Güney Afrika

Afrika kıtası, canlı ve dinamik yapısı ile her zaman farklı bir heyecan vermiştir. Daha önce de bir çok kereler gitmiştim, gene de hazırlık safhası bile değişik duygular yaşattı bende. İnsan profilinin bu kadar farklı, kültür farklılığının bu kadar zirve yaptığı, yaşam ve beslenme alış-kanlığının bu kadar değişik olduğu başka bir yer yoktur. Bu nedenle farklı heyecan ve duygu-lar içindeyim.

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin önemli şehirlerinden Capetown’dan başlıyor Afrika serüveni. Uzun bir yolculuktan sonra, öğle vakti gibi gümrük işlemlerinden sonra, günü değerlendirmek adına şehir turu ve ardından Botanik Garden. Uzun yolculuğa rağmen herkes canlı, yorgun gözüken yok. Önce çok ciddiye almadık ama müthiş bir yer, Kırstenbosch Botanik Garden. 1913 yılında kurulan ve branşında tek olan bir yer. Bölgede olan neredeyse bütün bitkiler bu-rada koruma altında. Aferin adamlara o tarihte bile bu işler ile uğraşıyorlarmış, tabi ki, o dö-nemlerde burada bulunan istilacı güçlerden bahsediyorum.
***
Şehrin sırtını dayadığı bir sıra dağlar var, bir kısmının üzeri sanki bıçak ile kesilmiş, masa gibi dümdüz gözüküyor. Bunu için adına da Masa Dağı demişler, bakalım ne kadar düzmüş diye çıktık en tepelere. Uzaktan iyi de, tepesine çıkınca öyle çok da düz gibi değil tepecikler, eğim-ler var. Unesco Dünya Mirası listesinde adaymış, çok bekler bence. Şehri yüksekten tepeden seyrediyoruz, buna değdi doğrusu. Bundan sonraki yer benim için önemli, bir çok sürü soru var kafamda. Nelson Mandela ve 18 yıl hapis yattığı Robin adası.

Tekne ile bir saate yakın sürede geldik adaya. Denizden bir kaç metre yüksekliği olan düz bir ada. Giriş biletler önceden alınmış, her gün belli sayıda ziyaretçi gidebiliyor, ciddi organizas-yon. Ada 17. yüzyıldan beri öncelikli siyasi mahkumlar için kullanılmış. Neison Mandela da, o dönemlerde siyahların haklarını savunduğu ve ırk ayırımcılığına karşı mücadele ettiği için aldığı 27 yıllık cezasının 18 yılını buradaki 4 nolu hücrede geçirmiş. Hapishaneyi geziyoruz, neler yenirmiş, neler yapılırmış hepsini öğrendik. Bizde hapis yatmış olsaydık bu kadar bil-gimiz olurdu zaten. Burası Unesco Dünya Mirası, burayı önemli yapan da Mandela’nın bura-daki hapis hayatı. Ciddi ziyaretçi var. Aklıma geliyor, bizde geçmişimizden utanmayıp Yassı Ada için Unesco’ya müracaat etseydik olmaz mıydı acaba? Mandela, hapisten çıkmış seçim-lerde başkan olmuş. Bizde bir dönem başkan ile birlikte bir sürü siyasiyi önce hapsetmiş sonra da asmışız. Olmadı, Silivri veya Ulucanlar cezaevleri için müracaat edilebilir. Çok yakın geçmişte yukarıdan aşağıya bir sürü generaller ve siviller halen ne olduğu bilinmeyen sebep-lerden ötürü yıllarca hapis yattı. Adamlar konuyu yakalamış müracaat etmişler hapishaneyi gösteriyorlar, dünya para kazanıyorlar. Bizi gezdiren yaşlı zenci, gençlik yıllarında katıldığı olaylardan ötürü burada 5 yıl hapis yatmış. Kariyer yapmış gibi gururla anlatıyor. Önceleri mahkum olarak bulunduğu yerde şimdi görevli. Adamın da kaderi, ömrü hapishane de geçiyor.
Buranın Unesco Miras listesinde, Masa dağının aday olması güzel, güzelde, Türkiye de dün-yanın önemli arkeolojik kalıntılarından olan Bergama harabeleri 2015 yılında ancak listeye girebildi, Efes harabeleri henüz listede değil. Kriterler dikkate alındığında fazlası var. doğruyu söylemek gerekirse bizimde bir çok yanlışlarımız eksiklerimiz olmuş. Dünya Miras listesine girmek için yerel yönetimlerden başlayarak, devlete kadar süren çalışmalar oluyor. Gerekçeler olaylar belirtiliyor, kocaman kocaman dosyalar hazırlanıyor. İşte birinci sorun bu, biz öyle dosya mosya hazırlamak, araştırma yazıp çizme konularını pek gerekli bulmayız. İkincisi ise, Dünya Miras listesine girince, karşılıklı yapılan anlaşmalara göre, miras olarak kabul edilen alan ve çevresine hiçbir şey yapamazsınız ve de aynen korumanız gerekir. Yani imar değişikliği falan yapamazsınız…Nee, efendim anlamadım, ben belediye başkanıyım be, istediğim yerde imar değişikliği yapamayacağım, öyle mi? Mıçarım Dünya mirasının içine deyip müracaat etmeyen belediye başkanlarını biliyorum. En gırgır olan da, batı illerimizden birinde önemli bir yapının Dünya listesine girdikten sonra, çevrede imar değişikliği yapamayacağını öğrenen belediye başkanı. Başına bu işleri açan ekibin tamamını ertesi gün işten atmış. İşte öyle olunca da, böyle oluyor. Türkiye gibi binlerce yıllık tarihin üstünde olan bir ülkede ancak 15 ilan edilmiş Unesco Dünya mirasımız var. Haksızlık etmeyelim son zamanlarda anladık ne kadar önemli olduğunu da, özellikle az sayıda akademisyen ve gönüllü insanın çabaları ile çalışmalar başlatıldı ve sonuçlar ılınıyor.. Teşekkür ediyoruz bu konuda çaba ve emek verenlere.

