Borneo

Uzun uçuştan sonra Malezya’nın baş kenti Kuala Lumpur’a ve doğrudan ilk gece konaklayacağımız Melaka’ya geldik. . Burası 1600 lerden gelen tarih.. şehirde;İngiliz, Hollanda, Hindistan gibi ülkelerin izleri var.Uzun tarihi geçmişin son paragrafı şöyle; 1960 yıllarında İngilizler bu bölgeden ayrılma kararı aldıktan sonra, 1963 yılında Singapur, Malezya ve Borneo adasının kuzeyi bağımsızlığını ilan etmiş, ancak 1965 yılında yapılan referandum sonucu Singapur ayrı devlet olarak yoluna devam etmiş Melaka aslında yıllar önce Çin den gelen göçebelerin yerleşim bölgesi olmuş. Bu etnik grup Baba- Nyonya (Cinden gelen tüccarlar) burada zaman içinde yerli halk Malay, Hintli gibi diğer guruplardan insanlar ile evlenerek. Perenenta diye yeni bir etnik grup oluşturmuşlar

Malezya , % 60 Müslüman, kalanı Hıristiyan,Budist ve diğer din ve inançlar . Ülke 13 ayrı eyaletten oluşuyor, bunların dokuzunda sultanlık hakim .Sultanlık babadan oğula geçiyor. Tamamı Müslüman olan sultanlıklar da din etkili. Müslüman olup ta başı açık kadın veya genç kız göremezsiniz . İslami kurallar uygulanıyor.Biz, Sabah, Sarawak, Melaka eyaletlerine gideceğiz.

Bu sabah erkenden Melaka’yı gündüz gözü ile gezelim bakalım pazar günü neler oluyor diye yola düştük. Kiliseler dolu, camiler vakitsiz olduğu için yeterli doluluk yok.Çevreyi dolaştık, Unesco Dünya Mirası gördük.. sonra bastık Putra Jaya’ya geldik. Baş şehir olma kuralı, yürütme , yasama, ve parlamentonun aynı yerde olmasıdır. İşte Malezya’da iki baş şehir var. Parlamento Kuala Lumpur’da, yasama ve yürütme Putra Jaya’da.Yepyeni bir şehir, gıcır gıcır.., bütün bakanlıklar , üst mahkemeler ,devlet konutları hepsi burada.Sadece görevliler yaşıyor ,sivil yerleşim yok. Her taraftan gözüken kocaman Putra Camii’ye geldik.17.000 kişilik muhteşem bir camii. Gerekli yerleri ziyaret ettikten sonra akşam üstü Kuala Lumpura’da 421 metre yüksekliğinde Menara’ya ( KL tower)çıkıp sana bir de tepeden bakalım aziz Kuala Lumpur diyelim dedik ama diyemedik.Aziz falan değilmiş İstanbul un yanında..Dünyanın en yüksek ikiz kuleleri Petronas Kulelerinde yemek yedikten sonra,otele ,cup yatak….

Sabah 04 de hareket,07.00 deki uçağa yetişmek için . Borneo adası na gidiyoruz. Borneo adası, 735.000 km2 ile Gronland ve Yeni Gine den sonra dünyanın üçüncü büyük adası. Adanın % 70 gibi bölümü Kalimantan bölgesi Endonezya’ya ait. Kalan kısım Sabah ve Sarawak eyaletleri Malezya’ya ait. Bir de dünyanın en zengin ülkesi Brunei Sultandağı da burada.Kişi başı milli hasıla 31,000 USD

Artık serüven başlıyor. Yaklaşık üç saatlik bir uçuştan sonra Sabah Eyaletinde Tawau’ya geldik.Burada bizi karşılayan araç ile iki saatlik yolculuktan sonra Mabul adasına gitmek için gelen tekneye yerleştik..gırgırgır , motor çalışmıyor, gırgırgırgır yok..uzun..uğraşlardan sonra çalıştı.Tam yol gidiyoruz,,yarım saat geçti geçmedi tısss stop, motor hararet yaptı, Kapaklar açıldı uğraşlar. Tekrar gırgır yola devam. İşte Mabul adası. Gerçekten cennet, dünyanın bilinen su altı dalış merkezlerinden biri. Hafif bir yemek sonra toplantı odası. Uzun bir brifing,eğitim şart, ne zaman yenir,nerede içilir,nerede yüzülür, dalış için yapılması gerekenler….. Her şeyi öğrendik ! tamamdır eğitim bitsin artik… Öğleden sonra ilk dalışımı yapıyorum, gerekli hazırlıklar,giyindik, kuşandık cup suya..Güzel bir deniz, su altı cenneti ..hak ettiği kadar var.

