Botswana



Namibya dan Bostwana’ya girişimiz, biraz uzun ama düşündüğümüzden kolay oldu. Pasaport kuyruğunda ilk gözüme çarpan şey, duvardaki satılık araba ilanı ile bankonun üzerinde duran “suggestion box”, öneri kutusu oldu. Bir taraftan radyo açık müzik çalıyor, aklıma geldi, kutuya yazayım diye resmi yerlerde radyo olmaz diye, boş ver, hani müzik de güzel geldi. İnsanlar müziğin ritminde. Neden olmasın, belki de kalıplardan kurtulmak gerekir. Sık duyduğumuz bir şey buralarda, TIA, “this is Afrika”. Biraz sıkıntılı bir şey olsa, TIA, yani burası Afrika, takma kafanı gibisinden.

İlk noktamız, Unesco Dünya Mirası listesinde olan Tsodilo harabeleri.

Tsodilo harabeleri, yaklaşık 10 km. karelik bir alana yayılmış olan binlerce kaya üzerindeki resim ve şekiller, 100.000 yıl kadar önceleri buralarda yaşanmış hayatların hikayelerini anlatıyor. Aslında bu yazıtlar birkaç dağ veya kaya üzerine yazılmış ancak geçen zaman içerisinde deprem gibi yer hareketleri ile parçalanarak geniş bir alana yayılmışlar. Bazıları devekuşu kanı ve yumurtası ile yapılmış bu yazıtlar bu güne kadar silinmeden gelmiş ve bizde bu sayede o dönemlerde bu vatandaşlar ne yapar, ne yer, ne içer, neyi / nasıl avlar kısaca ne halt edermiş öğrendik. Bunların hepsini tek tek gezmek çok mümkün değil. O dönemin en büyük kabilesi olan San’lar bu gün halen soy olarak devam ediyorlar ve zaman zaman burada toplanarak ayinler, törenler yapıyorlar. Kaya yazıtları hakkında her bi haltı öğrendik,doktora yapacak noktaya geldik, elinde böyle bir yazıt olan varsa getirsin okurum!

Öğlen yemek zamanı, arabadan çıkarılan masa, sandalye, tabak, çanak, bardak…çöl cafe restoran da bu gün piknik usulü sandviç, salata, meyve, meşrubat.. Uzunca bir yoldan sonra Botswana’nın ikinci büyük şehri Maun’a geliyoruz. Gece buradayız.

***

Nehirler, genelde karadan doğar bazıları delta yaparak denize veya göle dökülürler. Az sayıda nehir karadan doğup, karada kaybolur. Dünyanın 4. Büyük nehri Okawango Nehri, Angola dağlarından doğar, Botswana da Kalahari çölünde 15 bin km. karelik dünyanın en büyük iç deltasını yaparak yeraltı sularına karışarak kaybolur. Okawango deltası dünyanın soyu tehlikede olan birçok hayvanına ev sahipliği yapar ve bölgenin hayat damarıdır. Bu nedenle Unesco dünya Miras listesindedir.

