(Turkish) Azor Adaları

Sorry, this entry is only available in Turkish. For the sake of viewer convenience, the content is shown below in the alternative language. You may click the link to switch the active language.

 AZOR TAKIMADALARI

 

Sabah Maderia adasından ayrılıp, 9 adadan oluşan, toplam nüfusu 250 bin ve adını geçmişte buralarda yaşayan bir kuştan alan özerk cumhuriyet Azor Takım Adalarından, Saint Miguel adasında, başşehir Punta Delgada şehrine gidiyoruz. Gelmişken Azor adaların bazılarını da görmek istiyoruz. Punta Delgada, ada da bulunan üç şehirden en büyüğü. Adaların tamamı volkanik hareketler  sonucu oluşmuş. Atlas Okyanusunun tam orta yerinde, Avrupa kıta sahanlığının bitip, Amerika’nın başladığı yer. Adalar arası sıkça uçak seferleri mevcut.

Adaya gelince otele yerleşmeden önce başladık adayı turlamaya, her taraf yeşil neredeyse asfalttan yeşil fışkırıyor. Doğu batı istikametinde uzun bir ada, bu gün adanın doğu tarafını geziyoruz. Volkanik ada olduğu için çevrede birçok küçük göletler var, bunların bazıları içilebilir nitelikte. Hafiften sis bastırınca ..sonsuz beyazlığın içinde yalnızlık… İki büyük göl birbirleri ile bir noktada birleşmişler sanki öpüşüyor gibi. Bir gün kralın kızı fakir çiftçiye aşık olur birbirlerini çok severler. Ancak kral bu evliliğe karşı çıkar.  Mavi gözlü, sarı saçlı prenses her gün bir tepenin başında, yakışıklı yeşil gözlü çiftçide karşı tepede birbirlerine bakarak kaderlerine ağlarlarmış. Prensesin gözyaşlarından mavi, çiftçinin gözyaşlarından yeşil göl oluşmuş. Bu göller birbirleri ile öpüşür gibi bir yerden bitişmişler. Mavi olan daha büyük göl, neden! Çünkü kadınların gözyaşları daha çoktur. Yani bizdeki zengin kız fakir kemancı hikayesi. Göller taban yapısı gereği, gerçekten biri mavi biri yeşil görünüyor. Çevresi ile çok güzel harika bir manzara… bolca fotoğraf. Dolaşıyoruz güzellikler içindeki adayı. Bu kadar yeşilin arasında, balıkçılığın yanı sıra hayvancılıkta çok gelişmiş.

Akşam güzel bir et lokantası.. günler güzel, yorucu ve uzun..

**

Bu gün de adanın batı bölgesini gideceğiz. Her taraf yemyeşil canlı bitki örtüsü. Ada üç volkan üzerinde oluşmuş. Miguel adası, ilk olarak 1911 yılında Portekizli Colncalo Volno tarafından keşfedilmiş. Adanın volkanik olması nedeniyle deniz kuşlarından başka hiç bir canlı olmadığını görmüş ancak buranın yerleşmeye ve tarıma elverişli olabileceğini düşünmüş. Sonraları Portekiz kralının talimatı ile buraya insan yerleştirilmiş böylece tarım ve hayvancılık başlatılmış. Bu gün en önemli gelir kaynağı,  balıkçılık,  hayvancılık ve turizm. Elektrik enerjisi, güneş, rüzgar ve jeotermik kaynaklardan elde edilmektedir. Çevrede birçok yerde, kaynayan suların yerden fışkırdığı alanlar var. Öğle yemeği menüsünde, kaynayan suların ısıttığı toprağa gömülü kazanlarda pişen et ve balık var. İnsanlar evlerinde de bu sıcak su kaynağından faydalanıyorlar. Temiz enerji…

Ada volkanik olunca dağların tepelerinde krater gölleri oluşmuş. Harika manzaralar.

Son olarak buranın ilk başkenti olan Villa Foronca şehrini ve tepedeki kiliseyi ziyaret ettikten sonra Akşam uçağı ile yarım saat mesafede Terceria adasında Angra de Hereismo şehrine gidiyoruz.

**

Üzerinde iki şehir olan Terceria adasında toplam da 55 bin kişi yaşıyor. Yani herkes birbirini tanıyor olmalı. Bir yanardağın en tepesindeyiz, yaklaşık bir kaç km. çapında büyük bir krater çukuru. Bir zamanlar buradan binlerce derece sıcaklıkta lavların fışkırdığını düşünebilmek bile kolay değil.

