Batı Meksika
13 milyon nüfusu olan Meksika’nın başkenti Meksika şehri, 22 milyon nüfusu ile dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri. Böyle olunca ulaşım kolay değil, trafik gerçekten kabus gibi. Ancak görülmesi gerekende de birçok yer.
UNESCO Dünya Mirası listesinde olan Xochimilco kanallarında tekne ile gezeceğiz. Altı düz kanal tekneleri, uzun bambu sopalı birisi tarafından arkadan yönetiliyor. Çok fazla tekne var, bağlandığımız yerden çıkmak bile epey zaman aldı, sağa sola vura vura sonunda ana kanala ulaşabildik. Çevre teknelerde, oyuncak, yemek, içki, hediyelik eşya satanlar, her çeşit müzik yapan orkestralar ne istersen var panayır yeri gibi. Ama en ilginç olanı yüzen orkestralar. Teknelerin içinde her türlü çalgıcı, şarkıcı var, dolaşıyorlar ortada gözünüzün içine bakıyorlar. Bizde yerel kıyafetleri olan orkestralardan birinin gözüne baktık, baktık ki hemen yanımızda bağlandı bile. İki tekne yan yana bitişik vaziyetteyiz hem çalıyor hem söylüyorlar, eller havaya dans. Yedi sekiz kişilik otantik müzik yapan kendi özel giysileri içinde Mariachi’ler. Sadece bizim için çok da güzel çaldılar, çok keyif aldık. O kadar çok tekne var ki, çarpışan tekneler gibiyiz, herkes birbirine dokunarak yol alabiliyor. Kısa sürdü gibi geldi ama epey saat olmuş, nasıl geçtiğini anlayamadık.
Şehrin en önemli yerlerinden dünyanın 3. büyük Zocalo kraliyet meydanındayız. Meydan çevresinde başkanlık sarayı, katedral ve arkeolojik Aztek kalıntıları. Ayrıca ortalarda şov yapanlar. Meksika şehri, Azteklerin geçmişte yaşadıkları ve tapınaklarının olduğu yerler. İspanyollar 1517 de buraları işgal etmeye başlayınca Aztekleri öldürür ve en önemli kutsal Templo Mayor Tapınağını da yıkarlar ve buradan çıkan taşlarla Latin Amerika’nın en eski ve en büyük “Kutsal Bakire Meryem’in Cennete Göğe Alındığı Büyükşehir Katedrali”ni inşa ederler.
Büyük Şehir Katedrali oldukça büyük, gerçekten muhteşem, her yerini dantel gibi işlenmiş. 1573 de başlayıp 1813 yılında yani yaklaşık 250 yıl gibi bir süre de tamamlanan, Barok, Neo-klasik ve Neo-Rönesans tarzlarından oluşan Metropolitan Katedral aynı zamanda Meksika Katolik Başpiskoposunun da makamıdır.
Bugün kendimize ziyafet çekmeye karar verdik ve 1912 yılından beri açık olan Cafe De Tacuba gidiyoruz. Güzellikler ile bu geceyi noktalıyoruz.
**
Ana yoldan ayrılıp, dağ yollarını tırmandıktan sonra Ocampo da Monarca kelebeklerinin yaşadığı vadinin yamacına kadar geldik. Bundan sonra epey bir tırmanma yolu daha var. Yolda, at ile mı yoksa yaya olarak mı tırmanalım şeklindeki yoklamada çoğunlukla kahramanca tabi ki yürüyerek diye cevaplamıştı, ama çıkılacak yeri görünce kimsenin nazik bedeni yemedi, herkes atlara..
Çok büyük olmayan orta boylarda milyonlarca kelebek etrafınızda uçuşuyor. Müthiş bir doğa olayı. Kelebekler buraya Eylül-Ekim aylarında geliyor. Burada çiftleştikten sonra erkek kelebekler hemen ölüyor, dişiler ise yumurtladıktan sonra ölüyorlar. Yumurtadan çıkan yüz milyonlarca yeni nesil kelebekler kısa sürede ergenliğe ulaşınca, Meksika’dan Kanada Quebec yaylalarına doğru uçmaya başlıyorlar. Yaşam süreleri olan 4-5 hafta devamlı uçtuktan sonra yollarının üzerinde tek gıda kaynağı endemik bitki türü olan “milky weed”, süt otu bitkilerinin olduğu vadiye iniyor, burada çiftleştikten sonra erkekler hemen dişiler yumurtladıktan sonra ölüyor. İkinci nesil yeni doğan kelebekler aynı rota üzerinde uçmaya başlıyor gene 4-5 hafta sonra yolarının üzerinde olan süt otu yetişen vadiye inip beslendikten sonra çiftleşme, erkekler hemen dişiler yumurtladıktan sonra ölüm, yeni çıkanlar yetişkin olup beslenince tekrar yola devam, 4-5 haftalık devamlı kanat çırptıktan sonra başka bir süt otu olan vadiye inip çiftleşmeler erkekler ve dişilere ölüm, yeni nesil beslenip yola devam. Tam dört nesil sonra hedefleri olan Kanada Quebec vadisinde beslenme alanlarına ulaşıyorlar. Burada doğan yeri nesil Monarca kelebekleri aynı geldikleri yoldan dört nesil önceki atalarının doğduğu yer Meksika Ocampo, Monarca kelebek vadisine geliyorlar ve burada dokuz ay yaşıyorlar.