. Mabul adası, denizden yüksekliği ortalama iki metre olan İstanbul’daki Burgaz ada boyutunda Ekvator kuşağında bir ada.Yakın bölgede benzer özelliklerde Sipadan ve Kapadai .adaları var.Hele Kapadai deniz ile aynı seviyede,her şey kazıklar üzerinde. Ayrıca burada bir çok resif bulunuyor. Adada iki köy var. Akşam birini gezmek için yola çıktık. Derme çatma evler, baraka tarifinin bile fazla olduğu bol çocuklu bir yaşam bölgesi.İnsan olarak yaşam bu olmamalı . Buraya dünyanın her yerinden dalış için gelen insanların yaşam standartları,bir de bu insanların yaşam standartları. ..arada çoook uzun yollar var.Batsın bu dünya.Biraz dolaştıktan sonra kendi yerimize döndük. Günün sonu.. Gece yatınca , aklıma üniversite yıllarında defalarca okuduğum Georges Politzer’in ‘ Felsefenin Temel İlkeleri ‘ kitabı geldi.Zıtların birliği , her şey kendi çelişkisi ile yaşar. ..iyi-kötü, gece-gündüz, siyah-beyaz…..gibi. Buda öyle bir şey işte. “ying-yang “

Ertesi gün,sabah erken,güneşin doğuşu muhteşem, defalarca güneşin doğuşunu ve batışının fotoğrafını çekmişimdir,gene de doyamıyorum.Çok güzel, günün en başı ..enerjimi şarj ettiğim zaman.. Hep birlikte tekne ile dalışa gidiyoruz. Hareket edeceğiz, edemiyoruz.. gene. gırgırgır motor çalışmıyor tekrar dene tık yok..başlamadan 15 dakika çay molası, çaylar şirketten. Haber geldi,motor tamam hareket ediyoruz, Kapadai Resif’ine gidiyoruz. Muhteşem, harika, inanılmaz,bütün renklerde,her boyda balık. ..biraz öteden bir karaltı yaklaşıyor. Koca bir deniz kaplumbağası salına salına geçiyor..Görmedi mi yoksa bizi ciddiye mi almadı bilmiyorum.Çok yaklaştım , bir süre beraber yüzdük ..sonra herkes yoluna. Rüya gibi muhteşem hayvan. Aynı gün üç farklı yerde dalış yaptık..Aksam kahve keyfi yaparken tanıdık bir ses,ezan okunuyor. Burada iki köy var dün birine gitmiştik, bu gün ezan okunan köye gitmek için çıktık yola.Yürüme mesafesi, ilk okul ve cami var. Sağlık ile ilgili doktor veya sağlık ocağı yok. Hastalandın mı doğru camiye Allah’a dua et. Ulaşım,tekne falan çok zor. Ana karadan saatlerce uzak mesafedeyiz .Kadınların ve genç kızların bir kısmının başları kapalı. Müslümanlar başlarını kapamak zorundalar. Sabah tekne de başı bağlı bir genç kız vardı, denize girdi çıktı turbanı ile,belli ki yanındaki yavuklusu, hani çok da rahatlardı’.. Neyse, bu köy de de son derece mütevazi şartlar da yaşam.Mezarlık ,biraz karışık ,Rahmetlinin sevdiği bazı eşyalar baş ucun da duruyor.,koltuk,radyo,vazo.gibi,hala ihtiyacı var mı bilmem..Cami yi sorduk merak ettim doğrusu, bu şartlar da cami nasıldır diye.Etrafı açık havadar , ancak minber yok, kıblede tam belli değil gibi.İmam ve cemaat biliyordur nasıl olsa. Bir meraklı geldi , adımı sordu Hayrettin dedim, tanış olduk. O da cami imamı Hasan.Malezya ve bu bölge uzun yıllar İngiliz’lerin himayesinde kaldığı için İngilizce halen geçerli lisan.İmam Hasan ile genel durumlar hakkında konuştuktan sonra vedalaştık. Uzun bir gündü. Akşam soğuk bir bira ile günü kapattık.

Sabah büyük bi gürültü ile uyandım, korkunç bir yağmur .deli yağıyor,gök delindi herhalde diye düşündüm..bir saat kadar devam etti. Yerli halk için çok önemli değilmiş hafif geldi onlara. Burada son kez harika denize girip balıklar ile vedalaştık, onları ne kadar çok sevdiğimizi bu nedenle de yakın akrabalarını yemeye doyamadığımızı söyledik, helalaştık, sonra yola devam.

