“Salak” olmak veya olmamak…
“SALAK” OLMAK VEYA OLMAMAK…
Yakında referandum var, ancak konu neydi karıştı gene. Geldiğimiz nokta; yakında Avrupa’ya savaş açabiliriz, yani son durum, “Ey Avrupa”, “Ey dünya”, dünya aleme fırça. Var mı bana yan bakan! Gündem öyle hızlı değişiyor ki takip etmek zor. Bizim büyümemizi istemeyen başta Avrupa, Orta Doğu ve bir sürü ülke bizi kıskandıklarından referandumda “hayır” için çalışıyorlar! Biz de buna çok bozuluyoruz tabi ki! Kafamızı kızdırmasınlar her türlü teknolojik ve savunma imkanları ile canlarına okuruz valla, gelmeyelim oraya ha, tısss… Bütün temel ham madde ve teknoloji yurt dışından geliyor. Savunma sanayi ve kritik yerlerdeki yedek parça da onlardan geliyor. Bütün resmi daireler, asker, polis, kamu, özel, genel herkesin kullandığı bilgisayar programları, yazılımlar, anti virüs programları hepsi yabancı firmaların yazılımı. Yani her şeyinizi adamlar zaten biliyor. Geçmişte birçok yerde çok söylemiştim, Türkiye mutlaka kendi yazılımını geliştirmek zorundadır diye, bugün başlanırsa yol alırız, elbet bir gün tamamlanır. Bu yazıyı okuyan bazı arkadaşlar hatırlayacaklar. Neyse, ey dünya ahalisi kafamızı bozmayın, alırız ayamızın altına! Peki bu söylemler neden? Konu saptırıldı gene. Arkadaş, anayasa değişikliği için oylama olacak, değişecek maddeler hakkında hiç konuşan yok, açıklama yok. Hep çığırtkanlık, savunulacak bir şey olmadığı için efelik, kabadayılık, mazlumu oynamak. Üfürükten tayyare derler buna. İçeriye bakalım, iktidar partili başkanlar nasıl savunma yapıyorlar; “Kur’an’da oylamada evet demeyenlerin kafir olacağı, cehennemde yanacağı”, “Kur’an’da Tayyip ismi bir çok yerde geçer, ona karşı olmak cehennem azabı olur”, “Tayyip Erdoğan’ın söyledikleri sünnettir, yapılması caizdir”, “Allah-u Teala’nın bütün vasıfları üzerindedir”, “Tayyip Erdoğan Allah’ın peygamberden sonra yolladığı elçidir”… Bunlar gibi bin tane söylev daha. Söyleyenler kim, teşkilatın başkanlık makamları, söyletenler kim, teşkilat üst kademesi. Anlaşılan hayır oyları yüksek.
“Yalan ne kadar büyükse kandırması o kadar kolay olur.”
*
Neydi değiştirilmek istenen maddeler;
*Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir;. Değil, hakimiyet sadece başkanın olacak..
*Yasama, yargı, yürütme bağımsızdır.; Değil, hem de çok bağımlı, her konuda sadece başkan karar verecek.
*Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu, bağımsızdır; Değil, çoğunluk üyeleri başkan tarafından seçilecek. Tam bağımsız olması gereken çok önemli bir kurum. Önceleri cemaatin kontrolündeyken, düzmece kararlar ile Genel Kurmay Başkanı dahil herkesi hapse attılar. HSYK’daki cemaat üyeleri değişti, içerdekiler dışarı çıktı, onları hapse atanlar içeri girdi. Bu kadar önemli bir kurumdur.
*Meclis bağımsız ve seçimle belirlenecek; Değil, başkan partili olacağı için milletvekili adaylarını başkan tespit edecek, yani başkanın vekilleri olacak. Bakanlar Kurulu’nun Meclisten olma şartı yok, aday bile olmamış olanlar bakan olabilecek. Yani kim seçerse onun kontrolünde olacak.
*Meclis dört yılda bir seçim ile yenilenir; Değil, başkan, gerekli gördüğü zaman meclisi fes edebilecek, şartlar uygun olduğunda organize bir seçim yapılabilir.