Daha önce hiç gelmedikleri bilmedikleri sadece süt otu yetişen vadileri bularak beslenen, her seferde ortalama bir aylık ömürleri ile dört nesilde bu yolculuğu tamamlayıp Kanada’ya ulaşan ve bu sefer dokuz ay ömürleri olacak yeni nesil kelebeklerin atalarının yolunu izleyerek aynı yoldan tekrar Meksika’ya aynı vadiye dönen Monarca kelebeklerinin yaşam hikayesi. Sadece genetik kodlama ile aktarılan yol haritasını takip ederek yolculuk yapan hep aynı yerlerde beslenen, neslini devam ettiren bu hayvanlar üzerinde yapılan bilimsel çalışmalar bu boyuttaki bir hayvanda genetik kodlamanın nasıl hatasız bir şekilde aktarıldığı tam olarak çözülememiş.
Monarca kelebeklerinin kısa öyküsü, garip dünyada bir garip yaşam modeli. Burası Meksika şehrinin kuzeyinde kendi halinde bir yer olan Ocampo kasabasına yakın bir vadi. Bu kelebeklerin yaşam döngüsü fark edilince burası bu kelebeklerin cinsi ile anılarak Monarca Vadisi adını almış, sonra da yapılan çalışmalar ile Dünya Mirası listesine alınmış. Bütün bu gelişmeler son on yıllık işler. Bugün burada restoranlar, dükkânlar falan turizm yapılanması, insanların yaşam standartları değişmeye başlamış. Muhtemelen birkaç yıl sonra en çok ziyaret edilen yerlerden biri olacak.
Dünya Mirası listesine girebilmek çok önemli. Bugün 2020 yılı başlarında Türkiye de 18 Unesco listesinde kayıtlı yer var, kimler bunun farkında, kimler buraları ziyaret etmiştir? Buraları uluslararası alanda daha fazla tanıtabilsek ne kadar iyi olur. Bir Göbekli Tepe var ki, inanın ziyaret için aylar sonrasına gün verirsiniz. Bunlar için vizyon gerekir. İnsan için geleceği görebilmek ve kazanılması en zor en değerli olgu. O yoksa, anlamazsınız, dinlemezsiniz, gittikçe batarsınız, bakın halimize. Böyle durumlarda aklıma hep Hikmet Raif’in hikayesi olan o güzel şarkı gelir, “Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime, Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime” (mücrim; suç işlemek, suçlu olmak)
Neyse, dönelim konumuza;
Meksika şehrinden kuzeye doğru çıkıyoruz bir milyon nüfuslu Michoacan Eyaleti’nin başşehri tipik İspanyol şehri Morelia. Şehir merkezi kurulduğu zamanki tarihi dokuyu aynen muhafaza etmiş, bu nedenle de Unesco Dünya listesine alınmış. İspanyollar bir bölgeyi işgal edip şehir kurma kararı verince, önce yerleşecekleri yerin ortasına büyük bir meydan ve etrafına kilise veya katedral, yönetim binası, silah depoları, askeri binalar, meydanın dış çevresi den itibaren de yerleşim yeri ve kiliseler yapmışlar. Bütün İspanyol şehirlerinde bu karakteristik yapılanma modeli hep aynı ve çoğunun ismi de Plaza de Army veya Plaza de Mayor dır. Burası da Morelia Army Meydanı
Eskiden tarihi bir yapı olan ve tam da Morelia meydanına bakan keyifli bir oteldeyiz.
**
Kaldığımız otel geçmişte dini bir tarikata ait manastır olarak çalışmış sonraları gene bu tarikatın Orta Amerika’daki ilk tıp okulu olarak hizmet vermiş son olarak da otel olmuş. Bizde bu oteldeyiz, binanın içinde bütün bu geçmiş kültürlerin kokusunu hissediyorsunuz.
