Arjantin, Buenos Aires

Uzun yıllar, gitmeyi hedeflediğim, güney yarım kürede dünyanın dibi Patagonya ve Antarktika hazırlıkları tamamlandı. Yola çıkma zamanı.

Aralık ayında İstanbul da havalar soğumaya başlayınca yaz mevsiminin hüküm sürdüğü sıcak ülkelerden Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e gidiyoruz.  Brezilya, Sao Paulo da bir saat yakıt ikmali dahil toplam 17 saatlik uçuş, Dünyanın öbür ucu. Neyse geldik ama yorgunluktan ruhumuz ile bedenimiz farklı çalıyor.

Arjantin halklarının yaşadıklarını ve buranın kültürünü yerinde öğrenmek için önce buraları gezeceğiz, öğreneceğiz.

1870’li yıllardan itibaren zengin yer altı kaynakları ve tarımsal faaliyetlere elverişliliği sayesinde dünyanın en zengin devletlerinden biri olan Arjantin, o dönemlerde ekonomik refah nedeni ile özellikle 1870 ve 1930 yılları arasında bir göç merkezi hâline gelmişti. Bu dönemde ülkeye en fazla gelen İtalyan ve İspanyol göçmenler ve bunların yerli halk ile evlilikleri sonucu oluşan melez ırk mestizolar bugün nüfusun büyük kısmını oluşturur.

Arjantin toplam yüz ölçümü 2,791,810 km2, Türkiye’den yaklaşık 3,5 kat büyük Güney Amerika’nın ikinci, dünyada ise en büyük sekizinci ülkedir. 47,5 milyon nüfus ve kişi başı GSYH 9 bin doların altında olan Arjantin Cumhuriyeti ciddi ekonomik kriz yaşamaktadır. 2024 yılı ocak ayı ilk haftasında 1 dolar, yaklaşık 960 Arjantin pezosu iken iki hafta sonrasında 1 dolar=1200 pezo olmuştu. Yani iki hafta da yaklaşık %30 para değer kaybı oldu. Çok farkımız yok galiba.

100 dolar bozdurursanız yüz bin pezo, en büyük banknot 1000 pezo olunca elinizde koca bir para destesi, bir yere de sığmıyor. Kredi kartı geçiyor ancak banka otomatik olarak kuru çok düşük olarak kabul ediyor ayrıca yüksek komisyonda alıyor.  Böyle olunca nakit olarak harcamak daha uygun.

Enflasyon oranı de çok yüksek fiyatlar günlük değişebiliyor, fiyatlar hergün değişiyor.

Din ve inanç dağılımı; %94 Hristiyan, %2 Yahudi, %1 Müslüman, %3 diğer. Ancak son yıllarda Hristiyan nüfusun ciddi biçimde ateizme kaydığı gözlenmiş. Verilere göre ülkenin %35’i hiçbir dini ve inancı doğru ve samimi bulmuyor, inanmıyor.

Arjantin, başkanlık sistemiyle yönetilen demokratik, laik ve federal bir anayasal cumhuriyettir., Nüfusun %97’sinin anadili olan İspanyolca resmi dildir.  Bölgeye gelen ilk Avrupalılar olan İspanyollar, ülke topraklarının büyük gümüş rezervlerine sahip olduğuna inandıklarından buraya la Plata ismini vermişlerdir.

Arjantin, ülke genelinde çöl havası ikliminden en sulak iklime, en kurak iklim bölgeden en yağmurlu ve en sıcak iklim bilgesinden buzullara kadar 23 farklı iklim zonu bulunur, bu durum, dünyada bu kadar dar alanda bu kadar farklı klima zonu olan tek ülkedir.

**

Arjantin’in siyasi tarihi ile Türkiye’nin siyasi tarihi konularında benzerlikler vardır, buralara kadar gelmişken bunları da anlamak gerekir.

1943’te başkan Ramon Castillo yönetimine karşı bir darbe olur ve darbenin lideri Juan Domingo Perón iktidara gelir. Peron ilki Şubat 1946’da 1951’de ikinci defa devlet başkanı seçilir. Fakat otoriter siyaseti yüzünden ülkede karışıklıklar çıkar ve 1955’te ikinci bir darbe ile devrilir. Uzun yıllar sürgünde yaşayan Peron 1973’te ülkesine döndüğünde tekrar devlet başkanı seçilir. Bir yıl sonra ölümü üzerine yerine karısı Isabel Peron devlet başkanı olur. Ancak o da ülkenin birlik ve beraberliğini sağlayamadığı için 1976’da askeri darbeyle tekrar düşürülür. 1976-1982 yılları arasında Arjantin’i yöneten darbeci generaller, “Ulusal Uzlaşma Süreci” adı verilen hareket başlatır ve hapsedilenler dışında sol görüşlü demokratlardan 30.000 kişi öldürülür. Hafızalardan silinmeyen bir dönem yaşanmıştır.