*Bütçe meclis tarafından yapılır, kabul edilir; Değil, her şey başkana bağlı olacak.
*Bütün kamu ve kuruluşlar denetime tabidir; Değil, hiçbir denetim yok, kimse başkanı denetleyemez.
*Makamlar ve terfiler, liyakat ve usule uygun yapılır; Değil, başkana bağlı, o karar verecek.
*Üniversiteler, sendikalar, basın özgür ve bağımsızdır; Değil, hepsi başkanın kontrolü altında olacak. Yok öyle şey.
Size bir uzmanlık sorusu; Bir ülkede, her şey sadece bir kişiye bağlıysa ve karar verici o ise; böyle bir rejime ne denir?
Arkadaş, boşuna debelenme ya soyun teslim ol, ya onurun ile yaşa, haysiyetli vatandaş ol.
Oylama günü, sabah uyan, aynaya bak ve karşındakine sor; “Ben, salak mıyım?”
İşte soru bu, kendini nasıl hissediyorsan öyle cevapla… Sorunun cevabını iyi düşünerek, aklıselim olarak cevapla. Bu senin ve çocuklarının, ülkenin geleceği olacak. Ülkenin yakın gelecekte bölünmesini istemiyorsan, adaletli ve özgür bir ülke istiyorsan, üzerimizde oynanan büyük oyunu bozmak istiyorsan, sen çocuklarının ilim ve bilim ışığında eğitilmesini istiyorsan, onurunla yaşamak istiyorsan bizi çok gerilere götürecek bu değişikliği ONAYLAMA.
*
Hollanda ile neden papaz olduk, Türk bakanlarına, oradaki yerleşik Türklere propaganda yapmalarına izni verilmedi diye. Türkiye’de kayıtlı 3 milyon Suriyeli, birkaç yüz bin Iraklı mülteci var. Suriye veya Irak bakanları Türkiye’ye gelip miting yapsa, her tarafta pankartlar Suriye veya Irak bayrakları olsa, sağı solu yıkıp talan etseler, anlamadığın bir lisanda slogan atsalar doğru olur mu? Manzarayı gözünün önüne getir. Önce iğneyi kendine batır bakalım ne oluyor? Avrupa ile kavgamız, oylama gününe kadar süreceğe benzer. Oynanan mazlum rolü ile evet oyları artar mı, yoksa tersini mi göreceğiz? Düşünün, oturduğunuz apartmanda komşularınıza sürekli hakaret ediyor, kavga ediyorsunuz. Orada huzur, barış olur mu? İmkanları sizlerden daha iyi olan komşuların size karşı ortak yaptırımı olursa ne olur? Haddimizi bilelim, gerçekleri fark edemezsek sonrasında ödenecek bedel büyük olur.
*
AKP il başkanlarından biri, yalan yanlış bilgiler ile padişahlık dönemini özlemle savunmuş, sonra da Atatürk için son derece aşağılayıcı ifadeler kullanmıştı. 1923 yılındaki, yani padişahlıktan gelen Türkiye’nin mal varlığına, envanterine bir bakın, birkaç traktör, üç fabrika, okuma yazma oranı erkeklerde %4, kadınlarda %0,3, bir elin parmakları kadar doktor, hemşire, hastane, okul var. Ülkenin %80’inde elektrik yok, salgın hastalıklar her tarafta. Bütün tarihi eserler taş diye yabancılara verilmiş, memlekette her şeyi satmışlar, kadının hiçbir konuda hakkı yok. 15 Temmuz gecesi de (peh!) korkusundan bütün AKP binalarına Atatürk’ün boy boy posterlerini astılar. Sıkışınca posterinden bile umutlanıyorlar. 18 Mart Çanakkale Savaşı yıldönümü hiç bu kadar görkemli kutlanmamıştı. Neden acaba, şirin gözükmek için mi? Takkiye dedikleri bu mu yoksa? Yıllardan beri birçok kanunsuz iş yapılıyor, kimse ses çıkaramıyor. Kanun var ama işlemiyor, değişiklik onaylanırsa kanun manun da yok artık. Teşkilata yakın değilsen yandı gülüm keten helva. Bunun için dikkatli olmalıyız. Çevremizdeki “hayır”cılar ile konuşup, gerçekleri anlatalım. Şiddetle savunanların makul bir cevapları yok, çoğu teşkilattan sebepleniyorlar.