Meydanda büyük muhteşem bir Morelia Şehir Katedrali. Yapılan katedral veya kilise herhangi dini önder adına yapılmamış ise şehir katedrali olarak anılır. Burası da böyle bir yer. Katedral Orta Amerika’nın en büyük katedrallerinden biri ve içindeki org ise bütün Amerika’nın 2 inci en büyüğü. Bina 1774 yılında bir İtalyan mimar tarafından yapılmış, dış cephesi barok iç yapısal tasarımı ise ampir tarzında. Farklı tarzlarda olması buraya farklı bir özellik vermiş. İç süslemelerde 400 kg altın ve gümüş kullanılmış. Muhteşem bir yer.
Buranın yerli halkı Purepechos’lar, savaşçı olarak bilinir ve bağımsızlık savaşının ilk hareketleri de buradan başlamış. Bu anlamda tarihi ve kahraman şehir olarak anılıyor.
İspanyollar işgal ettikleri yerlere önce kiliseler, manastırlar, sonraları yollar, okullar, hastane gibi sağlık ve sosyal konularda yatırım yapmışlardır. Bu davranış kolonyal devletlerin genel politikasıdır. Burada da öyle olmuş, bizde kiliselerin yanı sıra kadınlar ve erkekler için manastırları, kütüphaneleri ve gayet güzel bir üniversite ziyaretlerini tamamladık. Eski yapıların tamamı tipik İspanyol mimarisi.
Tarihi dokusu hiç bozulmayan Patzcuaro şehrindeyiz, gerçekten güzel bir yer. Sokaklar, kiliseler, manastırlar, askeri meydan, satıcılar falan epey vakit harcadık, güneş, sıcak zorlanmalar başladı, tamamdır kalanı bir daha gelirsek o zaman bakarız dedik.
Bu tarihi doku içinde güzel yemek yiyebileceğiniz yerler var, yemekte mutlaka sokak çalgıcıları, sokak satıcıları, para isteyen dilenciler başınıza dikilecek, bir de hesabı dikkatli kontrol etmekte fayda var.
**
UNESCO Dünya Mirası listesinde olan Tekila şehrindeyiz. Adından da anlaşıldığı gibi tekila içkisinin doğduğu ve adını aldığı yer. Gidiyoruz tekila fabrikalarından birine bakalım nasıl yapılıyormuş, kolay bi şey ise belki gelecekte biz de yaparız.
Aloe vera cinsi olan ve 240 çeşidinin sadece mavi olan agave bitkisinin kökünden tekila yapılıyor. Burada dağ taş her taraf mavi agave tarlaları. Doğrudan tohumdan yetişirse 15 yıl, sera da köklendirilip fideden ekilirse 8 yılda hasat edilme olgunluğuna ulaşıyor. 20 ile 100 kilo arasındaki yumru kök üzerindeki yapraklar özenle temizlendikten sonra fabrikaya işlemeye gidiyor. Kökler önce temizlenip parçalanıyor, sonra da kaynatılıp ilk damıtma işlemi ve mayalanma sürecinden sonra birkaç defa daha damıtma prosesinden daha geçiyor. Ne kadar çok damıtma yapılırsa o kadar güzel ve kıymetli. Sonra da meşe fıçılarında 3 ile 5 yıl dinlendiriliyor, al sana içime hazır mis gibi tekila. Agavenin cinsi, proseslerdeki farklılıklar, dinlenme süresi tekilanın kalitesini ve farklılığını belirliyor. Görüldüğü gibi imalat gayet basit, evde bile yapılır bu tarif ile! Böyle yerleri ziyaret etmenin en güzel yanı devamlı tadım olması. Kapıdan çıkarken hafiften tatlı olmuştuk hele bu sıcakta, heyt var mı bana yan bakan… buralara giriş paralı, hiç olmazsa verdimiz parayı çıkaralım. Modern bir tesis, yılda 60 bin ton tekila üretimi yapıyormuş sadece burası, bu şehirde onlarca böyle fabrika var, kim içiyor bu kadar tekilayı birader! Şehir içinde servis yapan otobüslerin bir kısmı fıçı görünümünde, özendirmek için her şey tamam, burada yaşasan her an tekila, şifa niyetine.