Burası çevre denizlerin kolay gözlenebildiği bir yer. 15 ve 19 yüzyıllar arası Atlantik’ten geçen bütün gemiler bu adaya uğrar lojistik ikmal yapar mallarını satarlarmış. Zamanla korsan yatağı olmuş. Sonuç olarak, dönemin hükümet kuvvetleri buraları kontrol altında tutabilmek için San Joao Baptista kalesini inşa etmiş ve buraların denetimini sağlamayı başarmışlar. Bu gün halen askeri kışla olarak kullanılıyor. Aynı şekilde muhafaza edilmiş olması nedeniyle de, kale ve çevresi Unesco Dünya Mirası listesinde.

1432 yılında inşasına başlanan San Sabestian kilisesi daha sonraları genişletilerek Katedral olarak görev yapmaya başlamış,  1980 yılında yaşanan büyük depremde içerideki heykel, ikon gibi kıymetli objeler tahrip olmuş, sonraları tekrardan yenilenerek bütün Azor aralarındaki kiliselerin başı,  yani katedral olarak çalışmaya devam ediyor.

Düzgün temiz bakımlı yolları, binaların cepheleri hepsi temiz ve rengarenk boyalı, meyvalı pasta gibi bir şehir, dolaşmaktan keyif alıyorsunuz, sakin, huzurlu bir yer..

Azor Adaları, özerk yönetim,  yani iç işlerinde bağımsız dış politikalarda Portekiz’e bağlı. Azor Takım Adaları’nın baş şehri, Terceria adasında Angracde Heroismo şehri. Parlamento binası var, başkan burada oturuyor. Şu anda başkanlık binasını önündeyiz. Merak ettik,  bizim saray ile oransal vaziyeti nedir diye, ziyaret etmek istedik. Kapıda biraz sorgu falan rehber eşliğinde başkanlık makamını geziyoruz. Temiz, güzel, bir sürü eski  kral, kraliçe resimleri, antika eşyalar falan. Bizim saray ile tartıya bile girmez, molekül boyutunda kalır. Bizim saray ona bin basar!

Armalarında, boğa resmi var, boğa ile işiniz nedir diye sorduk, 14. yüzyılda İspanyollar burası hariç diğer bütün adaları işgal etmişler ancak burayı almakta zorlanmaya başlamışlar. Büyük bir çıkartma yapmak için hazırlanırlarken, bir kadın, ahırdaki bütün boğaları İspanyollar üstüne salmış, boğalar birçok askerin yaralanmasına sebep olmuş ve çıkartma yapılamamış. Bu nedenle burada boğa önemli. Kadına aferin kurtarmış adayı.  Bu birinci hikaye. İkincisi, 15. Yüzyıllardan beri Haziran’ın ilk haftası kutlanan Holy Spirit, kutsal ruhlar bayramında halkın arasına boğalar salınır, insanlar boğalardan kaçarken, kovalarken bıçak darbeleri ile hayvanı öldürürler, sonrada etlerini, pasta kek ve diğer yiyecekler ile birlikte fakir halka dağıtırlarmış. Zaman içinde bu öldürme işini yasaklanmışlar ama boğa kovalamaca kısmı devam.

Program dahilinde aralıklar ile devam eden boğa kovalamaca bu günde varmış. Yippu şanslı gün.. mutlaka gitmemiz lazım, böyle fırsat kolay bulunmaz. Neyse daha erken, olay akşam olacak, vakit var.

Çok güzel bir et lokantasında, tıka basa et yedik, uyuklamaya vakit yok…

Son olarak 2000 yıl önce aktif olmuş Algar do Carvao volkanına gidiyoruz. Volkanın bacasından yaklaşık yüz metre kadar aşağıya iniyoruz, yani yanardağın içine. İlk defa böyle bir yerdeyim. Şu anda bulunduğum bacadan 2000 yıl önce binlerce derecede sıcak lavlar binlerce metre yukarıya fışkırtmış. Duvarlarda  lavların püskürtme esnasında bıraktığı derin izler çok belli oluyor. Cehennemin dibindeyiz.. Vay be, bir an böyle bir enerjinin büyüklüğünü düşünmeye çalışıyorum, ne muazzam bir güç. Ancak kontrol edemezsen çok büyük yıkımlara felaketlere yol açıyor. Neymiş, kontrol edemediğin güç, güç değildir..

