oğlu Hammad tarafından yaptırılmış. Kale duvarları içinde olan cami dönemin en büyük camii olması ve o dönemin izlerini taşıdığı için önemli bir arkeolojik site. Bu özelliğinden ötürü 1980 yılında Unesco Dünya Mirası listesine alınmış. Sonraları döneminde Afrika’nın en kanlı şeriat yanlısı Bedevi kabilesi Hilaliler tarafından bütün şehir yağmalanmış, yıkılmış.

Buradan Roma imparatorluk döneminin önemli merkezlerinden biri olan Djemila antik kenti. 1. Yy. da dağlık arazide kurulmuş düzenli bir Roma şehri.  Şehirde, o dönemi yansıtan çarşı, hamam, tiyatro, mabetler gibi sosyal yerlerin bir kısmı günümüze kadar muhteşem izlerini taşıyarak gelmiş. Bazı yerler Hristiyanlık döneminde katedral ve kiliseye çevrilmiş.  Dönemin sosyal yaşamını anlatan muhteşem mozaikler ile buralardaki en güzel antik kent. 1982 yılında UNESCO dünya Mirası listesine alınmış. Müthiş bir yer gerçekten, etkilenmemek mümkün değil. 

Burası Müslüman bir ülke bazı dini kurallar devlet yasası olarak kabul edilir. Alkollü içecekler yani içki içilmiyor satılmıyor. Bazı büyük otellerin dışında da bulamazsınız. Kadınların çoğunun başları kapalı ancak bu geleneksel şekilde olan tarz, yobazlık veya bağnazlık içermiyor. Yani kadın ve erkeği her yerde beraber görebilirsiniz. Burada da aynı anda başlayan ezan sesleri, güzel okununca insana huşu veriyor.

**

Sabah refakat eden polisler gelince yola koyulduk. 

Sömürge devletler, bir ülkeyi kontrol altına alınca burayı gelecekte de kendi toprakları olara kabul edip o şekilde yatırım yaparlar. Fransızlar da buraya gelince, 1900 yılında bütün bölgelerdeki tarihi değeri olan yerleri tespit edip kayıt altına almışlar ve buraları arkeolojik olarak toprak altından çıkartılması konusunda ciddi yatırım yapmışlar. Bunlardan biri de MÖ 400 yıllarında yapılmış 1.ci Numudie Kral mezarı.   58.5 metre çapında 18 metre yüksekliğinde yuvarlak kubbeli daire şeklinde Afrika’nın en eski mezarı. Dört kapısı olan mezarını üç tanesini tamamen kötü amaçla girmek isteyenleri şaşırtmak amacıyla yapılmış. Sadece bir tanesi mezarını içine giden yol, o da son yılarda yapılan restorasyon çalışmalarında bulunmuş. Şimdi biraz bakımsız ve kendi haline bırakılmış gibi. Fransızlar burası için 1900 yılında Unesco Dünya Mirası olarak tescil edilmesi gereken yerler arasına almışlar.

1 ve 3. yüzyıllar da Roma dönemine ait önemli yerlerden biri de Timgad antik kenti. Timbad,  Aures dağlarının eteklerinde 1 yy. Trojan tarafından askeri amaçla kurulmuş örnek şehir planlaması olan bir Roma kenti. 6 yy. da Bizans 7yy. da Arap egemenliğine geçer ve sonraları giderek önemini yitirir. Bu bölgeden çıkan mozaiklerden yapılmış eserlerin teşhir edildiği çok güzel bir müze yapmışlar. Çok küçük boyutlarda doğal renkli mozaiklerden yapılmış bütün duvarı kaplayacak büyüklükte muhteşem tablolar. Buranın diğer önemli özelliklerinden biri de o dönem de yaşayan Bedeviler ile Romalıların birlikte ve barış içinde yaşadıkları tek yer. Bu nedenle burası barış ve bereket şehri olarak anılır. 1982 yılında Unesco Dünya Mirası listesine alınmış. 