Agavenin hiçbir şeyi ziyan edilmiyor yapraklarından kağıt diğer yerleri de kimyasallarda kullanılıyor. Ziyaret ettiğimiz tekila fabrikasının kuruluşu 1836. Yani İspanyolların dönemi, dikkatimi çeken ana binanın avlusunda tarihi bir kilise var ve çalışıyor, üretimin tarihçesini anlatan resimlerde de dini sembollerin olması. Yani geçmiş dönemlerde en azından kilise karşı çıkmamış bu alkol işine. Bir de afrodizyak etkisi varmış bilginiz olsun..
Çok istediğim bir türlü denk getiremediğim, Totonac halkının ritüelik iple dönerek inme gösterileri, hiç beklemediğim anda burada önüme çıktı. Yippuu yaşasın…
Totonac medeniyeti 15. yüzyıllara kadar Totonacapan bölgesinde hüküm sürmüş 16. yüzyıl başlarında büyük bir salgın hastalık sonucu kaybolmuşlar. Tanrıları fazla ciddiye almayıp dua etmeyince çok kızan yağmur tanrısı, yağmurları keser ve büyük kuraklık başlar. Bunun üzerine Totanaklar, ormandan getirdikleri 30-40 metrelik ağacın dallarını keserek tepesine çıkar ve buradan bellerine bağladıkları iple dönerek aşağıya inerler. Bu yağmurun gök yüzünden yeryüzüne inmesi için tanrılara yakarışı temsil eder. İşte bu gösteriyi yakaladık.
Adam, elinde kaval benzeri bir alet ve ucunda küçük bir davul gibi bir şey 40 metrelik direğin tepesinde ayakta çalıyor, bir ses çıkıyor şaşırırsınız her yerden duyulur. Direğin en tepesinde çok dar alanda ayakta durmak da cambazlık gibi bir şey hani. Bu bir çağrı aslında, sonra sırayla 4 kişi direğin tepesine çıkıp ekseni etrafında dönebilen ahşap dört köşe bir kasnağın üzerinden bellerine bağladıkları iple aşağı sarkıyor. Kasnağın bağlı olduğu başka bir tambur, karşılıklı ikişer kişiyi dengeli şekilde döndürerek yavaş yavaş aşağı indiriyor. Lunaparklarda atlı karıncalar gibi, adamlar bellerinden bağlı, baş aşağı açılarak döne döne iniyorlar, kolay iş değil. Totanakların halen devam ettirdikleri geleneklerden. Bu nedenle UNESCO (intengible word heritage) somut olmayan kültürel dünya mirası listesine alınmış.
Sabah ve sonrası hava üşüme derecesinde soğuk oluyor, öğle ve sonrasında ciddi sıcak, ayarımız bozuldu.
Beş milyon nüfusu olan, Jalisco eyaletinin baş şehri Meksika’nın dördüncü büyük kenti ve önemli sanayi bölgelerinden Guadalajara. Burası da tipik İspanyol şehir mimarisi. Bolca sanatsal heykellerin olduğu Plaza Mayor meydanı, çevresinde katedral, yönetim binaları falan. Büyük bir meydan, sanki şehrin yarısı burada, oynayanlar, müzik yapanlar, gösteriler, insanlar sosyalleşiyor. Burası aynı zamanda Meksika’nın IT, international teknoloji merkezi ve ülkenin geleneksel müziği olan Mariachi müziğinin doğduğu yer. UNESCO Dünya Mirası olan Amerika’daki en büyük ve en eski hastane komplekslerinden biri Hospicio Cabanas, 1791’de Guadalajara Piskoposu tarafından düşkünler evi, hastane, yetimhane ve yaşlılar evi olarak yapılmış.
Meksika’nın kurtuluş savaşı ile ilgili büyük boylarda çok güzel duvar resimleri var, bunlara Mural deniyor.
Meksika da çok görülen şeylerden biri de Mural duvar resimleri. 1517 İspanyol işgali ve sonrasında okuma yazma oranının düşük olması nedeniyle Meksika giderek ulusal kimliğini yitirmeye başlamış, başta lisan olmak üzere her şey İspanyol kültür emperyalizminin hakimiyetine girmişti. Özellikle kırsal kesimlerde bu çok daha etkiliydi. 1921 yılı Meksika hükümeti eğitim bakanı Jose Vasconcelos ülkede milli ulus kavramının büyük ölçüde kaybolduğunu fark etmiş, Meksika’nın bağımsızlık mücadelesini ve ulusal değerlerini duvar resimlerinde anlatılması için çalışma başlatmış. Eğitim seviyesinin düşüklüğü nedeniyle gerçekleri takip edemeyen yerel halkın bu resimler ile farkındalığı artmış ve Mural duvar resimleri devletin desteği ile ülkede ilgi görmüş, yaygınlaşmış. Mural duvar resimleri zaman içinde devrimci Marksist, Leninist mesajlar da içermeye başlayınca devlet desteğini kesmiş, duvar ressamları da özel şirketler tarafından desteklenmeye başlanmış, o zaman da sponsor şirketlerin görüşleri doğrultusunda reklam veya siyasi içerikli resimler yapılmaya başlanmış. Birçok yerde görülebilen ve halen devam eden geleneksel duvar resimleri gerçekten çok güzel. Sanat tarzına dönüşen bu akımın en bilinen sanatçıları David Alfaro Siqueros, Jose Clemente Drozco, Diego Rivera gibi isimler.