Sabah arazi tipi araçlar ile okawango Deltasına gidiyoruz, burada Makoro denilen, dar, uzun altı düz kano tipi teknelere bineceğiz. Önce kısa bilgi, teknede ayaklarınızı uzatarak oturunuz, fazla hareket etmeyiniz. Özellikle sazlıkların içinden geçerken içeri böcek, örümcek veya küçük bir hayvan atlarsa fazla hareket etmeden sakin bir şekilde tutun dışarı atın, Makorolar fazla oynak tekneler olduğu için devrilebilirsiniz. Tamam mı sorusuna, inceden bir ses ile ‘evet’…en fazla iki kişi bir Makoroya en fazla iki kişi binebilir veya sığabiliyor, bir de arkada ayakta kayıkçı. Kafamızı çevirirken bile dikkatliyiz sorun olmasın diye. Gidiyoruz,yavaş yavaş alışmaya başladık, ilk tedirginlikler azaldı derken sakin olun ikazı.. ilerde bir timsah suyun içinden bize bakıyor. Kamerayı doğrultum pozisyon arıyorum, hop daldı. Kısa bir süre sonra daha yakın mesafede tekrar gözüktü, bir iki poz aldık gibi, hop daldı gene. Kısa bir süre daha yakın, göz göze gibiyiz. Anladım ki o da pozisyon arıyor bizim için. Teknene su seviyesinden en fazla 15 cm yukarıda, neredeyse su ile aynı seviyedeyiz. Hafif bir dalgalanma ile daldı, ya daha yakın bir yerden çıkarsa, daha yakın pozisyon. Altımda hafif bir ıslaklık hissediyorum, ulan altıma mı işedim, çok daha sıkıntılı yerlerde zor şartlarda bile olmamıştı derken yanımda bir el, sünger ile teknenin suyunu boşaltıyor. Meğer teknede küçük bir delik varmış içeriye su alıyor, bizim kayıkçının arkadan gelip temizlemesi denge açısından sorun olur diye yanda ki tekneden birisi bu işi yapıyor. Bu işlemi daha sonra da birkaç kez yaptık. Artık alıştık, artık arkamı bile dönüp fotoğraf çekebiliyorum, küçük oynamalar yapabiliyorum. Boyları 80-90 cm uzunluğunda sazların arasından geçiyoruz. Ooo işin tadına vardık harika… Delta o kadar büyük ki içinde birkaç tane büyük adalar bile var. Bunlardan biri meşhur içinde milli park olan Morami adası. Yanaşıyoruz daya, bu teknelere binmek de inmek de kolay değil. 5-6 kişilik guruplar halinde Morami parkını dolaşacağız. Objektifler değişti makineler hazır, rehberden ilk uyarı; “burası hayvanat bahçesi değil, rezerv alanı değil, milli park değil. Şu anda doğal yaban hayatın içindeyiz, vahşi hayvanların dolaştıkları yerler. Her an karşınıza aslan, fil, zürafa gibi hayvanlar çıkabilir. Böyle bir durumda sakin olun, yere çömelin ve hayvanın gözlerine bakmayın. Tek sıra halinde yürüyoruz, kesinlikle birbirimizden kopmuyoruz, konuşmak, ses çıkarmak yok, şimdi beni takip edin..”. İlginç bir ikilem içindeyim, herhangi bir hayvan ile karşılaşmak istiyorum, harika pozlar yakalarım diye zaten biraz da onun için geldik, geldik te, abinin ikazın da dikkate almak gerekir. Yerde çok eski olamayan fil dışkıları var. Her mübarek yaptı mı bir seferde 3-5 kilodan aşağı değil. Etrafta bir sürü farklı hayvana ait dışkılar var. Bunların kime ait olduğunu öğreniyoruz, faydalı bilgiler, hangi hayvanın boku nasıldır. Aklıma geliyor, önüme bir hayvan çıksa, hadi bakalım sıkıyorsa nazik bedenin, söyleneni yap, sakin ol, çömel, gözüne bakma olmadı bir de gülümse…herhalde, böyle durumda yapılacak tek şey, eşhedüenlailaheillallah…imamın sesini duyar gibiyim, ‘faniyi hayatta iken nasıl tanırdınız’ sonrada ‘er kişi niyetine’ deyip bir de helallik istiyor, bilmem vermeyen olur muydu? Neyse dolaştık bakındık, şans eseri ufak tefek mahlukat harici bir şey görmedik. Rehbere soruyorum, buralarda büyük hayvan ile karşılaştın mı diye. Gerçekten birkaç defa karşılaşmış, hikayenin sonu hep şanslı olduğunu, sorun çıkmadığını şeklinde. Demek ki bizde şansımızı fazla zorlamayalım, dönüyoruz öğle yemeği için kamp yerine. İnanamazsınız, böyle bir yerde 5 yıldızlı yemek hizmeti. Gözlerime inanamadım. Her şey tamam, müthiş.

Gene aynı düzen ve şartlarda dönüyoruz geri. Bu sefer daha rahatız, alıştık artık sanki suyun yüzeyinde gider gibiyiz. Gene el kol hareketleri, yöneldik işaret edilen yere, herkes belli bir mesafede durdu. Sazların arasında koca bir timsah uzanmış güneşleniyor. Bekledik biraz, belki tam olarak ortaya çıkar şöyle afili birkaç kare alırız diye. Ama niyeti yok. Yolda kayıkçıya soruyorum, bu timsahlar burada sorun olmuyor mu diye. Cevap, tabi, yılda birçok kez ciddi yaralanmalar, ölümle biten saldırılar oluyor. Köpeklerimizi, hayvanlarımızı yiyorlar. Bize fantezi gibi gelen şeyler, vahşet gibi sanki ama buranın insanı için olağan gibi. Burası Afrika, burada yaşamak kolay değil. İstatistikler geliyor aklıma, 2014 yılında Türkiye’de 1,200,000 trafik kazası olmuş, 3,500 ölüm, ciddi yaralanma sayısı 285,000. Hadi bakalım, hangisi daha vahşet, neresi daha riskli! Karışık dünya hali…

Karaya çıkınca Afrika şarkıları eşliğinde danslar. Heyecan dolu güzel bir gündü…

Burada, başka bir yerde görmediğim kadar eşek var. Ortalarda dolaşıyorlar, çoğu sahipli gibi. Sorduk ama tam anlaşılır bir cevap alamadık. Hani deler ya ‘eşekler cennetini boylarsın’ diye, yoksa eşekler cenneti burası mı?