MS 70 yıllarında burada bulunan ordu komutanlarının yaşadığı Tazaoult antik bölgesi.   Ana bina gayet güzel yıkılmamış ayakta duruyor, diğer yerler büyük ölçüde yıkılmış pek bur şey kalmamış. 

Cezayir Roma döneminde önemli yerlerden biri, bu nedenle döneme ait çok arkeolojik yerler var.

**

Akdeniz sahilinden içeriye Auries sıra dağların arasından güneye iniyoruz. Dünyanın büyük çöllerinden biri olan Sahra çölünün başladığı yer Kandora. Buraya Kndara çöl kapısı denmesinin sebebi, 1600 yıl önce Romalılar tarafından buradaki vadinin üzerinde çöle gitmek isteyenler için yapılan köprü. Sahra Çölüne giriş buradan başlıyor devamında Bistra şehri. Kuzeyden gelindiğinde ilk karşınıza çıkan yerleşim yeri. 

Burada önemli yerlerden biri de 6. yüz yıldan beri yaşamın devam ettiği Okba sehri. Hz. Muhammed’in elçilerinden olan Siri Okba buraya gelerek Müslümanlığı yaymak için çaba sarf etmiş, ölünce de adına yaptırılan Siri Okba camiine gömülmüş. Görkemli güzel bir camii. Yakınlarda, artık terk edilmiş ve yıkıntı durumunda olan kerpiçten yapılmış eski yerleşim yeri. 

Berberilerin yaşadığı yerlerden biri olan Tahuda 1. yüz yıllarda Romalılar tarafından işgal edilmiş ve 4. yüz yıla kadar da askeri bölge olarak kullanılmış. Berberiler, bu bölgede çok eskilerden beri ve halen var olan etnik grup. Genelde çölde yaşayan ve çöl insanı olarak bilinen Berberiler evlerini toprağın altına yaparlar. Bu onları yazın dayanılmaz sıcağından kışın ve gecelerin de soğuğundan korur. Geçmişte çok tanrılı Pagan inancında olan Berberiler 6. yüz yılda Arapların saldırıları sonucunda Müslümanlığı kabul etmişler. 

Tahuda büyük Sahra’nın kuzeyinde ve çöl gerçeğinin başladığı yaşamın zorlaştığı yer..

Tighanimine Kanyonu, Fransızların döneminde küçük bir nüfusun yaşadığı gerçekten müthiş bir kanyon. 1962 de Cezayir bağımsızlığından sonra burada yaşayanlar şartların zorlukların dayanamayıp buraları terk etmişler. Burada epey vakit harcadık ama değdi doğrusu.

Batna’ya dönüyoruz karanlığa kaldık gene. 

Batna Roma ve sonrasında Bizans döneminin yaşandığı önemli tarihi yerlerdendir.

**

Kuzey Doğu ya Cezayir’in 3. Büyük şehri Constantine doğru gidiyoruz. Bütün yol boyunca bir polis arabası eskort durumunda, bölge sınırında gelen geri dönüyor o bölgenin polis arabası bizi eşlik etmeye başlıyor. Başta güvenlik nedeniyle diye düşündük ancak şimdiye kadar böyle bir şey dikkatimizi çekmedi, farklı zamanlarda ısrarlı neden eskort ihtiyacı diye sorduğumuzda hep, bizim ülkemize gelen her yabancıya biz eşlik ederiz bu bizim geleceğimizdir gibi ifadeler. Neyse keyifli oluyor, sıkışık trafikte siren çalarak yol açmalar falan.. havamız gayet de iyi.. fazla turist gelmiyor, turizm artsın da görelim bakalım…Yoksa bilmediğimiz durum mu var.. sonumuz hayır olsun..

Burada kadınların aşağılandığı, tipik Müslüman ülke baskısında olduğu şeklinde birçok yazı okumuştum. Öyle çok dikkatimizi çeken bir şey görmedik, belki kırsal kesimlerde. Benim gözlemim, kadınların başı geleneksel olarak çoğunlukla kapalı. Ancak bu çıkar amaçlı sonradan dindar olma şeklinde değil.