*
Eski enerji bakanı Taner Yıldız “Eğitim seviyesi arttıkça bizim oy alanımız daralıyor, biz daha az eğitimli kesimlerden oy alabiliyoruz.” buyurmuştu.
*
“Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben okumamış cahil halka daha çok güveniyorum, hele üniversite okumuş olanların zihinleri bulanık, onlar beni korkutuyor. Cahil insanın zihni daha berrak…” dediği için, Sabahattin Zaim Üniversitesi eski Rektör Yardımcısı Bülent Arı, terfi olarak YÖK Denetleme Kurulu Üyeliğine atandı. Yeryüzünde cehaleti savunan tek kişi bu dingil olmalı. Kur’an’da bile “Oku, öğren, bana bir kelime öğretenin kulu kölesi olurum.” yazarken. Konuşmaları internette var bakın.
*
Hollanda, Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Ahmet Akgündüz, “Gezi olayları, Avrupai hayat yaşayan, Türk ve Müslüman olmayan aile çocukları tarafından yapılmıştır, kadın evden dışarı çıkmamalı, okutulmamalı”, “kadını gerekirse kocası dövebilir, bu kadının iyiliği içindir” gibi ifadeleri olan başka bir dingil.
*
Hollanda’nın Rotterdam kentinde 2001 yılında kurulan, ilk rektörü Süleyman Ateş olan ilahiyat eğitimi veren Avrupa İslam Üniversitesi’nin 3 üst düzey yöneticisi, sahtecilik, dolandırıcılık ve kara para aklama suçlamasıyla gözaltına alınmıştı.
Bunların hepsi padişahlık sisteminin savunucuları. Neden, eğitim devre dışı, cahil, eğitimsiz, din baskısı ile kontrol edilebilecek toplum yaratmak. Aynen terör örgütleri gibi. Hatırlayın, PKK da okulları yakmış, öğretmenleri öldürmüştü. Farkı ne? Son seçim dönemimde ve referandum sürecinde terör olayları bir anda kesildi. Aklıma şeytan girdi, kırk yılda on binlerce şehit verdiğimiz terörü kim kontrol ediyor? Böyle zamanlarda bitebiliyor, ortalık sakin sonra tekrar devam… Tövbe Yarabbi, akıllardan uzak!
Avrupa’da iki tane İslam üniversitesi var, onlar da aynı şehirde üç yüz metre ara ile ve Türk yöneticileri var. Anlamak zor, ne işler dönüyor. Yukarıdaki üç örnek ne ifade ediyor, yoksa Feto benzeri başka bir yapılanmanın var olduğunu mu acaba? Geçmişe ve bugüne bakarsak durumun tarikatların iktidar çatışması olduğu açık.