Bu gün Sarawak eyaletinin baş şehri Kuching’e gidiyoruz. Tekne , ,otobüs , aktarmalı uçak gece yarısı oldu. sonunda otele vardık. Sabah şehir turu yapıyoruz. Adını kedi’den alan bir şehir, 1841 yılında Brunei Sultanı İngiliz James Brook’u bölgeyi yerlilerden ve isyancılardan kurtarması için davet etmiş.. Dana sonraları oğlu ve yeğeni de sırayla bölgede otorite olmuş sosyal yapılandırmada çok başarılı olmuşlar. Ancak 1947 yılında yerli halkın baskısı ve isyanlar nedeni ile o dönemde hakimiyeti elinde bulunduran Wyner Brook yönetim kontrolunu kaybetmeye başlar ve bölgeyi yönetmek için İngiltere’ye davetiye çıkartır. Bu tarihten itibaren İngiltere burada resmen hakimiyeti ele almış 1977 yılına kadar da devam etmiş.Şehrin adı ise çok matrak. Son otuz yılın yönetimini elinde bulunduran Wyner Brook, bir gün yolda bir kedi görür ve nedir diye sorar . Yanındakiler ise bunun yerel lisanda ‘kuching ‘ denilen hayvan olduğunu söylerler.Bu isim Wyner’in çok hoşuma gider ve o tarihten itibaren şehrin adı Kuching olarak kalır. Daha sonra da Sarawak eyaletinin baş şehri olur,sonraları da kedi şehrin sembolü haline gelir. Kedi müzesi, kedi anıtı, kedi heykelleri….kediden bol bir şey yok..

Bölgede halen yaşayan bir çok yerli kabileler var. Bunları yaşadıkları yerlere gidip görmek ciddi bir zaman ve organizasyon.Bunun yerine ,bu kabilelerin çoğunun kültürel olarak sembolize edildiği ,yere gidip yaşam şekillerini ve geleneksel kıyafetler ile dans ve müziklerini izledik. Az zaman da çok işler..Tarihi mahkeme binası , parlamento binası, sahil yolu, tarihi hapishane….kısacası, turistik şehir turu

Bu gün erkenden Orang Utan koruma bölgesi olan Semengoh koruma bölgesine geldik, sabah beslenme saatin de görme şansımız daha fazlaymış. Orang Utan kelime anlamı olarak ‘ orman adamı ‘ anlamına geliyor.Genetik olarak % 98 insan ile benzeşiyor. Tek eşli, dokuz ayda doğum yapıyorlar, 6 – 7 yaşına kadar yavru annesinin himayesinde kalıyor, alet kullanma becerileri …..Sadece anlamadığım şey biz bu orang utan denilen hayvanları görmek için neden bu kadar yol geldik ! Bunlardan biz de en az 10 milyon rahat var, hem de seyretmesi bedava . Tek fark, çoğu şehirde yaşıyor..Hiç karabiber ağacı gördünüz mü!? Akdeniz ve Ege tarafların da gördüğümüz bize karabiber ağacı dedikleri doğru değil. Karabiber ağaçta olmuyor , açık bol güneşli bölgede dikilen sırıkların etrafına sarılan bir sarmaşık.Çalı fasulyesi gibi..ekildikten 3 sene sonra üzüm salkımı gibi meyvesini veriyor, 10 sene sonra ölüyor yeniden dikmek gerekir. Önceleri küçük salkımlar halinde olan karabiberler toplanıyor güneşte kurutuluyor, iste karabiber. Peki, beyaz veya kırmızı olanları,her renk karabiber aynı bitkiden yetişiyor, sadece farklı proses ile farklı renk oluyor.

Bir de Dayak kabilesinin yaşadığı yere gidelim dedik ,ne yaparlar diye.Ama köy boş, çoğu şehre yerleşmiş hafta sonu veya tatillerde geliyorlarmış. Sadece yaşlılar köyde ,son virajı bekliyorlar anlaşılan!!…Akşam Batang Ai bölgesinde büyük bir baraj gölünün sahilinde bulunan Hilton Batang Ai Long house Resort ‘ a bizi bekleyen tekne ile geldik. Gerçekten tam cangıl ve güzel bir göl. Çok güzel ancak fazla sakin.. Burada bir geceden fazla sıkıntılar basabilir.