**
Meksika’nın en güzel şehirlerinden biri UNESCO Dünya Mirası listesinde olan Guanajuato eyaletinin baş kenti Guanajuato. Boyalı evleri, inişli çıkışlı yolları yer altı tünelleri ile ilginç bir yer. 1540 larda İspanyollar tarafından çok zengin gümüş yatakları bulunmuş. Esir alınan yerli halk ve diğer yerlerden getirilen köleler madenlerde çalıştırılmış ve elde edilen 40 bin ton civarında gümüş İspanya’ya gönderilmiş. İspanya’nın bunlar ile büyük hamleler yaptığı ifade ediliyor. Bölge altın ve gümüş madenleri olarak o kadar verimli ki bugün 14 büyük galeri de halen altın ve gümüş çıkartılıyor. Geçmişte açılıp bugün kullanılmayan maden tünellerini genişletilip yol yapmışlar. Şehrin altı bu tüneller ile dolu, çok düzgün ve düzenli olmasa da trafiğe büyük rahatlık sağlıyor.
Geçmişte maden çıkartılan bu yerlerden bazılarına indik, o günkü çalışma şartlarını gördük, insafsızlık, vahşilik kelimesi az kalır çalışma şartlarını görünce.
Mumyalar müzesine gidiyoruz, burada mumya ne arar falan derken geldik müzeye. Onlarca mumya, bundan fazlası da başka bir şehirde müzede sergileniyormuş. Çoluk, çocuk, yaşlı genç bir sürü mumya camekan içinde ayakta durur vaziyette sergileniyor, çoğu neredeyse hiç bozulmamış, saçları dişler hatta bazılarında elbiselerinin, ayakkabılarının bir kısmı bile olan var. Nasıl bir iştir derken açıklama geldi, 1800 lü yılların başında bölgede ciddi bir kolera salgını başlamış, giderek artan salgın karşısında çaresiz kalan yöneticiler hastalardan ümitsiz olanları toplu olarak gömerek salgını önlemeye çalışmışlar. Yıllar sonra toplu mezarlar açılınca cesetlerin bozulmamış olduklarını görmüşler. Yapılan imcelemede bu bölge toprağında bulunan doğal etkin bir madde cesetlerin çürümesini önlemiş ve hiç bozulmadan kalmasını sağlamış. Kendimi zombilerin arasında gibi hissediyorum, etrafımda bir sürü bana bakan mumya hepsi üstüme üstüme geliyor. Hele biri var tek başına, inanın adamın elbiseleri bile üzerinde saç, sakal, dişler hepsi tamam hiç bozulmamış yolda görseniz tanırsınız, tam zombi.
Geçmişte engizisyon mahkemesi ve cezaların uygulandığı yer müze haline getirilmiş, bakalım o dönem yapılan işkenceler ile bugün yapılan sosyal ve fiziki işkenceler hangisi daha etkili. Hıristiyanlığın kuvvetlendiği ve etkisini artırdığı 1200 lü yılların başında, İspanya da Müslüman Araplar, Yahudiler ve Katolik olmayanlar din değiştirmeye zorlanır, buna uymayanlar engizisyon mahkemelerince ibretlik işkenceler ile büyük acılar çektirilerek öldürülürdü.
Müzede işkence aletlerinin hepsi var. Katolik Hristiyan olmayan veya buna inanmayanlara, Protestan mezhebinden olsalar dahi, asılarak, çivili tabutlarda sıkıştırılarak, kafasından aşağı bastırılarak, kafesin içinde güneş altında hayvanlara yem olması, ayaklardan ve ellerden bağlanıp gerdirerek parçalamak gibi bir sürü akla hayale gelmeyen işkencelerin uygulanmış olduğu yer. En ilginç olanı, karısını aldatan adamı Tanrı bile kurtaramaz. Adamın cinsel organı taş üstünde tokmaklarla dövülerek parçalanıyor sonunda adamın ölüsü veya dirisi domuz yağına bulanıp ateşte Kızartma, hayvanlara ziyafet. Sıkıysa kaçamak yap. Kocasını aldatan ise o da benzer şekilde ölüm ile taçlanan bir son. Bu cezalar sadece Katolik olmak istemeyenlere değil, bütün suç işleyen herkes için geçerli, yani buraya düştün mü acı yolculuk başlıyor. Hristiyanlığın en karanlık dönemleri, kiliseler bile o dönemlerde koyu camlar ile karartılır, resimler bile daha karanlık yapılırdı, korku salmak kasvet havası yaratmak için.