Bu nedenle yapılacak oylama çok önemli. Ülkede bütün karar ve yetkiler bir kişi üzerinde olursa adaletli bir sistem mümkün olmaz. Önerilen sistem, dikta rejimidir, seçilmiş diktatörlüktür, Türkiye’yi çöküşe götürür, Türkiye’nin ihtiyacı cumhurbaşkanının güçlendirilmesi değil, parlamenter sistemin güçlendirilmesidir. Önerilen değişiklik Türkiye’yi demokrasi, insan hakları, özgürlükler, adalet, laiklik ve hukuk açısından çok gerilere götürür. Bu işin telafisi de zor olur, bu nedenle konuyu açıklıkla rakı masalarında değil, aile toplantılarında değil, ben çok bilirim havalarında değil, uygun lisan ile farklı ortamlarda, farklı kesimlere tüm gerçekliğiyle anlatmak gerekir. Tabii vatanına sahip çıkmak istiyorsan…
*
Avrupa’ya yağıp gürlüyoruz, Türkiye’nin 2015 turizm geliri 31,5 milyar, Rus uçağı düşürüldü, Suriye savaşı sonucu 2016 yılı turizm geliri 22 milyar oldu. Bunun yarısından fazlası Avrupa’dan geldi. “Ey, Almanya, ey Hollanda”, “Eyy Avrupa” demenin bedeli bu yıl 10 milyardan fazla turizm gelirinin düşmesi. Avrupa, bu yıl için Türkiye’ye yaptırdığı turizm rezervasyonlarını iptal etti, ayrıca Türkiye’ye gitmeyin kampanyası başlattı. Kim ödeyecek bunları; ekonomik sıkıntılar, artan işsizlik. “Eyy Hollanda”; nüfusu 17 milyon, yüzölçümü 41,543km² (Konya ili 38,257 km²), ihracatı 476 milyar, kişi başı milli gelir 50 bin dolar, sanayi, tarım, hayvancılık, denizcilik, endüstriyel alanda dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri. “Eyy Almanya”; nüfus 80 milyon, ihracat 1 trilyon 294 milyar dolar, kişi başı milli gelir 41 bin dolar. Dünyanın sanayi, teknoloji devi.
Vay anam vay, ısıracağın adamlara dikkat et. Her iki ülke de, Avrupa’da ticaretimizin en fazla olduğu ülkeler. En büyük zarar bize yazar. Oy uğruna yaptığımız işler. Bu ülkelere ekonomik yaptırım uygulayacağız, bizden çekinecekler! Vay be helal sana. Buna ancak kargalar inanır… Zaten sadece onlar inanıyor…
Dünyada yalnız kaldık, bunları unutturmak konuyu saptırmak için her tarafa savaş açıyoruz. Nasıl toplayacağız bütün bu yanlışları, çocuklarımız hangi medeniyet ışığında nasıl bir eğitim görecekler? Bu yapılacak referanduma bağlı. İstersen evinde yat, bir şeye bulaşma, sadece uzaktan ahkam kes! Böyle vatan sevgisi olmaz…
*
Peki, Türkiye nasıl geldi buralara? Olaylara sosyolojik açıdan bakalım. 1923’te, Cumhuriyet’ten sonra başlayan kalkınma projesinde çok atılımlar yapıldı, insanlar yaşam mücadelesinde kentlere göç etmeye başladılar. Anadolu’dan, 1980’lere kadar, döşeğini denk yapıp bütün varını yoğunu tahta bavula sığdırıp Haydarpaşa Garı’na gelen insanlar bir şekilde zaman içinde şehirlere yerleşti, kendi hayatını, düzenini kurdu. Bugün Türkiye’de birçok sermayenin temelinde, kalkınma hamlesinde yokluktan, zor günlerden gelen bu insanların imzası vardır. 1990’lardan sonra Anadolu’da köylerden kente göç hızlanmaya başladı. Bunların bir kısmı kent hayatına alıştı, düzen kurmayı başardı. Bir kısmı ise şehir hayatına alışamadı, zaman içerisinde kendi kültür ve değerlerini, merhamet ve insani değerlerini de yitirdi. Köyüne geri dönse köyü dar geliyor, beğenmiyor, şehir yaşamına adapte olamıyor, zaten beceri de yok, kolay yoldan para kazanma peşinde. Yalandan, talandan sebeplenen bu insanlar, proleter-lümpen veya feodal-lümpen diye kendi sınıflarını yarattılar. Çalışmadan, zorlanmadan, beceri kazanmadan yaşamanın peşinde oldular. Mafyalaşmak, kanunsuz işler, büyük risklerle küçük paralar kazanmak. Toplum tarafından