Bu gün Iban yerlilerinin yaşadığı bölgeye gidiyoruz. Bir saat tan fazla ince uzun yerel tekneler ile gidiyoruz. Çok rahatsız valla,hareket edersen teknenin hemen dengesi bozuluyor.Sabun kalıbı gibi hareketsiz durduktan sonra normal duruma geçmek kolay olmadı. Bunun bir de dönüşü var..Iban yerlileri ‘long house ‘ denilen evlerde yaşıyorlar. Biri evlenince veya çoluk çocuk olunca,evin ucuna eklenti yapılarak ev uzatılıyor. Yap çocuk evi uzat,al kızı evi uzat..Bütün dağlar ovalar senin , uzat uzatabildiğin kadar.Evler 15- 20 metre kare bitişik odalar,önlerinde ortak yaşam alanları var, upuzun..Yerden bir kaç metre yüksekte,ahşap kazıklar üzerinde.Yerlerdeki döşeme tahtalarının araları açık, muntazam değil.Hani dikkat etmez isen parmaklardan biri araya sıkışabilir, gitti bi tane.Bütün yaşam ortak avluda geçiyor,.Su kullanımları minimum da, tuvalet durumu ise tamamen çevreci, doğal ortamda,doğrudan doğaya transfer. .Bizim geleceğimizden haberleri var ,hazırlanmışlar kıyafetler, geleneksel danslar şarkılar. .. Çocuklara hediyeleri verdik hepsi memnun. Yönetim ise babadan oğul a geçen şeflik. Ulu şef ne buyurursa odur. Karar verici o.Giderek modern dünyaya doğru hareket var.Özellikle gençlerde. Yeterince bilgilendik, fotoğraflar çektik artık dönüş vakti. Aynı ince uzun tekneler ile dönüş.

Sarawak eyaletinin 350.000 nüfusu ile ikinci büyük şehri olan Miri’ ye geldik. Şehir turu,bölgede açılan ilk petrol kuyusu, en büyük Budist (Taoist)Tapınağı ve Masjin Al Macid Camii. Gariptir burada ziyaret ettiğimiz bazı camilerde mihrap yok, yerler mermer veya mozaik . Hani sıcaktan belki, halı fazla gelebilir ama bi Fatih camine, bi Süleymaniye camiine girdiğiniz zaman hissettiğiniz huşu ve etkiyi yaratmıyor. Modern bir yapı gibi. Hani bir ibadethaneye girince kendinizi farklı hissedersiniz ya işte o yok.

Bu gün dünyanın en önemli ve büyük mağarası Niyah’a gidiyoruz,uzun bir yol ama değdi doğrusu hava yaklaşık 38-40 derece, nem Oranı bence 100 sizce 80 olsun. Paçalardan ter akıyor. Burası önemli bir yer. 40.000 yıl önceye ait insan kemikleri bulunmuş ve esas önemli olan bu kemiklerin, bu günkü insan kemiklerine çok benzer olması. Yani kısaca,palaeolitik dönemde yaşayan insanların bizlere çok benziyor olması. Diğer önemli olan, mezarlarında bulunan malzemelerden alet kullandıkları anlaşılıyor. Bulgulara göre burada yaşam yakın bir tarihe kadar da devam etmiş.Vay be yetişemedik adamlara….biraz daha yaşasalar tanışacak mışız.. Mağara gerçekten çok büyük , muhtemelen bir kaç köy birlikte yaşıyormuş.İşte bu bilim ve öğrenme aşkı ile geldik görmek istedik. . İnat ettik bütün parkuru dolaşalım diye. Çok akıllıca bi işmi bilmem. Kahraman Türk’ler buraya el feneri veya gerekli teçhizat olmadan da girerler. İşte bizde öyle yaptık daldık içeriye. Ama gittikçe karanlık oluyor ve her yer tamamen sıfır karanlık.Hayda, kahramanlık para etmedi,kimse birbirini göremiyor. Allahtan fenerli cep telefonlar icat edildi. Göğsümüz dik ilerliyoruz. Parkurun tamamı 1.5 kilometre, neredeyse 600-700 metresi tam karanlık hiç ışık yok. Cep telefonun ışığı ile devam, yerler rutubetten kayganlaşmış , zaman zaman çığlık sesleri düşer gibi olan birisinden. Telefonun şarjı bitse, bizi burada gelecek nesiller ancak bulurlar. Çok fazla ziyaretçi olan bir yer değil. Neyse , bir süre sonra hafif ışık belirmeye başladı ve sonunda dışarı çıkabildik. Ohh be.İşte burada o demin bahsettiğim insanların yaşam mekanlarından bir bölüm daha gördük. Gerçekten çok büyük yer altı mağarası.Yarı inat olarak geldik,akıllı olanlar ise bu maceraya katılmadılar.Boylarımızı ölçtük, hepimizin boyu uzamış,aferin bize. Şimdi, herkes birbirine bakıyor , kimse de söylemeye cesaret yok ama dönüş ayni yoldan. Hayda..mıçmak bu işte…gene aynı yoldan geri .Neyse ki dönüş daha az heyecanlı oldu.. Böyle bir yere hazırlıklı olarak gelmek gerekmez mi ?!Neyse dedik günün akşamın da, sevdiğimiz bir arkadaşımızın doğum gününü.. güzel bi balık-şarap ile kutladık.İyi geldi..