Kökten dincilik böyle bir şey, büyük korkular salarak toplumu kontrol etmek. İslami örgütler de İslam’ı yaymak için yaptıklarına bakalım, bıçak ile kafa kesme, insani olmayan her türlü davranışlar. Bunların Tanrı’ya inanmak ona hizmet etmek olduğu zanneden bağnazlar. Aslında işin arka tarafında din ve inançla hiçbir ilgisi olmayan çıkarcılar ve bunları organize eden şerefsiz vicdansız katillerin işleri.
Yıllardan beri birbirleri ile neden savaştığını bilmeyen Müslüman ülkeler, medeniyet ve bilim adına ne yapmışlar, bunların içinde dişe gelen bir tek gelişmiş ülke var mı? neden öldüğünü bile bilmeyen bir sürü garip yalelli. Demek ki sistem de bir yanlışlık var, gelinen yer, İslam dinin de ciddi reform hareketinin mutlak gerekli olduğu.
Dönelim konumuza, burası aslında küçük bir kasaba, ortada küçük te olsa bir meydan tabi ki büyükçe bir kilise. Burada gümüş madeni olduğu belli olunca İspanyol yönetimine yakın birisi madenlerin işletmesinin kendisine verilirse, büyük bir kilise yaptırma sözü vermiş, büyük paralar da kazanmış ve kiliseyi de yaptırmış. Günümüzde de düzenler aynı, sadece üzülenler farklı. İhaleyi alırsın ama cami şart..
Bugün de uzun oldu, akşam keyifli bir yemek hakkettik, ama ondan önce aşk sokağına bir gidelim dedik. Hemen aklınıza yanlış şeyler gelmesin, belki dünyanın en dar sokaklarından biri 60 cm. genişliğinde. Mesela üst katta pencere önünde karşı komşu ile kahve içip sohbet edebilir veya bir kadeh bi şeyler içebilirsiniz ya da komşu uygun ise hafif uzanma ile rahatlıkla aşna fişne durumlar. Aşağıda kapıda eşinizi görünce “benimki geldi şekerim sonra devam ederiz” çek kafayı içeri!
**
Programın dışında bir yer gidiyoruz, Dolores Hildago şehri. 1809 da Napolyon Avrupa da birçok yeri işgal edip kontrol altına alınca İspanya, sömürgelerindeki askerlerini çekmeye başlar. Oluşan otorite boşluğu nedeniyle başlayan bağımsızlık hareketleri, Dolores Hidalgo liderliğinde bütünleşerek 16 Eylül 1810 tarihinde burada görev yaptığı kilisede ilk olarak Meksika bağımsızlığını ilan eder.
İşte yolumuzu uzatıp bağımsızlık hareketinin bütünleştiği ve ilan edildiği sonra da hareketi başlatan lider Dolores Hidalgo’nun adı verilen şehirdeyiz. Her sene Eylül 15 i, 16 ya bağlayan gece saat tam 00,00 da Kilise nündeki toplanan Meksikalılar hep birlikte üç defa “viva Meksika” diye bağırarak kurtuluş günlerini kutlarlar ve sabaha kadar şenlik devam eder.
Guanajuato Eyaleti’ndeki Allende şehri yakınlarında 18. yüzyılda Peder Luis Felipe Neri de Alfaro tarafından yaptırılan ve UNESCO Dünya Mirası listesinde olan Sanctuary of Atotonilco kilise korteksinde gidiyoruz. İşlemeler, duvar resimleri, kabartmalar, heykeller gerçekten harika bir yer. Bu İspanyollar da kilise yapmadık yer bırakmamışlar, nereye gitsen her taraf kilise, hepsi de muhteşem yapılar. Ciddi iş, ne kadar köle, yerli halkı bedava çalıştırsan da ciddi paralar, adamlar amma sömürmüş ha.