Akşam otelde köfte partisi, harika oluş, özlemişiz.

***

Sabah, Nata şehri üzerinden Kasane şehrine geliyoruz. Saat 15,00 de kalkacak tekneye yetişmemiz lazım. Yaklaşık 500 km. yakın yolumuz var. Zamanı riske atmamak için öğlen yemeğinizi arabada hallediyoruz. Sorun olmadan yetiştik. Yollarda, açık alanlarda devekuşu, zebra, fil, zürafa gibi bütün hayvanları görmek mümkün. Hemen yakınlarda evler, insanlar hayvanlar ile beraber yaşıyorlar. Ülkenin kuzey doğusundayız, güneye göre daha yeşil, ekili alanlar var yani tarım yapılıyor demektir. Hayat daha canlı, yaşam daha iyi sanki.

Zamanlama tamam, buraya hayat veren ve kuzeyde Namibya ile Botswana ile sınır yapan Chobe nehrinde, nehir safarisi yapacağız. Akşamüzeri, hayvanların beslenme saatleri olduğu için açık alanda görebilme şansı yüksek bu nedenle bu geziler akşam saatlerinde yapılıyor. Chobe nehri, yüksek debili, ortasında adacıklar oluşmuş ve birçok yaban hayatına ev sahipliği yapan bu nedenle de milli park ilan edilmiş. Buranın önemli hayat kaynaklarındandır. Sonunda teknede yerimizi aldık, çevrede bolca fil,zürafa, timsah, gergedan, bufalo, babun… ne arasan hepsi burada. Çevrede bizden başka tekneler de var. İleride, iki hipopotam ağızlarını neredeyse 180 derece açmış dövüşüyorlar, 30 cm. me yaklaşan dişleri ile birbirlerine ciddi zararlar veriyorlar. Epey seyrettik, güzel kareler aldım diye düşünüyorum. Hpo’ lar sürüler halinde yaşayan sosyal hayvanlardır ve liderleri de erkektir. Bütün sürü ile sadece o çiftleşir (vay hayvan vay) veya onun onayı ile sürüden başka bir erkek ancak bazıları ile. Sürüdeki dişiler ile çiftleşmek isteyen sürüden veya dışarıdan biri mutlaka lider ile dövüşmeli. Bu sonlu bir kavga, birisi ölecek veya bir daha dönmemek üzere gidecek. Bazen sonlanması günlerce sürebilir. Dişiler de bu kavgayı seyrediyor. Yani sebebi, kız meselesi, oğlanlar kızlar yüzünden kavga ediyorlar. Kavgayı kazanan hipo abi, hipo ablayı götürecek. İnsanlar da öyle değil mi, kavga aynı, kızlar,.kızlar.. Iyı oan kazansın diyoruz, yavaştan dönüşteyiz. Güneşin batışı yaklaştı.

Bu coğrafya da güneşin doğuşu da batışı da muhteşem oluyor. Güneş burada daha büyük gözükür, başka bir yerde göremeyeceğiniz renkler oluşur, kırmızın, sarının, turuncunun her tonu ve canlı. Neredeyse her gün sabah ve akşam bu güzelliği yakamaya çalışıyorum. Bu gün de bu güzelliğe şahit oluyoruz. Bütün canlığı ile renklerin her tonu… Başlayan ve biten bir gün daha. Beni her zaman etkilemiştir güneş. İlk günden beri hatırlamaya çalıştığım şiiri sonunda hatırladım. Nazım Hikmetin ‘Güneşi içenlerin türküsü’ isimli destansı şiiri;

….

Akın var akın, güneşe akın,

Güneşi zat edeceğiz,

Güneşin Zaptı yakın.

Dönüyoruz, bu günde harikaydı. Teşekkürler Tanrım sana.