Mulu,Penan ve Berawan kabilelerinin’ long house’ larda 500-600 kişinin yaşadığı küçük bir köy. Buraya sadece uçak ile ulaşmak mümkün. Geldiğimiz uçak doluydu,Günde iki sefer var. Buraya sebebi ziyaretimiz,farklı bir Unesco Dünya Mirası olan Mulu National Park’ı görmek. Bölgede birden fazla büyük ölçekte mağaralar var,büyük derken her biri onlarca futbol sahası alabilecek büyüklükte. İşte onlardan birine gidiyoruz,Deer ve Lang Mağaraları.Yağmur ormanlarının içinden 4-5 km. lik yolumuz var. Hava sıcak inanılmaz rutubetli.Gerçekten çok büyük bir mağara,dibine kadar gittik, madem para verdik geldik..Bu mağaraların en önemli özellikleri, milyonlarca yarasa nın bu burada yaşaması. Bizde önce ayyy, yaaa .. dedik ancak konu ile ilgili belgeseli seyredince ooooo vay be dedik.Bu uçan memeliler her akşam, hava kararmaya başlayınca milyonlarca yarasa birlikte belli bir düzende mağaralardan çıkıp ormana beslenmeye gidiyorlar ve sabah hava ağarmadan aynı düzende geri geliyorlar..Beslenme sırasında yedikleri meyve ve tohumların orman tabanına saçılması, burada yeniden döllenme ve orman hayatının devamını sağlıyor.Çok önemli görevi yerine getiriyorlar. İşte bu nedenle yağmur ormanları yaşamlarını sürdürebiliyorlar. O zaman yaşasın yarasalar, aferin size, hem beslenin hem de ormanı yaşatın. Hava kararmaya başladı. milyonlarca yarasanın belli bir düzende ormana yolculukları gerçekten muhteşem bir görüntü. Hepsini fotoğrafladım..İşte bu mağaraları ve yarasaların bu düzenli uçuşları Unesco Dünya Mirası listesinde. Sadece bunları görmek için her yıl on binlerce insan buralara geliyor.

Sabah makul bir zamanda yollardayız gene, ilk durak Penan yerli kabilesini ziyaret edeceğiz. Burada ki kabileler genelde long house larda yaşıyorlar.Valla burada ne long kalmış ne house kalmış.Aşırı yağmur ve sellere karşı ahşap direkler yerine neredeyse evlerin büyük çoğunluğu beton direkler üzerinde ve de çelik konstrüksiyon çatı.Bunlar nasıl yerli kabile, kentleşme başlamış bile.Oradan gene doğru mağaralara.Mağara adamı olduk vesselam. Hepsi aynı gibi ama hepsi farklı karakterde . Yağmur ormanlarının içinde bir nehirde altı düz dört kişilik kanolar ile gidiyoruz. Yeşilin bütün tonları, belki binlerce farklı bitki ve içinde yaşayan bir o kadar da canlı. Bunların arasından kıvrıla kıvrıla yol alıyoruz. Etraf muhteşem, Birden takiır kuturr ses , ne ola ki diye baktık nehrin bazı yerleri çok sığ , oturduk çakılların üzerine. Hayde bakalım, herkes suya, kanoyu itmek ile çekmek arası sürüklüyoruz. Hoop, tekneye devam yola, yerine göre, gene bazen birimiz bazen hepimiz kanoyu çekiyoruz.sonun da kano ile aramız da bağ oluşmaya başladı ,bazen biz bazen o bizi taşıyor.Gerçekten muhteşem bir doğa, her türlü kuş sesleri, etrafta tek tük derme çatma evler , el sallayan bağıran çocuklar, havlayan köpekler çok çok güzel. İşte Nirvana’ya ulaştığımız yer yolun sonu.Nehir burada çağlayan yatağında göllenmiş,kendimizi attık suya. Sıcak hava yoğun ter, soğuk suda yüzüyorum. Tanrım öldüm mü ne… Belki bir daha böyle fırsat yakalanamaz. İşte doyumsuz zevk…. Bunun da sonu geldi, dönüşteyiz, bir kaç defa kanoyu destekleme hareketi ile sonunda otele döndük.Bu gün Sarawak eyaletinden ayrılıp,Sabah eyaletine gitmek için havaalanına geldik. Çok küçük havaalanı , bagajlar el kantarı ile tartılıyor, neyse kilo sorunu olmadı. Gitmek için geldik ama gidemiyoruz, teknik bir arıza yüzünden uçuş iptal, başka uçuş yok bu gün,tornistan geri . Bu gece de Mulu’dayız. Hafif bir dinlenmeden sonra , madem buradayız, akşam üzeri tekrar yarasaların beslenmek için mağaralardan çıkışını seyredelim dedik, yakın bir yere gittik bu sefer. Yüksek bir tepe, beklemekteyiz, o da ne derken amanın korkunç bir sağanak fotoğraf makinesini zor torbalayıp yerleştirdim. Kuru hiç bir yerimiz kalmadı, zaten bir süre sonra ıslandığınızı hissetmiyorsunuz, gözlerimizin önüne akan suları sile sile yürüyoruz. Acele yok yavaş yavaş , etraftan bize bakanlar ya deli yada vay be diyorlardır. Ben sonuna kadar bu keyfi yaşıyorum.