Tam olarak adı, San Miguel de Alllende şehrine geldik. Burası da “magic city”, büyüleyici şehir unvanı olan yer. Resmi olarak bu unvanı almak için, şehrin tarihi olması, kültürel ve manevi değerlere sahip çıkıp devam ettirmesi, sosyal aktiviteler festival gibi organizasyonlar ile şehri sürekli canlı tutup bilinirliğinin arttırılması gibi değerler var. Burası da bunları fazlası ile sağlamış, en çok ziyaret edilen yerlerden. Gerçekten harika huzurlu keyifli bir yer, böyle bir yer düşünmemiştim doğrusu. Bu güzel şehri dolaşalım, tabi ki önce büyük meydan ve etrafında katedral. Gerçi birkaç yüz metre mesafelerde birden fazla kilise daha var, sordum cemaat var mı diye, valla gelip giden oluyor ama en çok turistler gibi bir cevap. Bizdeki gibi cemaatten çok camiinin olması. Harika kafeler, restoranlar, şık mağazalar, dükkanlar. Seramik konusunda oldukça güzel ürünler var. Ara sokaklar caddeler yollar, tarihi ve geçmişi aynen muhafaza etmiş ve halen yaşatıyorlar, aferin valla burası çok hoşuma gitti etkilendim. Burası da UNESCO Dünya Mirası listesinde. Emekli Amerikalıların yerleştikleri bir yer, böyle olunca fiyatlar biraz uçmuş, evler de birkaç milyon dolar seviyelerinde.
Karımla şarap içesim geldi söyle hafiften romantik bir yer bakınıyorum, akşam yemeği için bugün burada özel olsun istedim. Arkadaşlar, burası Meksika, burada takıla içilir dediler bende “şart midur” dedim cevap yok, bol tekila ve margarita ile devam kararı…
Otel harika bolca agavelerin, değişik kaktüsler ve bitkilerin olduğu butik otel.
**
Sabah Allende şehirde keyifli bir kahvaltı sonrası yola devam. Başka bir UNESCO Dünya Mirası şehri olan Queretaro ya gidiyoruz. Burası da Meksika’nın kurtuluş yolunda büyük mücadele veren yerlerinden. Bu mücadele de önderlik yapan 16 kahramanın birlikte anıt mezarının olduğu pantheon ziyareti. Büyük bir bahçe içinde her birinin heykelleri bağımsızlık yolunda yaptıkları ve kısa hikayeleri.
1725 de Martines, manastırda rahibe Maria’ya aşık olur ve evlenmek ister. Rahibe Maria, böyle bir şeyin mümkün olamayacağını rahibelerin asla evlenmemeleri gerektiğini anlatır. Marines in aşırı ısrarı üzerine rahibe teklifi kabul eder ancak büyük su sıkıntısı çeken şehre su getirirsen diye şart koşar. Martines heyecanlanır ve bütün imkanlarını kullanarak 1728 ve 1734 yılları arasında şehre aqueduct denilen su kemerleri inşa ettirir ve suyu getirir. Rahibe Maria başta imkansız gibi gördüğü bu olay karşısında şaşırır ne yapacağını bilemez. Son çare, şekerim daha iyilerine layıksın! diyerek sözünden cayar evlenmez. Bazen büyük aşklar böyle de olabiliyor, soylu zengin adam ile rahibe Maria’nın aşk hikayesi.
Dünya Mirası listesinde olan tarihi Queretaro şehir merkezine gidiyoruz. Büyük meydan Plaza de Army çevresinde katedral, belediye binası, ortada büyük bir süs havuzu. Diğer şehirler gibi klasik temiz bakımlı İspanyol tarzı sokaklar, evler ve bir sürü kilise..
**
Sabah başkent Meksika Şehrine gidiyoruz, yolda başka bir UNESCO Dünya Mirası listesinde olan Padre Tembleque su kemerleri. Bazı yerlerde kemerler üzerinden bazı yerlerde toprak seviyesi ve altından birleşik kaplar mantığı ile 1553 ve 1570 arasında inşa edilmiş toplam uzunluğu 45 km olan su kanalı. İstanbul da Bozdoğan kemerlerinin benzeri ama bizimki dünya mirası değil.
Meksika şehrinde görülmesi gereken yerlerden biri de Frida Khalo müzesi. Neredeyse bütün hayatını geçirdiği evi, kullandığı eşyaları ve eserlerinin sergilendiği sanat müzesi olmuş, meraklısı çok, ciddi sıra var neyse bir yolunu bulduk girdik.