Otelde, çitlere fazla yaklaşmayın, elektrikli teller var diye ikaz geldi. Yolda da gördüğüm bir çok ev ve mekan elektrikli teller ile çevriliydi. Önceleri bunun insanlara karşı bir güvenlik olduğunun düşünmüştüm. Yolda gelirken büyük bir tabela dikkatimi çekmişti, “dikkat, fillerin suya gitmek için kullandıkları koridor” yazıyordu. Pek anlam verememiştim. Şu demekmiş, filler, buralarda insanlar yokken olduğu gibi, yani çok uzun yılardan beri yaptıkları gibi, bu günde aynı yolu kullanarak suya gidiyor ve tekrar geri dönüyorlar. Çevrede her türlü hayvanı görmek mümkün ve bu teller de hayvanlardan korunmak içinmiş. Aslında bu alanlar, hayvanların çok eskiden beri olan yaşam alanları, insanlar gelip burayı işgal etmiş yerleşmişler. Yani işgalci insan. Sonuç olarak, insanlar bu hayvanlar ile yakın mesafede yaşamlarını sürdürüyor ve her yıl birçok insan hayvanlar ile karşılaşıp ölüyor veya sakat kalıyorlar. Hangi tarafa sorsan haklı, yanlış içinde doğru olmaz.. Doğayı zorlarsan, şiddetle geri döner. Trafik kazalarındaki oranları düşündüğümüzde, hayvanlar ile beraber yaşamak, insanlar ile beraber yaşamaktan daha güvenli! Hadi bakalım, hep beraber Afrika’ya yerleşelim….

***

Bu gün, Botswana’dan çıkıp Zimbabwe’ gidiyoruz. Gümrüğe geldik, arkadaşlardan biri 20 sene önce buraya geldiğini ve işlemlerin baraka gibi yerlerde yapıldığını söyledi. Şimdi de çok fazla bir şey değişmemiş gibi. Görevli arkadaşlar, hafif dans hareketleri ve ıslıkla çalan müziğe eşlik müziğe eşlik ediyorlar. Elle yazılan makbuzlar biraz lay lay lom girişimiz bir saten fazla sürdü.

Geçtik sınırı. arkadan aynı ses, Zimbabwe’ye geldik, kutlayalım bunu. Biraz erken ama, deliye her saat bayrammış, bu gün bar erken açıldı. Haydi bakalım, Zimbabwe’ye içelim. Bahane hazır..

İşte tam o noktadayız, Namibya, Angola, Zambia ve zimbabwe’nin sınırlarının kesiştiği yer. Dünyadaki dört ülke sınırın kesiştiği tek yer. Nokta olarak, Zambezi ve Chobe nehirlerinin tam orta yeri. Aslında coğrafik olarak ilginç bir yer. Buradan yani Zimbabwe’den zambia ya iki araçlık feribootlar çalışıyor. Ciddi araç kuyruğu var, bir haftadan önce sıra gelmezmiş. Gerçi fark etmez, bir hafta önce geçse ne olacak! Burası Afrika, zaman çok para değil. Farkında olmadan dağıldık etrafa, arkamızdan sesler geliyor, hoop, heey, stop falan ..hiç üstümüze alınmıyoruz, burası Afrika her türlü ses her yerde gelebilir. Sesler ısrarcı olunca döndük, polisler bize bağırıyorlarmış, Zambezi tarafına geçmişiz farkında olmadan. Ortada bir taş, sınır işareti imiş, polislere pardon falan neyse sorun olmadı. Etrafta bir sürü fil dışkısı var, tanıyoruz artık bu boku ayrıca başka hayvanların da var. Bu araçlar gece gündüz sıra beklerken fil, zebra aslan gibi hayvanlar bunların arasından geçerek su içmeye geliyor ve aynı yoldan geri. Yani, gece çişiniz geldi, herhalde çıkamazsın dışarı, eee camdan dışarı. Başka yolu yok, burası Afrika. Burada hayat böyle…

Burayı bir diğer sebebi ziyaretimiz de, dünyanın ikinci büyük şelalesi olan Victoria Şelalesini görmek. Zambezi nehri üzerinde olan, debisi dakikada 50 milyon litre, 128 metreden düşen, uzunluğu 1700 metre ve perde şeklinde akan en büyük şelale. Victoria Şelalesi’nin yarattığı dev kanyon, aynı zamanda, Zambia ve Zimbabwe sınırını oluşturuyor. Kanyon üzerindeki köprüden, 108 metreden yapılan bungee jumping yapanları seyrediyoruz. En yüksek atlama yerlerindenmiş. Akıllı işimi anlamadım. Doyasıya seyrettik, gezdik, ıslandık, fotoğraflar çektik, peş peşe , iç içe patlayan gök kuşaklarının renklerini gördük…daha ne olsun. Muhteşem doğa olayı. Unesco dünya Mirası.