Neyse gelelim konuya, Nelson Mandela, hukuk eğitiminden başlayarak, kitaplar yazmış, ha-reketlere katılmış, ırkçılığa karşı çıkmış, hapis yatmış. Hapisten çıkınca 1994 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, ilk defa siyahların da katıldığı seçimde ilk siyah başkan seçilmiş. Gerçekten liderlik özelliği olan ve zor işleri başarmış kahraman. Yakın geçmişte Türkiye’nin verdiği Atatürk Barış ödülünü de kabul etmemiş reddetmişti, bu da başka hikaye…
Dönüyoruz Robin Adasından geri.

Bu gün 02 Temmuz, çok önemli iki konu var. Bulunduğumuz coğrafyada, güneş batarken aynı anda ay dolunay olarak doğuyor. Biri batıyor diğeri doğuyor. Çok güzel gerçekten. İkincisi daha önemli. İlk geldiğimiz gün dikkatimizi çekmişti, Gökte, biri çok parlak iki yıldız birbirine çok yakın alt alta duruyorlar. Üstte ve daha parlak olan kadını temsil eden Venüs gezegeni, altta ve üsttekine göre daha az parlak olan erkeği temsil eden Mars gezegeni. İki gezegenin bu kadar yakın olması çok ender olarak rastlanan astrolojik bir olay. Bu gün şanslı günümüz, haydi kutlayalım.. Aslında kutlayacak bir şey yok. Normal hayatta da manzara bu, kadın her zaman daha parlak ve üstte, erkek daha az parlak ve altta kalmaz mı? zavallı bizler.. Hadi bakalım, şimdi de buna içelim!. İki kadehten sonra anladık ki, kadına hükmetmek gerekirmiş. Yolunu da bulduk,. ‘Kadına hükmetmenin yolu ona itaat etmektir’, deyip kapattık konuyu.
***
Bu gün, Afrika kıtasının en güney ucuna Ümit Burnu’na ( Cape Point) gidiyoruz. Yüksek bir kayalığın en ucu. Atlantik ile Hint Okyanuslarının birleştiği yer, yani sağa bakın Atlantik, sola bakın Hint Okyanusu. Çok rüzgarlı neredeyse uçacağız. Tepelere çıktık, kayalara baktık, re-simler çektik etrafı doyasıya seyrediyoruz. Aslında düşününce gerçekten ilginç, Sanki hacı olmuş gibi hissediyoruz, başımız göğe erdi. İstanbul, iki kıta arasında olan ve içinden su geçen tek şehirdir Dünyada. İki kıta arasında her gün gidip gelen milyondan fazla insan vardır., hem de çılgın trafiğe rağmen. Bunlara madalya vermeli bence. Böyle bakınca İstanbul daha mı az önemli! Satış meselesi, pazarlama ne kadar önemli… Aslında sonradan yapılan ölçümlerde, daha ileride başka bir kayalığın, buraya göre daha güneyde olduğu anlaşılmış ve orası tescil edilmiş. Ancak Ümit Burnu, daha bilinen olduğu için halen gündemde ve herkesin geldiği yer burası.