Costantine de Fransızlara karşı ilk bağımsızlık hareketini başlatan Abdul Kadir Emir adına yapılan camii. Çok güzel her tarafı dantel gibi işlenmiş 15 bin kişilik bir cami. Arap mimarisinde camilerin minareleri dört köşeli, kubbe stilleri bizim cami mimarisinden farklı bir tarzda.

Sidi Rached köprüsü vadinin iki yakasını birbirine bağlayan 1908 yılında inşa edilen tarihi köprü. Sonlaları başka köprüler yapılsa da burası stili ile önemini hala koruyor.

Şehrin içinde dolaşıyoruz, gayet güzel düzgün bir yer. Eski şehrin olduğu yer Kaspah’a gidiyoruz. Burası yerleşimin ilk başladığı yer, bütün diğer eski şehirlerde olduğu gibi biraz dağınık ve de karmaşık. Dar sokaklardan geçerek Ahmet Bey Sarayı’na geldik. 1825 yılında tamamlanan saray, donemin yönetim merkezi olarak kullanılmış, askeri merkez, şehrin başkanı, mahkeme hepsi buradaymış. Ahmet Bey, idari açıdan üst makamı olan Hüseyin Dey’e bağlı.  Yani “Dey”, “Bey” liğin üstünde. 1837 yılında Fransız işgalinden sonra burası Fransızlar tarafından askeri yönetim merkezi olarak kullanılmış. Birçok odası olan kocaman bir yer. Bugün müze olarak kullanılıyor. 

Roma döneminde şehre su getirmek için inşa edilmiş kemer şeklinde surlar. Büyük bir kısmı yıkılmış, ayakta olan bazı yerleri gördükten sonra kuzey doğuya Guelma şehrine doğru yola devam.

Guelma, denize 60 km. mesafede turistlerin çok gelmediği biraz doğu da kalmış kendi halinde 70 bin nüfusu olan bir tarım bölgesi. Burası yeraltı termal suların bol olduğu bir yer. Açık termal havuzları yanı sıra bazı otellerde termal havuzlar da var. Şehrin ortasında yer altından gelen içinde yüksek oranda kalsiyum hidrokarbonat bulunan sıcak suyun hava ile temasında karbondioksit ve karbon monoksitin uçarak kalsiyum karbonat çökelmesiyle traverten oluşturmuş. Bizdeki Pamukkale travertenlerin oluşumu gibi. Buraya farklı bir hava vermiş, etrafını çevirmişler ve adına da hammam demişler. Tabii ki bu duruma bir şeyler bağlamak gerekir, böyle durumlarda efsane eksik olmaz. Yakın akraba iki kişi birbirlerini çok sevmişler fakat beraberlikleri geleneklere uygun olmadığı için Allah onları cezalandırmış önce sıcak su ile haşlamış sonrada taşlaştırmış. Sen de yanlış yaparsan sen de taş olursun. Mesaj iyide, ortalık yerde kötüler iyilerden fazla, taş olan da yok haşlama olan da..

Buranın diğer bir önemi de, buraya çok yakın olan Heliopolis te doğan, 1965 ile 1978 yılları arasında Cezayir’e hizmet etmiş büyük katkılarda bulunmuş ve halk tarafından halen saygı ve sevgi ile anılan 2. Cumhurbaşkanı Uari  Bumedyen’in buralı olması.

Guelma, Cezayir gezisini organize eden acentenin merkezi, rehber de buralı. Böyle olunca beklenmedik bir durum oldu. Buraya gelince acente sahibi, çocukları ve eşleri hep birlikte bizi karşılamaya gelmişler sarılık öpüştük samimi bir hava bir anda. İlk dikkatimi çeken kadınların davranışları, önce tereddüt ettim kadınların yabancı bir erkeğe karşı davranışı nasıl olacak diye, son derece medeni hepsi hepimiz ile sarılıp öpüştü. Gerçekten samimi bir hava içinde hep birlikte olduk, her birimize hediyeler verdiler sonunda tekrar görüşme dileklerimizle ayrıldık. 