21.yüzyıl da popüler kültür ikonu haline gelen Meksikalı ressam Frida Kahlo, resimlerinin yanı sıra inişli çıkışlı özel yaşamı ve politik görüşleri ile tanınır. Sürrealist ressam olarak bilinen Frida, 6 yaşında çocuk felci nedeniyle sakat olarak hayata tutunmaya çalışmış, 18 yaşında büyük bir kaza sonucu mucize olarak hayatta kalmış ve esas olarak da bundan sonra resim yapmaya başlamış. 22 yaşındayken çalışmalarını usta bir sanatçıya göstermek ister ve 43 yaşında Diego Rivera ile evlenir. Kocası ve kendisi farklı ilişkiler yaşar, bilinen resimlerinden biri de kocasının kız kardeşi ile aldatmasını konu alan resmidir. Hayatının büyük kısmı yatakta geçen Frida 1954 yılında zatürre nedeniyle ölür.
Meksika’nın kapsamlı araştırma ve yenilik çalışmaları ile dünya sıralamasında öne çıkan ve bağımsız bütçe yönetimi olan Unam Devlet Üniversitesi.
Büyük bir kampüs içinde kocaman ana binalardan birinin bütün dört tarafı boydan boya mozaikler ile yapılmış muhteşem tablo. Gerçekten farklı ve görkemli görüntü veriyor. Burası da UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış, laf aramızda ama tam anlaşılır makul bir gerekçe yok galiba, aradan listeye girmiş gibi bir durum.
Meksika, geçmişte büyük izler bırakmış birçok medeniyetlerin doğduğu topraklar. Günümüzde İspanya’nın kültürel ve sosyal etkisinin kuvvetli olarak hakim olduğu, diğer taraftan kendi geçmiş kültür ve medeniyetlerini öne çıkartarak ulusal kimlik kazanmaya çalışan büyük bir ülke. Amerikan filmlerinin pompaladığı geniş kenarlı şapkalı, sakallı, öldüren, yakan, yıkan, kötü görünümlü ağzında devamlı sigara haydut kılıklı adamlar yok, bunlar film stüdyolarında. Büyük ekonomik sınıf farklılıklarının yarattığı sosyal farklılıklarının açıkça belli olduğu ancak bunları dile getiren protesto ve miting yapma özgürlüklerinin olduğu yer. Büyük rüşvet ve yolsuzluğun geçerli olduğu, diğer taraftan da yaralarını sarmaya çalışırken kendi içinde fokurdayan, sanayisi ve muhteşem güzellikleri olan bilime önem veren Meksika.
Meksika’ya yaptığımız ve diğer bütün gezilerimizde özellikle UNESCO tarafından Dünya Mirası ilan edilen yerlere gitmeye çalışıyoruz. Buralar o ülkenin tarihini, ulusal ve kültürel değerlerini, en önemlisi medeniyetleri var eden insanların geleneksel yaşam biçimlerini örf ve adetlerini anlatıyor. Buralar sayesinde o topraklar hakkında çok değerli bilgiler öğreniriz. Meksika da 34 Unesco Dünya mirasından 18 tanesini ziyaret etme fırsatımız oldu, zaten program da o yöndeydi. Bu sayede geçmiş medeniyetleri, kültürleri, tarihi ve ulusal değerleri fark edebilme şansı olabiliyor. Bunlar UNESCO tarafından koruma şemsiyesi altına alınmamış olsaydı birçok değerler yitirilmiş olacaktı. Tarihi yapıların, kültürel değerlerin, insanların yaşam biçimlerini tarif eden değerlerin korunması, sahip çıkılması adına UNESCO Dünya Mirasları listesinde olmak çok önemli. Bu çalışma devlet ve yerel yönetimlerin gayreti ile olabiliyor. Ekonomik tarafı ise gelen ziyaretçiler buraya ciddi şekilde ticaret yapılanması ve yörenin kalkınmasına büyük katkılar sağlar. Türkiye de Anadolu kültür ve medeniyetlerini tanıtabilsek, bunları UNESCO listesine alınması için yeterli çaba sarf edilse, o yörelerde ekonomik ve sosyal yapılanmalar çok ciddi şekilde değişir. Türkiye de 18 kayıtlı dünya mirası var, bunlar ülke içinde ve dışında yeterince tanıtımı yapılamamaktadır. Buna itirazı olana hemen, Türkiye de kaç listede olan yeri gezdin diye sormak gerekir. Gözden kaçırdıklarımızdan biri daha..
Sabah erken uçakla vatana dönüyoruz hem özlüyorum hem de kaynayan toplumsal ve uluslararası problemler ve de corana virüs salgının yarattığı endişeler içindeyiz.
Sevgilerimle
Hayrettin KAĞNICI
Mart 2020