Vakit geldi, boğalara gidiyoruz. Bu gün iki farklı yerde yapılıyormuş. Program önceden ilan ediliyor, nerede ve kaç hayvan salıncak falan. Hafif meydanlık üç tarafı sokak olan bir yer. Düşe kalka çıktık bir duvarın üstüne, etrafa da soruyoruz, burası güvenli mi diye,  pek bilen yok genelde turist, onlarda bizim gibi ilk defa gelenler. Hakkımızda hayırlısı deyip bekliyoruz. Bir kapının ardından koca bir boğa fırladı ortaya, hayvanın boynunda uzun bir ip, görevli dört beş kişi gerektiğinde kontrol etmek için tutuyor. Ortalık yerde insanlar hayvanın etrafında dolaşıyor, kuyruğunu çekiyor kızdırmaya çalışıyor, o da saldırmak için fırsat aradığı belli. Sonunda birini gözüne kestirip saldırıyor adam kaçıyor, denk gelirse oley, adam yaralandı! Hayvan epey kızdı hele şemsiye ile devamlı dürten adamı yakalasa oyacak, Allah yarattı demeyecek belli. İnsanlar hayvanın etrafında sürekli kızdırmaya çalışıyor o da fırsat buldukça saldırıyor,  biraz ileri giderse boyundaki ip ile kontrol ediyorlar, böyle bir şey. Akıllı adamın işi değil gibi. Yerli halktan çok rağbet eden yok, insanlar içip kafayı bulunca kendini cengaver sanıp çıkıyor ortaya. Her yıl ciddi sayıda yaralanma ve ölüm ile sonuçlanan olaylar oluyormuş.  Bizde gördük bol fotoğraf,  bu günde tamam..

**

Sabah erken uçak ile Avrupa kıtasının en batı ucu olan Faial adasında Horta şehrine gidiyoruz.

İlk olarak adanın ucundaki deniz fenerinin olduğu yerdeyiz. Burada 1957 yılında aktif olan Vulcono dos Capelinhos yanardağı çevreye epey hasar vermiş,  eski deniz feneri de yangın sonucu tamamen yanmış. Böyle durumlarda denize akan lavlar adanın yüz ölçümünü genişletebiliyor. Çok yakın bir tarihte patlayan yanardağın izleri çok belli. Bazı yerlerde siyah lav taşlarının üzerinde hafiften otlar yetişmeye başlamış. Böyle bir olayda ancak 50 yıl sonra bitki yetişmeye başlıyor. Deniz fenerinin en tepesinden 360 dereceden adayı seyrediyoruz,  çok güzel.

Azor Adaları,  Amerika fay hattının geçtiği ve yer kabuğu hareketlerinin fazla olduğu bir yer. Adaların oluşumu volkanik olduğu için burada deprem ve volkanik olaylar diğer yerlere göre daha fazla yaşanıyor.

Calderia do Faila, kalderasına gidiyoruz. Kaldera, içerisinde krater gölü olan volkan ağzındaki büyük çukur. Kaldera derken, otuz kırk futbol sahası boyutunda büyük bir çukur ve içinde kocaman bir krater golü. Kaldera veya kraterler, yüksek yerlerde olduğu için genelde rüzgarlı ve diğer yerlere göre daha soğuk. Üşüdük gidelim artık,  içimiz dışımız volkan oldu…

Gördüğümüz birçok yerde, gerek deprem gerekse bir volkanın ne olduğu nasıl oluştuğu, sonuçları gibi konularda her seviyede anlaşılan video ve resimler  var. Konu hakkında ön bilginiz olmasa bile çok rahat anlarsınız. Bizde ilk, orta, üniversite seviyesindeki çocukların çoğu bu konuları öğrenemez, bilmezler. Bu tip yazılı ve görsel dokümanlar buralardan çok rahat temin edilebilir, bunu okul müdürleri bile yapabilir  çok da faydalı olur diye düşünüyorum. Ama pardon… pardon, bizdeki eğitim sistemi geriye dönük olduğu için böyle pozitif eğitime gerek olmayabilir!