Cezayir de eğitim; ilkokul beş, orta okul 3 yıl mecburi ancak kırsal kesimde uygulamak çok kolay değil. Fransızca okullarda mecburi dolayısıyla Arapça’nın yanında ikinci resmi lisan. Berberi’ce lisanı olan Ameze de giderek yaygınlaşmaya başlamış. Ülkede 48 vilayetin hepsinde en az bir üniversite var. Asgari ücret 100 Euro mertebesinde, ortalama ücret ise mesela lise öğretmenin ücreti 200-300 Euro mertebesinde. Emeklilik ise çalıştığın kuruma ve seneye göre farklı uygulamalar olabiliyor. Cezayir ciddi bir petrol ülkesi.

Aylardır her cuma aynı anda bütün Cezayir şehirlerinde yolsuzluk ve rüşvet nedeniyle hükümete karşı protesto yürüyüşü yapılıyor.  Barışçıl yürüyüş adi altında her kesimden insanın katıldığı bu protesto yürüyüşüne tomalar, biber gazı coplarla falan müdahale yapılmıyor, tutuklamalar yok. Bu konuda Cezayir bizden daha demokrat ve insan haklarına saygılı gibi ..

Evlilik konusu, genelde ailelerin önerisi ve kabulü ile oluyor yani genelde görücü usulü. Aileler anlaşınca imam nikahı ve noter huzurunda resmi nikah. Genelde düğün masrafları erkeğin sırtında gibi. Dört kadınla evlenebilme imkanı olsa da giderek şartlar gereği tek eşlilik hakim. Çok eşlilik genelde kırsal kesimlerde. Kadınlarda evlenme yaşı ailelerin rızası ile küçük yaşlarda olabiliyor.

**

Guelma da 3. yüz yılda Romalılar tarafından yapılan anfi tiyatro, zaman içinde genişletilerek daha büyük hale getirilmiş, bugün tiyatro olarak bazı sanat etkinliklerinde kullanılıyor. Çevreden toplanan Roma dönemine ait heykeller ve diğer bazı eserler hemen yanında müzede sergileniyor. Roma İmparatorluk dönemi ve sonrasında Fransa işgal süreci, bu topraklara farklı bir değer katmış.

Akdeniz sahilinde Anaba şehrinde 1881 yılında Fransızlar tarafından Saint Augustine adına yapılmış güzel bir kilise. Halen bakımlı ve çalışır durumda, demek ki belli sayıda Hristiyan cemaat var. 

Geldik bu gezinin en önemli bölümüne. Uçakla Sahra çölünde toplam nüfusu 190 bin olan M’Zap vadisinde baş şehir konumunda olan 18 000 nüfuslu Ghardaia ya gidiyoruz. Burası çölün ortasında bir vaha yatağı. Neredeyse tamamı Berberilerin yaşadığı bölge. Afrika da çölde yaşayan iki büyük etnik grup vardır, Tuaregler ve Berberiler. Büyük Sahra çölü Berberilerin hakimiyetinde.  Burada Ghardaia ile birlikte toplam beş Berberi yerleşim bölgesi var. Burada Arapça ve Fransızca resmi lisan, yerli halk kendi aralarında genelde Berberi lisanı olan Mzap’ca konuşuyor. Yıllardır geleneklerini, kültürlerini yaşam bölgelerini aynı şekilde muhafaza ettikleri için 1982 Unesco Dünya Mirası listesine alınmış. Buranın neredeyse tamamı Müslüman bölgesi ama sağlam Müslümanlar. Cezayir İslam ülkesi ve yasalarda dini esaslar var ama burası biraz farklı… Müslümanlığın İbariyye mezhebinden olan yerel Berberi halk şeriat kurallarına daha yakın, acımasız ve bağnazlık ölçüsünde. Kadınların hepsi çarşaflı, bekar ise sadece yüzleri açık evli ise neredeyse gözleri bile kapalı, sadece tek gözle dünyaya bakıyorlar. Otobüs durakları ve otobüsler kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı. Erkekler genelde şalvar pantolon ve takke veya sarık gibi bir şey takıyorlar. Yolda herhangi bir kadın, yabancı bir erkek ile karşılaşırsa ya geri dönüp başka bir sokak içinde saklanıyor ya da kafasını duvara dönüp yere bakarak geçmesini bekliyor. Bazı sokaklarda kadınların gizlenmesi için yapılmış oyuklar var, erkek ile karşılaşırsa buraya giriyorlar. Yani kadının var sayılmadığı, şeriat kanunların hakim olduğu yer. Hani bu işin özlemini çeken meraklılar buraya gelip yerleşebilir… Kadınlar yazın serin tutsun diye beyaz, kışın kalın yünlü kumaştan yapılmış çarşaflara bürünüyor. Fotoğraf çekme konusunda çok uyarı aldık, hele kadınların aman aman..  konu beklenmedik yerlere kadar gelebilir. Kadınların sadece bir gözü açık, çeksen hangi kadın kimin karısı yaşı başı belli olmaz.