Bu sabah erkenden Sabah eyaletine gidiyoruz. Malezya’da eyaletler arası geçişlerde de pasaport kontrolu,yerli halk içinde de kimlik kontrolu yapılıyor. Sabah’ın baş şehri Kota Kinabalu’ya sonun da gelebildik.Buranın % 20 si Müslüman kalan çoğunluk Hıristiyan ve diğer din ve inançlar. Yolda 2002 yılında açılmış modern Şehir Camii gördük , içine girme fırsatımız olmadı ancak dışarıdan fotoğraflayabildik. Program, ertelenen uçuş nedeni ile biraz karıştı. Arayı kapatmaya çalışacağız.

Bu gün süpriz olsun diye erken kalkalım.! dedik..Unesco Dünya Mirasi Minabalu Milli Parkında yürüyoruz.Gene yeşilin her tonu gene kocaman kocaman ulu ağaçlar. Ancak , merak ettim , her yer her şey güzelde Unesco Dünya Mirası neden ?!!Burası yaklaşık 200 kilometre karelik bir bölge ve dünyada sadece burada yaşayan bazı hayvanlar var, burada dört farkı yükseklik seviyesinde yetişen endemik bitki örtüsü varmış. doğa da yürüyüş.Kanopy’le gidelim dendi tamam..Herkes başka anlamış geldik, girdik kuyruğa para verdik, fotoğraf makinesi için ilave para , tırman allah tırman,yerden 30-40 metre yüksekte teller ile karşıdaki ağaca bağlanmış köprüden geçeceğiz. Öndekilere bakıyorum hepsi dans eder gibi yürümeye çalışıyorlar..en fazla altı kişi ..diye uyarı geliyor.. Yolladım hanımı önden resmini çekeceğim diye, vay be koşa koşa gidiyor. Bismillah deyip ilk adımı attım, , yerden 30-50 metre yüksekte tel köprüden sallana sallana geçiyoruz köprüyü. Oh be derken geldiğimiz başka bir ağacın tepesi.. Artık alıştık çevreyi görüyoruz, fotoğraflar çekiyoruz..ikinci köprü derken üçüncü köprüde artık çok rahat yürüyüşler. Hava rutubetli ve sıcak, öğlen,buz gibi bira ile keyif yaptık. Geldiğimizden beri duyduğumuz bir efsane var. Adı Rafflesia . 20 yılda bir açan dünyanın en büyük çiçeği ve en fazla 5 gün açık olarak kaldırmış. Yolda büyük bir ilan 150 metre ileride rafflesia çiçek açmış 1. gün. Yippu kısmete bak derken .dur heyacan yok bakmak, bedava değil. Sağlam pazarlık ile adam başı 5 Dolara girdik. Herkes kuyrukta. Geldik raflesia’nin başına. Aslında çok özelliği olmayan sarmaşık türü bir bitki. Kalın gövdesi ile başka bir ağaca sarılarak yaşıyor.Ağaca sarıldığı yerde çiçek açmış yaklaşık 90 cm çapında koyu kırmızı ortası çukur gibi çiçek. Gerçekten görülmeye değer. Tomurcuklanmaya başladığından itibaren dokuz ayda çiçek açıyor ve 5 gün sonra soluyor. Bekle 20 sene daha. Adamlarda bu fırsatı değerlendiriyor yanlış yok .Tamamdır, helal olsun. Gerçekten büyük şans bizim için..Yola koyulduk, ver elini Sandakan. Sandakan , Sabah eyaletinin ikinci büyük şehiri , genelde balıkçılık ile uğraşıyorlar,en güzel ve en ucuz balık burada bulursunuz diye reklam yaptılar. Peki dedik, görelim bakalım. Oturduk bi balıkçı restoranina , bir şeyler geliyor, hepsi deniz Ürünü …Temizlik 4 puan, pişirme 6 puan, sunuş 4 puan…gerçi haksizlik yapmayalım , Asya mutfağı bizim mutfağa pek yakin değil. Artik son günler seçici olmaya başladık galiba.Geceyi güzel bir otel keyfi ile tamamladık.