**

Sabah tekne ile yarım saat mesafede toplam nüfusu 15 bin olan Pico adasın da Mandalena şehrine gidiyoruz, Pico adası,  Azor takımadalarının ikinci büyük ve en genç adası. Genç dediysek, yaklaşık 300 bin yaşında.  İlk oluşan yani en yaşlı ada 1,5 milyon yaşında Santa Maria adası. Burası, Avrupa, Amerika ve Afrika tektonik planlarının kesiştiği yer. Yani sıklıkla depremin yaşandığı, diğer taraftan her an yanardağ patlama riskinin olduğu yer. Neredeyse her tepe bir volkanın krateri. Geçmişte yaşanan yanardağ patlamaları, sürekli olan depremler insanların çoğunun göç etmesine sebep olmuş.  Ortalarda insan yok. Böyle olunca temel hizmetlerde sorunlar olabiliyor. Her adadaki her seviyede eğitim birimleri olmaması, sadece üç ada da hastane olması gibi, sosyal yaşam da bazı eksikler olabiliyor. Geçmişte olan büyük volkan patlamasında tam dokuz ay devamlı lav akmış. Yani adanın büyük bölümü lavlar ile kaplanmış, büyük sıkıntılar yaşamışlar. Mallarını, mülklerini, canlarını kaybeden insanlar bu olayı, Allah’ın kendilerini cezalandırdığını düşünmeye başlamışlar, her gece kiliselerde ayinler düzenlemiş dualar etmeye başlamışlar. Çok bir değişiklik olmayınca da dua etmekten vazgeçmişler. Halkın büyük kısmı göç etmiş, kalanlarda şartlara göre, yaşamlarını organize etmişler.

Arazinin birçok yerlerinde lav taşlardan duvar örerek bölümler yapılmış. Bu bölümlerin içindeki lav taşının üzerindeki veya üzerine açılan bir yarığa üzüm fidesini ekerek üzüm bağları oluşmuş. Bu bölümlerin etrafındaki duvarlar, hem denizden gelen tuzlu havayı hem de rüzgarı kesiyor. Ayrıca gündüz ısınan taşlar gece ortam sıcaklığının aşırı düşmesini önleyerek kaliteli üzüm yetişmesini sağlıyor. Bu şekilde harika Pico şaraplarını üretemeye başlamışlar. Yani lav taşlarının üzerinde yetişen üzüm bağları. 16. yüzyıldan beri devam eden geleneksel şarap üretimi nedeniyle  burası da Unesco Dünya Mirası listesinde. Gerçekten ilginç bir durum. Zamanla oluşan toprak yerlerde ise sebze yetiştiriyorlar. Burada üretilen kaliteli şarap doğrudan ihraç ediliyor. Pico adasında, şarap temel ürün. Geleneksel bir köy evini ziyaret ediyoruz, içinde sade eşyalar, taş fırın, ahır olan evler…

Son yanardağ patlaması üç yıl önce olmuş. Böyle zamanda beklemekten, canını kurtarmaktan, korunmaktan başka yapılacak bir şey yok.  Her sefer az veya çok çevreye zarar veriyor. Düşünmek bile zor…

Mandalena, adanın kuzey batısında ve buranın merkezi. Buradan batı sahilini takip ederek güneye iniyoruz. Lajes do Pico, geçmişte balina avcılığının merkezi olmuş. Balina av müzesi bile var.  Gösterilen balina avcılığı filminde, her öldürme olayı gibi vahşice geliyor, ancak yaşamak için tek gelir kaynakları bu olmuş. 1980 yılında balina avı yasaklanınca,  biraz turizm biraz şarap işi öne çıkmaya başlamış. Bu gün dünyada balina avını yasaklamayan tek ülke, Japonya.

En güney ucundan kuzeye doğru “Captain lake” tepesine gidiyoruz. Bu mevsim de bile inanılmaz rüzgar, ayakta durmak çok zor. Çevre gezisi, şarap tadımları, köyler derken akşam oldu. Burası için bir gün tamamdır. Akşam feribot ile Faial adasına dönüyoruz. .

Azor Adalarından önemli olan dört tanesini gezdik. Deprem ve yanardağ burada yaşamın önemli kısmı, Atlantik okyanusun tam ortasında, böyle bir yerde rüzgar,  fırtına,  yağmur zor iklim şartları, deprem ve yanardağ tehdidi ile yaşamak kolay değil.  Etrafı deniz, balıkçılık önemli sektör ama okyanus balığı fazla lezzetli değil galiba… bizim balıklar on basar. Hayvancılık da çok gelişmiş,  neredeyse her gün şarap eşliğinde  harika etler yedik.

**

Dönüşe geçiyoruz artık, bu gün hava kapalı,  yağmur fırtına. Sabah erken uçakla Lizbon’a gidiyoruz… gidemiyoruz… bütün uçuşlar hava muhalefeti nedeniyle iptal. On saatlik gecikme ile gece yarısı Lizbon’dayız.

**

Son kontroller, toplanma, havaalanı ve eve dönüş.

 

Sevgilerimle

 

Hayrettin kağnıcı

Haziran 201

www.hayrettinkagnici.com

 

error: iletişim : [email protected]