Sabah erkenden merkez Ghardaia’ya bağlı bölgeleri dolaşıyoruz.  İlk yer 1082 yılında kurulan El Atteuf. İki kişinin yan yana geçemeyeceği kadar dar sokaklar, neredeyse birbirinin aynı evler. Dolaşıyoruz yolumuz mezarlığı düştü, bildiğimiz Müslüman mezarlarından farlı. Kadın erken farklı şekilde gömülüyor. Bi kere, herkesin ayakları kıbleye doğru, neden?  Kıyamet günü yeniden dirilip yattığımız yerden kalktığımız da ilk olarak Kabe’yi görelim diye. Dürüstçe itiraf edin bildiniz mi? Erkek mezarlarından baş ucuna iki, kadınların bir, ayak uçlarına da birer mezar taşı konuyor.  Ölen hamile ise karnına bir taş daha. Kabul edilen kutsal kitap aynı ama herkes farklı okuyor, anlıyor veya anlamıyor. Bekli bir gün bütün Müslümanlar aynı anlayış ve şefkat davranışlarında birleşirler. Aslında dağınık ve bakımsız bir yer. Bizim mezarlıklarımız genelde çok daha düzenli ve bakımlı. Berberi camilerinin minareleri, yükseldikçe dört köşe olarak daralan, Arap camii minareleri ise köşeli formu aynı ölçülerde yükselen dört köşe şeklindedir. Uzaktan bakılınca hemen fark edilir. Buralar çöl iklimi, ibadet de zor, bunun için yerin altına cami iyi fikir. Zamanında gayet güzel ve kullanışlı bir yermiş, bugün camii olarak kullanılmıyor, gelip geçenin serin yerde soluklanmak için kullandığı yer olmuş.

Her bölgeye gitme imkanı olamadı, Bounura yerleşim bölgesi fazla geri ve yobaz bir yer. Rehber bizi oraya götürmeye cesaret edemedi. Kendilerinin dışında yabancı birilerine pek iyi gözle bakıyorlarmış. Doğrusu bizde fazla ısrarcı olamadık, başımıza iş açmayalım. 

Merkezi yönetimin olduğu Ghardaia diğer yerlere göre biraz farklı gibi, alışveriş ve genel ihtiyaçların karşılandığı şehir havasında. Nüfus olarak da diğerlerinden fazla. Vali ve belediye başkanı burada. Ortalıkta insanlar hareket halinde.  Diğer yerleşim bölgelerinde ortalarda pek kimse görünmüyor, öğle öncesinde, erkekler işte, çocuklar okulda, kadınların da sokakta işi ne evde oturuyor. Öğlen sonrasında ise sıcak nedeniyle çoğunluk evde uyuyor, siesta vaziyeti.

Ghardaia merkez de biraz soluklanalım bir şeyler atıştıralım dedik. Burada en lazım olduğu zamanda eskort polisler yok, kaderimizle baş başayız. Bağnazlık ölçüsünde cehaletin neler yapacağı belli olmaz. Nitekim, adamın biri cep telefonu ile çevreyi çeken bir arkadaşın telefonunu parçalayacaktı, benim resmimim çektin diye.