Erkenden bu bölgede bulunan Sepilok Orang-Utang rehabilitasyon merkezine gidiyoruz. Saat 10.00 yiyecek konulan merkezlere geliyorlar, Seyir kısmı kalabalık herkes fotoğraf çekme derdinde. Efendiler geldiler, burada kolay yiyecek bulunca çok fazla saldırmıyorlar. Biraz nazlı gibiler.. yeterli fotoğraf çektik, güneş acıtırcasına yakıyor, şapka falan kar etmiyor beynim hafiften fokurdamaya başladı. Burada bulunan orang-utang ları korumak ve sağlıklı yaşamları için kurulmuş bir merkez. İngiliz hükümetinin büyük desteği ile yaşıyor.Bir dişi orang utang hayatı boyunca en fazla 3 doğum yapıyor,hamilelik süreleri 9 ay, bir seferde, bir doğum yapıyorlar, yavruları yetişkin oluncaya kadar beraber oluyorlar. Bu nedenle çoğalmaları kolay olmuyor. Hayvanların kendi kuralları açık ve net, hayvan olup hayvan gibi yaşıyorlar, keşke bizler de insan olup insan gibi yaşasak….

Bilit ormanı’nda, Kinabatangan Nehri kenarında bulunan Bilit Adventura Resort’a.geldik. Aksam olmak üzere, bölge halkının akşam beslenmelerini görmek için tekneler ile ormanın içinde yol alıyoruz.Orang utang, maymunlar , makaklar, kurtlar kuşlar…hepsi besleniyorlar ve geceyi geçirmek için güvenli bir ağacın tepelerine yerleşmeye başlıyorlar. Hava iyice karamaya başladı, onlara afiyet olsun iyi geceler deyip otelimize dönüyoruz. Burası tam bir cangıl, yağmur ormanları. Gerçek vahşi yaşam. Şöyle bir keyif yapmak istedik yemek öncesi. Elde kalan mevcutlardan bir kadeh ile günün yorgunluğunu atıyorum. Her taraf sakin, otelde internet bağlantısı yok, televizyon yok, cep telefon bağlantısı zayıf, Teknolojiden sadece jeneratör ile sağlanan elektrik var. Galiba böyle bir şeye ihtiyacım vardı. Doğanın sesi, kendi iç dünyamın sesi, sessizliğin sesi…sakinlik ve huzur …eşime bakıyorum, sessizce konuşuyorum onunla.aynı şeyleri anlatıyor. Bir kaç gün kalınır mı diye geçiyor aklımızdan.. Bizim beslenme saatimiz, aksam yemeği için hazırlanıyoruz. Görünen o ki herkes hayatından memnun . Mevcut olan yemekler ile karnımızı doyuruyoruz. Bir sure sonra çevrede bizden başka kimse kalmadı. Mevcut şişe sayımı yatık, tamam yeterli mazot var. Hafiften şişeleri boşaltmaya başlayınca, başladı ince saz…tamam artık içkiden değil mutluluktan tatlandık. Giderek şarkılar, türküler derken danslar oynamalar…personel şaşkın ama merakla izliyor. Yatma zamanı….Sabah 5.00de bölge sahiplerine sabah kahvaltısına davetliyiz. Vahşi yaşamda genel de beslenme sabah erken ve aksam saatlerinde oluyor. Gene kuşlar..yılanlar, maymunlar, makaklar, kısaca bölgenin gerçek sahipleri güne hazırlanıyor. Buranın önemli sembollerinden biri de hornbill . Buraya özgü bir kuş, nesli tükenme noktasında . Öldürene beş yıldan başlayan hapis ve ciddi oranda para cezası. Hepimiz heyecan ile hornbill görmeyi bekliyoruz, derken rehberin çığlık gibi sesli işareti ağacın üstünde duruyor diye. Sanki bir tane ağaç var da rahat göreceğiz. İşaretler tarifler ,hah sonunda gördük galiba ama çok uzakta bir kuş , renkleri ve boyutu çok anlaşılmıyor. Neyse ki şanslıyız bu gün çok hornbill gördük. Bölge halkına afiyet olsun dedikten sonra , ,simdi sıra bize afiyet olsun da. Burada doğal olarak sinek, sivrisinek, her türlü börtü böcek mevcut. Onlar da buranın yerli halkı sayılır,. Önceleri mücadele ettik, sprey , sinek kovucu gibi malzemeler ile…sonunda anlaşma yapmaya karar verdik bu arkadaşlar ile. Anlaşma metni, onlar bizi ne zaman isterlerse sokacak veya kanımızı emecekler biz onlara bir şey yapamayacağız. hatır hutur kaşınmaya devam. Zaten sinek kovucular da bitti ayrıca bi boka da yaramıyorlar hiç olmaz ise hoş görü ve delikanlılık falan. Pez…ler acımasız her tarafımız kabardı