Penguenleri genelde Güney kutup bölgesinde yaşar diye biliriz. Zaman içerisinde Afrika’ya gelmişler buraya adapte olmuşlar, şimdi Afrika penguenleri diye burada yaşıyorlar. Nasıl bir şey olmuşlar diye görmeye Boulders Beach e gidiyoruz. Yayılmışlar en güzel plaja, kendilerini de koruma altına aldırmışlar karışan da yok, salına salına dolaşıyorlar. Antarktika penguenleri ile aynı gibi. Besleniyorlar da, oh ne güzel, on dönüm bostan, yan gel yat Osman..
Güney Afrika şarapları meşhurdur. Geçmişte Fransa dan kaçak olarak getirilen asma çubukları ile başlayan bağcılık bu gün çok önemli bir yere gelmiş. Bakalım doğrumu görelim! diye, bağların olduğu bir bölgeye şarap tadım için gidiyoruz. Harika bir şarap tadım masası hazır-lamışlar. Kara oğlan başladı anlatmaya, hikayesini şarabın.. Her tadım bardağının altında, şarabın içindeki aroma katkısı ile yapılmış farklı bir çikolata. Önce şarap, küçük bir ısırık çi-kolata.. nefis… ben çikolata sevdiğim için bana iyi geldi, uydumu bilmem. Güzel şarap eşli-ğinde bu gün de akşam oldu dostlar… Parlayan Venüs ve Mars gezenlerini seyrederek dönü-yoruz.

Güney, Kuzey yarım küreleri arasında altı ay mevsimsel fark vardır. Haziran ayındayız, burada mevsim olarak kış yeni başlıyor. Gündüzleri ortalama 20-25 derece iken geceleri soğuk, Kışın ortası Ağustos eylül ayları gündüz, 15-20 derece iken geceleri -2,-5 derece. Gündüz ile gece arasında büyük ısı farkı var. Yani gündüz gömlek, gece palto kazak. Yazın gündüz, 40 derecenin üstü, gece 20, 25 derece. Gece bile hamam gibi..
Burada resmi olarak kabul edilmiş 1 lisan var. Yani resmi evraklarda 11 farklı lisan da basılı-yor, hangisini biliyorsan onu oku. Ortak konuşma lisanı, Hollandacaya benzeyen, Afrikanca diye bir lisan. Genelde herkes biliyor. Ayrıca birçok insan da İngilizce konuşuyor.
Güney Afrika, siyah insanların çoğunlukta olduğu yer. Ancak ticaret ve yatırımlar büyük oranda beyazların kontrolünde. Giderek siyahlarında ticaret hayatı gelişmekte. Buralarda, şehir merkezlerinde güvenlik iyi olsa da, genelde güvenlik sorunu var. Öyle elinizi kolunuzu sallaya sallaya gezemezsiniz, hele geceleri hiç. Evler yüksek duvarlar ve elektrikli teller ile çevrili., ayrıca köpek ve korumalar da var.
***
Bu gün yolumuz uzun, batı sahillerini takip ederek Kuzeye doğru çıkıyoruz, yaklaşık 600 km.lik bir yol. Yollar bozulmaya başladı, tozlu ve bozuk yollar da hoplaya zıplaya gidiyoruz… Aracımız, MAN kamyon şasi üzerine monte edilmiş kabin içinde oturma düzeni olan bir araç. Bu yollarda otobüs veya benzeri araç olmazmış. Zaten yol boyunca hep benzer araçları gördük. Bu yollarda bu araçla daha fazla konfor beklemek zor.

Yolumuz üzerinde Nama kabilesi var, onları ziyaret ediyoruz. İlk gözüme çarpan, köyün giri-şinde büyük beton üzerine kabartma olarak yapılmış kırmızı kurdele işareti. Anlamı, ‘ aids hakkında bilgim var, farkındayım, korunuyorum’. Soruyorum hemen çevrede ki çocuklara, ne demek diye, içinde ‘aids’ geçen konuşmalar. Galiba herkes farkında işin. Bu bölgelerde HIV virüsü, yani aids hastalığı çok yaygın, hükümet ciddi tedbirler almış, eğitimler veriyor ilaç dağıtıyor ama kökünü kazımak kolay değil. Neredeyse her ailede hasta olan var. Nama’lar aslen Nabibya kökenli bir ırk. Renkleri koyu siyah değil, daha açık gibi. Koyu esmer diyelim. Geçmişte, kolonyal dönemlerde, bunlar zenci mi, değil mi tartışması olmuş, karar verememişler sonunda bunlarda zencidir deyip köle sınıfı muamelesi. Yani ezilen, insan olarak sayılmayan gruptan. Değişik kendilerine özgü çizgileri olan neşeli insanlar.