Melika bölgesi de diğer bütün bölgeler gibi etrafı duvarlar ile çevrili girişi çıkışı belli ola bir yer. 19. yüz yılında Arap mimari tarzında yapılmış El Atik camii, burada da bolca camii görmek mümkün. Fransızların döneminden kalan okul bugün dini eğitime ayrılmış. Sabah erkek, öğleden sonra kız çocuklarına dini eğitim veriyor, hemen bahçesinde kutsal mezarlar var. Yani burada ölen ulemalar, siriler önemli din adamlarını bu mezarlığı gömülüyor. Geçmişte Tunus’tan gelen bir grup Yahudi burada insanlara el sanatları konusunda yardımcı olmuş öğretmişler.  Fransızların buradan ayrılmasından sonra dini baskılar nedeni ile can güvenliği kalmadı gerekçesiyle buradan ayrılmışlar. Bu nedenle burası diğer yerlere göre daha sanatkar durumundalar.

Buralarda da 1400 lü yıllarda kabileler arası savaşlar çok yaşanmış. Düşmana karşı yerleşim bölgelerini savunma amacı ile sokaklar dar ve bazı yerlere alçak kemerler yapmışlar. Baskın sırasında buralardan at üstünde geçmeyen düşman askerleri attan inince çevrede konuşlanan askerler tarafından öldürülürmüş. Bu nedenle düşman askerleri dar sokaklara giremezmiş. Şartlara göre değişen taktik yöntemler.

Önümde sıkı sıkı örtünmüş, yere bakarak kaçarcasına bizden uzaklaşmaya çalışan bir kadının elinden tuttuğu dört beş yaşlarındaki güzel kız çocuğu, belki de hayatında yabancı olarak ilk defa gördüğü benden gözünü alamıyor. Annesinin ısrarlı çekiştirmesi ile sokak arasında gözden kayboldular. Doğduğun yer kaderindir, ne kadar doğru. Bu küçük kız, birkaç yıl içinde her tarafını kapatmaya başlayacak, muhtemelen küçük yaşlarda evlenecek ve bir adamın bilmem kaçıncı karısı olarak ezilecek, aşağılanacak belki dövülecek ve yok sayılarak geçecek bir hayatın başlangıcı. İnsan cinsinin yarısını yok saymak, İslami adalet bu değil Bütün İslam alemi aynı kutsal kitaba inanıyor ama kimse gerçekte ne yazdığını anlamıyor, yoğunlaşmış cehalet!

Çölde yağmurların yarattığı büyük seller olur. Burada da on yıl öncesine kadar büyük zararlar yaratan seller yaşanmış. Son derece akıllıca bir yöntem ile sel sularını kontrol altına almışlar ve sonrasında da suya hasret çöl yaşamında da bu suyu kullanışlar. Sel yataklarının önüne büyük mazgallar ve çok sayıda kuyular açılmış, bu kuyu ve mazgalları toprak altında birbirlerine bağlayarak gelen suları yer altında büyük sarnıçlarda toplamışlar. Daha sonra bu suları tarımda kullanarak ciddi işler yapmışlar. 500 yıldan fazla uygulan bu yöntem bölgenin hayat damarı olmuş. Kuvvetli yağmur sonrası seller başlayınca herkes çığlıklar atarak sevinç gösterileri yaparlarmış ancak ne yazık ki 2008 den beri bu ölçekte yağmur yağmamış. 

Hurma üretimi burada önemli bir ekonomik değer. En kaliteli hurmanın burada yetiştiğini iddia ederler. Laf aramızda bütün Arap ülkeleri de aynı şeyi söyler. Nasıl ekilir, dişisi erkeği, nasıl döllenir nasıl bakılır budanır hepsini öğrendik.