Kahvaltı dan sonra eve dönüş başlıyor. Burdan Tawau’ya, oradan Kuala Lumpur’a ..Kuala Lumpur’dan gece yarısı dönüş uçağımız.Bir tam günümüz var,.Hafif birşehir turu ile günü değerlendirelim diye düşündük. ‘ Batu Cave Tempel’ büyük blr mağara ve içinde Hindu’lar için çok önemli bir tapınak var.Şubat ayında büyük geleneksel dini törenlerini burada yapıyorlarmış, aslında görülmeye değer, muhtemelen çok renkli oluyordur diye düşünüyorum. King Palace , burada sultanlık ile yönetilen 9 eyaletin sultanları tarafından dönüşümlü olarak kullanılıyor. Her beş yılda bir başka bir sultan burada ev sahipliği yapıyor ve ülkeyi kral ve Kraliçe olarak temsil ediyor. Ancak seçim ile gelen Başbakan esas yönetimin sorumlusu. Kral ve Kraliçe biraz sembolik gibi. Merkez cami, ulusul cami diye de tercüme edilir ‘National Mosque’ çok geniş bir alanda daire şeklinde bir cami. Her zaman ziyarete açık değil, Müslüman’ım dedim ,hafif bir imtihan ile barajı geçtik girdik içeri. Birisinin adağı vardı galiba, büyük bir yemek daveti, masalarda, yerler de herkes bir şeyler yiyor. Davet aldık kibarca teşekkür ettim, Modern çizgilerde temiz güzel bir cami. Malezya’da halkın % 60 ı Müslüman , bazı bölgelerde ve sultanlık ile yönetilen yerlerde dini şartlar ağır basıyor kapanma zorunlu kadınlar ve kız çocukları için.ve en önemlisi ‘şeriat’ mahkemeleri var. Müslüman’lar arasındaki ihtilaflar, evlenme,boşanma ve bazı ticari davalara bu mahkeme bakıyor ve Kuran’a göre hüküm veriliyor.Şer’i kurallar. Çok isteyen , meraklısı gelsin görsün bakalım bu işler kaç delikli oluyormuş.!..

Artik vakit dolduruyoruz…

Burada en dikkatimi çeken konulardan biride, otellerde, restoranlarda, Havaalanlarında, bir çok yerde “düryan “ile girilmez veya “düryan “yenmez levhaları var. Kavuna benzer üzeri dikenli gibi bir meyve Tadının lezzetli ,ancak korkunç bir kokusu var. Hani temizlik yapılmayan umumi tuvaletler vardır ya işte aynen öyle kokuyor.Yani düryan yemek, tuvalette kavun yemek gibi bir şey.Hoca Nasrettin’e sormuşlar,’ tuvalette sakız çiğnemek günah midir’ diye , hoca cevabı yapıştırmış, ‘günah değil, ancak birisi görse b.k yediğini zanneder ‘.yesen bir türlü yemesen bir türlü. Otel odasında yenildiği zaman ancak odayı badana yaparak kokudan temizlemek mümkün oluyormuş.Kalıcı ve ağır bir kokusu var.Müşterisi de çok, herkes kendine ait bir yerde yiyor. Afiyet olsun, bi eksiğimiz o kalsın.

Malezya 30 milyon nüfuslu bir ülke, son 30 yılda büyük gelişmeler olmuş. Sanayi devrimi, özellikle otomotiv sanayi , elektronik sanayi, gibi bir çok alanda.. Otomobil sektöründe ‘ Proton ‘ ve ‘ Probua ‘ diye iki milli otomobil markası var. Tabi burada ciddi petrol çıkıyor ve ihraç ediyorlar, ,katkısı çok büyük.Bu gün Malezya, dünya da hızla gelişmekte olan ülkelerin başında geliyor. Tabi hızlı gelişmekte olan ülkelerin bir yerin de büyük refah varken diğer tarafı halen sefillik olabiliyor.

Bu gezi ile ilgili fotoğraflara aşağıdaki linki çift tıklayarak ulaşabilirsiniz.

mailto:http://hayrettin.smugmug.com/Travel/BORNEO/38523966_GDVwRN#!i=3183218955&k=xx2qC9b

Veya; diğer gezi notlarının ve fotoğraflarının da bulunduğu, www.hayrettinkagnici.com sitesinde Borneo dosyasını tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Sevgilerimle
Hayrettin Kağnıcı
Mart 2014

Bir cevap yazın

error: iletişim : hayrettin@ozka.com