Richtersveld Culturel and Botanic Landscape, Unesco Dünya Mirası listesinde. Çok büyük bir alan, aslında çölün ortası. Burada yetişen çok fazla endemik bitki var. Özellikle buraya adapte olmuş yaban hayatı ve çalı türü olan bir bitki buranın özelliği. Nama’lar da bu bölgenin içinde olunca onlarda koruma altında. Yani hem kültür, hem habitat olunca Dünya Miras listesine girmiş.

Güzergahımız üzerinde öğlen yemek veya dinlenme şeklinde tesisler yok. Bu nedenle öğlen yemekleri uygun bir yerde piknik şeklinde olacak. Aslında araç bu işe uygun olarak yapılmış. Masalar, sandalyeler, tabak, çanak, bardak, ocak soğutucu hepsi var. Ekipte, Zimbabwe’li bir şoför, Güney Afrikalı rehber ve yemekler için otelcilik eğitimi alan biraz macera için gelmiş Hollandalı bir kız var. Bu gün menüde, ton balıklı salata, meyve, şarap ve kahve. Daha ne olsun, bundan iyisi Şam’da kayısı derler adama. Her şeyi hazırlıyorlar, düzen tamamlanınca yemeğe hücum. Karnımız doydu, tamamdır. Gelelim esas konuya, bu gün program, akşama doğru Nabibya ya geçmek. Güney Afrika ile Nabibya arsında sınır teşkil eden Orange River var. Orange nehri büyük ve yüksek debili bir nehir ve bizde bu nehir üzerindeki küçük bir sınır kapısından sal ile karşıya Nabibya ya geçeceğiz. Bu yolumuzu epey kısaltacak. Tereddüt ediyoruz, aracımız büyük sal taşır mı diye? Aynı filimler deki gibi, önce aracı yolladık, geçsin biz nasıl olsa geçeriz diye. On dakika sonra kötü haber geldi, araç büyük sal taşımaz, karşıya geçiş izni yok. Şimdi mıçtık Çok keyifli olacaktı aslında, ipleri çekerek karşıya geçmek, çok da istemiştim olmadı. Esas problem, geldiğimiz onca yolu geri gidip başka bir kapıdan Na-bibya’ya gideceğiz. En azından dört beş saatlik ilave yol. Hani derler ya ‘dayak! kaçınılmaz ise zevk almaya bak’ Ne zevk ne zevk Allah’ım, uzayan tozlu boktan yollardan dönüyoruz. Sonunda gecenin bir köründe geldik sınıra. Güney Afrika çıkışı sorun olmadı, pat pat bastılar damgayı geçtik Nabibya tarafına. Buralar fazla hareketli olmadığı için gümrük kapıları da hafiften allahlık. Giriş o kadar kolay olmadı, Güney Afrikalı gümrükçü abla tarih damgasını iki gün öncesini basmış, Adamlar da haklı olarak neredeydiniz iki gündür muamelesi..Neyse konunun yanlışlığı anlaşıldı geçtik sınırı. Gerçekten uzun ve yorucu bir gündü. İki saat sonra çölün ortasında bir otele geldik. Çevrede başka yerleşim yok, beklenenden on defa güzel bir tesis, hayret valla burada böyle bir yer, müthiş. Bizim için yemek de ayırtmışlar, keyifli yemek, sohbet. Yazık burada bir gece kalıp sabah yola devam..

Güney Afrika Cumhuriyeti, yer altı zenginlikleri açısından çok önemli bir yer. Her türlü ma-den, cevher ve kıymetli taşlar çıkıyor. 1800’lü yıllarda Ümit Burnu’nun keşfi ile önem ka-zanmış. Geçmişte ırk ayırımcılığı ve köleliğe karşı, büyük mücadeleler verilmiş. Ülkede 1994 yılında Nelson Mandela’nın başkanlığından sonra ırk ayırımcılığı sona ermiş. Nüfusun % 80 zenci olan ülkede, zenciler de ticaret yapabilir ve devlet dairelerinde çalışabilir duruma gel-mişler. Yürütme, yargı ve yasamanın üç farklı kente olduğu, yani üç başkenti olan ve halen zenci başkan ile yönetilen Güney Afrika Cumhuriyeti, Afrika Kıtasındaki en gelişmiş ülkeler-den biridir. Uzun yıllar sömürgeci ülkelerin işgali altına kalan Güney Afrika, bu gün bağımsız, ancak bu gün resmi olarak olmasa da ekonomik ve sosyal olarak halen yabancıların etkileri devam etmektedir.

Esas Afrika Nabibya ile başlıyor. Sonraki notlarımda….

Saygılarımla

Hayrettin KAĞNICI

Temmuz 201

www.hayrettinkagnici.com

Bir cevap yazın

error: iletişim : [email protected]