Beni Isguen 1255 yıllarında açılmış yerleşim bölgesi.  Diğerlerine göre daha büyük gibi, etrafı duvarlar ile çevrilmiş kapıdan geçip bekliyoruz, rehber gelip konu ve burası hakkında bilgi verecek. Biraz gecikince bizim rehber gidip adamı bi yerlerden buldu ama pek bizi sevmedi galiba belki de uykudan uyandırdık, pek hevesli değil gibi. Sonunda ikna oldu, dolaşıyoruz Beni Isguen bölgesini ruhu yaşlı rehber ile. Dar sokaklar, inişli çıkışlı bir yer. Kapılar hafif içerlek ve tepe kısın da yarıklar var. Nedir hocam bunlar diye sorduk, kapıyı çaldığında evin hanımı o yarıktan bakarak tek yönlü olarak gelenin kim olduğunu görür. Kapıyı kesin erkek açar, evde erkek yoksa kapıyı içerden tıklar, bu evde erkek yok git anlamı. Gene bizi görünce vebalı görmüş gibi kaçan tek gözü açık kadınlar. Ortalarda pek kimse yok, millet öğlen uykusunda kebap, biz tepe de güneş dolaşıyoruz. Ruhu yaşlı rehber ile vedalaşma zamanı, o da gidip kaldığı yerden uykuya devam.

Artan nüfus nedeniyle yeni yerleşim yerleri açılmış. Buranın en gözde yeri, Tahlalat bölgesine Fransız bir mimarın çizdiği 2004 yılında başlayan buranın karakteristik bütün özelliklerini taşıyan gayet modern çizgileri olan bölge. Ortalarda pek kimseye rastlamadık, burada da herkes öğlen sonrası uyku saatinde. Burada gece hayatı veya akşam gidip bir yerlerde vakit geçirecek çok bir yer yok, gündüz uyku sonrası akşam yemeği, haydi çok yorulduk tekrar iyi geceler. Herhalde böyle bir şey. 

Hükümet kırsal kesimde tarımı teşvik için uzun vadeli krediler veriyor. İnsanlar buraya gelip ev yapıyor tarım ile uğraşıyor. Yolda başlamış yarım kalmış inşaatlara bakılırsa gelip başarılı olan da var olmayanda. Bu konuda b başarılı olan bir yere girdik. Adam bizi görünce heyecanlandı, aslında çok sevindi doğrusu. Çok kimsenin olmadığı bir yerde birden karşısında insanlar, başladı anlatmaya, nasıl kuyu kazıp su çıkardığını, sulama yöntemlerini, neler ekip biçtiğini her şeyi anlattı.  Giderken de koca bir kasa dolusu sebze ile yolcu etti. Bol havuç salatalık, akşam yemeğinde harika salata ile keyif yaptık, kalan da şoföre, herhalde bir haftalık sebze ihtiyacı. 

Daha önce buralara gelmiş başka bir tarla sahibini ziyaret ediyoruz, alıştık bedava hayata. Burası daha oturmuş yerleşmiş bir durum, fıstık çerez eşliğinde naneli çay, içten misafirperverlik gerçekten. Son saatlerde rüzgar sertleşti, ortalık hafiften toz duman yağmur da başladı, bir an önce yola çıkma zamanı. Doğa ile uğraşan insanlar, doğanın kurallarını bilir ve ona karşı yanlış yapmazlar.  Doğaya saygılı olan insana da saygılı olur.

 “Doğaya hükmetmenin yolu, ona itaat etmektir”

M’Zab vadisinde ekonomi ağırlıklı tarım ve hayvancılık üzerine. Daracık sokakları ile inançları doğrultusunda zorlaşan hayatlar, acımasız çölün yarattığı zorluklar ile mücadele, kaderi ile yaşamaya alışmış Sahra Çölü’nün kralları Berberi halkı. Buradan sonra çölde hayat yok.

Cezayir, yüzyıllar öncesinden halen Roma medeniyetinin kokusunu saklayan, Fransız işgali ile farklı bir kültür ve alışkanlıklar edinen, Sahra çölünün efendileri Berberilerin hem doğa hem de zorlaştırdıkları kendi hayatları ile mücadelesi… Kendine özgü egzotik ülke…

Sevgilerimle

Hayrettin Kağnıcı

Nisan 2019

error: iletişim : [email protected]