Dönüşte bir anıt ağacı ziyaret ediyoruz. Gövde çapı 15 metre, 1500 yaşında olduğu tahmin ediliyor. İniyoruz fotoğraf çekmeye, biraz ileriden bir grup antilop geçiyor telaş etmeden. Bizde heyecan yapmıyoruz artık, alıştık hayvanlar ile yaşamaya. Belki de insanlardan daha güvenli, dedikodu yok, fırıldak yok, edepsizlik yapmıyorlar.

Botswana, 600.000 km. kare yüzölçümü, 2 milyon nüfusu ile Afrika’da denize sahili olmayan ülkelerden. Afriaka’nın gelişmiş demokrasi olan ülkelerinden. Burada da HIV virüsü (aids hastalığı) yaygın. Son zamanlarda kontrol altına alınsa da geçmiş yıllarda 500.000 kişinin ölümü ile ilgili bilgiler var. Uzun yıllar İngiliz sömürgesi altında olan ülkede, yerel halkın konuştuğu Serswana dilinin yanı sıra, İngilizce de resmi lisan olarak kabul edilmiş. Elmas, altın gibi yer altı zenginliklerin ötürü birçok Afrika ülkesine göre ekonomisi daha düzgün. Rakamlara batkımızda, Botswana da ekonomik veriler gayet güzel. Hatta diş ticaret fazlası bile var, kişi milli hasıla, 16,000 $. Yani neredeyse Türkiye ile aynı gibi. Biliyoruz burada kıymetli madenler var, ancak bu ülkede 1500 km yol yaptık, ülkenin verimli kuzey bölgesini gördük ama bu rakamlara uygun bir yaşam standardı görmedik! Bu rakamlar sadece birkaç ailenin yaşam standartlarını mı anlatıyor, yoksa verilerde bir ayarlama mı var anlamadım.

Afrika haritasına baktığımızda ülke sınırlarının genelde sanki cetvel ile çizilmiş gibi olduğunu görürüz. Gerçekten de böyle. Buralara sömürge amaçlı gelen ülkeler, buralarda yaşayanları yok sayarak kendi aralarında kıtayı paylaşmışlar. İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa, İngiltere kısa bir süre de olsa Almanya, dünyada en fazla koloniyel, yani sömürgeci ülkelerdir. Afrika ve Güney Amerika da hep bunların kalıntılarını görürsünüz. Hani gençlik yıllarımızda “ kahrolsun emperyalizm” diye bağırırdık ya, işte o emperyal güçlerin, ülkeler bağımsız gibi görünse de halen hakim olan egemenliği.. Konakladığımız bütün yerler Alman şirketlere ait. Burada herkesin konuştuğu ortak lisan Afrikanca, Hollandaca ve İngilizce kökenli bir lisan. Afrika, çoğunlukta siyah ırkın olduğu ve beyazlar ile birlikte yaşadığı yer. Sistem genelde beyazlar ile dönüyor, siyahların çoğu eğitimsiz ve çalışmayı sevmiyor. Aslında, çocuklar renk ayrılığının farkın değil, büyüyünce taraf olmak durumunda kalıyorlar. Güzel tarafı ise, siyahların da giderek artan oranda eğitimli, iş sahibi ve yönetici olarak söz sahibi olmaları. Bu gün Dünya başkanı Barack Obama da Kenyalı.

Güney Afrika’dan başlayarak, Namibya, Botswana ve küçük bir kısım Zimbabwe yi dolaştık. Tozlu bozuk yollarda, derelerin içinden geçerek 6,300 km yol yaptık. Kara Afrika, siyah insanlar ile beraber olduk, neşelerini, sıkıntılarını gördük. Bir ülke, etnik gurup veya insanlar hakkında konuşmak yorum yapmak için mutlaka karşı tarafı da görmek, dinlemek anlamak gerekir. Şartları bilmeden yorum yapmak, kusura bakmayın ama işkembeden sallamak gibi bir şey. Gerek iklim gerek coğrafi yapısı zor olan yerler. Buna ilave olarak uzun süreli sömürge yaşanmışlık ve temel eğitim sıkıntısı da ilave edilirse kalkınmışlık seviyesi epey uzak gibi. Dünyamızı paylaştığımız yaşam ortaklarımız, alışkanlıkların, kültürlerin, inançların, beslenmenin çok farklı olduğu yaşam şartlarının zor olduğu yerler… siyah derili insanların yeri Afrika…

Biraz yorucu ancak çok güzel çok keyifli eğitici, doyumsuz bir seyahat.

HAYRETTİN KAGNICI

Temmuz 2015

www.hayrettinkagnici.com

Bir cevap yazın

error: iletişim : hayrettin@ozka.com