tasvip görülmeyen hatta bazen aşağılanan bu grup, siyasiler tarafından birçok yerde kavga, baskın, tehdit, adam öldürme, rüşvet gibi işlerde kullanıldı. Artık yavaş yavaş da kimlikleşme süreci başlamıştı. Mevcut iktidar partisi yapılanma sürecinde ortalama eğitimi ve kültür noksanlığı olan bu gruptaki insanlardan çok faydalandı. Artık ait oldukları, onlara sahip çıkan siyasi bir parti ve ona karşı ayniyet duyguları oluşmaya başlamıştı. Genelde din eğitimli olan ve bunu çok iyi şekilde istedikleri gibi kullanan, manipüle eden yöneticiler, kendilerine biat eden bu insanları kullandı, onlardan çok istifade ettiler. Sadece ayniyet duygusu ve biat kültürü ile büyük çıkarlara ulaşıp büyümeye başladılar. Maya tutmuştu, çoğunlukla ederi, değeri olmayan insanlarda risk alarak tırmanış başlamıştı. Tırmandıkça kartopu gibi sıkı bağlar ile büyümeye başladılar. Bugün sistem, itirazsız bağlı olmak, kayıtsız şartsız, akıl ve mantık dışı da olsa biat edeceksin noktasına geldi. Yani reisleri “Ben köprüden atlayacağım peşimden gelin,” dese, çok yüz binler peşinden gider. Hatırlayın, Feto yapılanmasını, benzer sistem, aynı, itiraz etmeden, bağlılık ve biat kültürü. Fethullah Gülen’in 30 Mart 1997 tarihinde Zaman gazetesine verdiği beyanatında da, başkanlık sistemi veya yetkileri genişletilmiş cumhurbaşkanlığı sisteminden bahsedilmekteydi. Gazeteyi bulup okuyun. PKK, Abdullah Öcalan da başkanlık sistemini önermişti, İmralı’dan. Ülkeyi parçalamak isteyenler hep aynı yönetim sistemini istiyor. Bazı şeyler açık değil mi sizce?
Bu olgunun gelişmesinde diğer bir faktör de yaratıkları müzik kültürü. Arabesk müzik. Temelde acı, isyan, şiddet, ölüm, derin hüzün ve kahır edebiyatı içeren müzik ve bununla beslenen insanlar. Bir zamanlar çok müşterisi vardı. Öyle ki, insanlar dinlerken kendilerini yaralıyor, jilet ile vücutlarını kesiyor ve bundan da büyük zevk alıyorlardı. Türk müziğinin hiçbir türünde, Anadolu türkülerinin hiçbirinde, bu kadar acı ve ızdırap edebiyatı yoktur. Çoğunluğu aşk, sevgi, hasret, güzellik üzerinedir. Hüzünlü olanlar da gerçek hikayesi olan ağıt şeklindedir. İşte bu arabesk müzik ile beslenen, dünyayı kara gözlüklerle gören, cesaretlerini cehaletten alan bu insanlar bugün iş başında. Elleri kötülüklere bulaşanlar, yarattıkları bu düzeni sürdürmek için her şekilde mücadele veriyorlar. Yüzyıllardan beri din her zaman toplumu kontrol eden temel üst yapı değeri olmuştur. Bugün gelinen nokta, öncelikle dini değerleri, konuya göre şekillendirip istismar eden, yani istenilen şeyin kutsal kitabımız “Kur’an’da böyle yazıyor” şeklinde açıklayabilen ve manevi baskı ile yaptırımlarda bulunan yönetim kadrosu. Bu kadronun altında, gençlik kolları, ticari dernekler ve vakıflar üzerinden çıkar ilişkisi ile beslenen, ayniyat ve biat kültürünün baskısı altında birçoğu dönülmez yolda olan insanlar. Konunun nereye varabileceğini anlamak, öğrenmek, bilmek istemeden gelen talimata göre yönlenen bu insanlar, bugün başkanlık veya dikta rejiminin savunucusu durumundalar.
Kendi milletine ve halkına karşı büyük yanlışlıklar içindeler. Zorluklarla geldiğimiz demokrasi yolunda, medeniyet yolundan uzaklaşıp koca ülkeyi, güzel vatanı yok sayarak, sadece kendi çıkarları için yürünen bu yol, bugün ve gelecekte hepimize büyük zarar verecektir. Bunun için yapılan propaganda ve açıklamalarda yuvarlak laflarla geçiştirilse de getirilmek istenen tek kişilik dikta rejimine HAYIR demeliyiz.
Sevgilerimle
Hayrettin Kağnıcı
Nisan 2017