Askeri cunta, ülkede artan huzursuzluk ve iç karışık konusunda dikkati dağıtmak amacıyla, Atlantik Okyanusunda, Arjantin sahillerine yakın, 1882 yılından beri İngiltere’nin sömürgesi olan Falkland Adaları, Güney Georgia ve Güney Sandwich Adaları üzerinde egemenlik hakları olduğunu iddia ederek adaları işgal eder. 1982’de askeri cunta yönetimin Falkland Adalarını işgal etmesinin ardından çıkan savaşta İngilizlere yenilen Arjantin, 1995’te yapılan antlaşmaya göre, adalar üzerinde bir daha güç kullanarak hak iddia etmeme konusunda taahhütte bulunur. Bu savaşta çok fazla Arjantin askeri ölmüştü.

**

Albay Juan Domingo Peron, 1943 yılındaki askerî darbede rol alarak siyasete girer ve çalışma bakanı olur.  Bu dönem halkın yanında olması nedeniyle “emekçi babası” olarak tanınmıştı.

Arjantin’in Los Toldos kentinde, beş çocuklu fakir bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelen Eva, yedi yaşındayken babasını kaybetti ve 14 yaşında Buenos Aires’e gider. Buenos Aires’te bir süre işsiz ve parasız kaldıktan sonra radyolarda çalışmaya başlar. Radyoda şovlar yaparak, tiyatroda küçük rollerde oynayarak hayatını devam ettiren Evita, 1944 yılında Juan Domingo Peron ile tanışır.

Başkan Domingo Peron ile Eva’nın tanışmaları ; Arjantin de yoksul bölgede büyük bir deprem olur ve çok insan ölür, çok evler yıkılır. Evita buraya sendika başkanı olarak gelir ve konuşmalar yapar, yardımlar dağıtır, halka yardımcı olur. Başkanın da geldiği bir gün, Başkan Eva’nın konuşmasından etkilenir hoşuna gider ve kendisiyle tanışır. Bu tanışma daha ileriye evlenmeye kadar gider.

María Eva Duarte de Peron, 7 Mayıs 1919- 26 Temmuz 1952 tarihlerinde arasında Arjantin Başkanı Juan Domingo Peron’un ikinci eşi olarak “First Lady” olur. Halkın yanında olan ve toplumun aydınlanma sürecini başlatan Eva Peron İspanyolca “Küçük Eva” anlamına gelen Evita lakabıyla anılır.

Düşük gelirli işçilerin durumlarını düzeltmeye yönelik çalışan Juan Domingo Peron, 1944 yılındaki darbenin ardından tutuklansa da Eva Peron ve arkadaşlarının işçileri yanlarına alarak başlattıkları grevler neticesinde serbest bırakılır. Bundan çok kısa bir süre sonra da Eva ile Juan Domingo Peron evlenir. Domingo Peron, 1946 tarihinde de başbakan olur ve 1955 yılında yine bir askerî darbe ile düşürülür. Bu dönemde Arjantin’de birkaç askeri darbe daha yaşanır ve 1973 yılında Domingo Peron tekrar başkan olur. 1974 yılında Juan Domingo Peron’un ölümünden sonra yeni eşi Isabel Peron başkan olur ancak 1976 yılında Isabel Peron da askeri darbe ile düşer.

Evita, kocasının diktatörlüğü döneminde kadın hakları için çalışmış ve aktif olarak siyasetin içinde yer almamıştır. Her zaman halkla iç içe olmuş, İşçi sendikalarının örgütlenmesinde önemli rol üstlenmiş ve 1947 yılında kadınların oy verme hakkı elde etmesinde büyük katkısı olmuştur. Fakir halka yiyecek, para ve ilaç yardımında bulunmuş, çocuklar için yardım kampanyaları düzenleyerek halk ile iç içe olmuştur.

Juan Peron’un ikinci kez başkan seçilmesinden birkaç gün sonra Eva Peron, bir devlet töreni ile, “ulusun ruhani lideri” olarak adlandırılır. Yakalandığı amansız hastalık nedeniyle tedavi için gittiği Amerika’da kemoterapi görmüş, o dönemde çok yaygın olmayan bu tedavi şekli ilk defa bir Arjantin vatandaşına uygulanmıştı. Evita Peron, 26 Temmuz 1952’de 33 yaşında kanserden hayatını kaybeder. Ölümünden sonra Eva Peron’un cenazesi, muhaliflerin yağmalamasından kaçırılarak bilinmeyen bir yere gömülür. Cesedi 16 yıl saklandıktan sonra gömüldüğü yerden çıkartılıp önce eşinin yanına, sonra da aile mezarlığına defnedilir.

Eva Peron her zaman siyasetle ve halkla iç içe olmuştu. Eva Peron’un hayatını anlatan Evita müzikali ölümümden yıllar sonra sahnelendi. Madonna daha sonra bu müzikalin beyaz perde uyarlamasında rol aldı ve “Don’t Cry For Me Argentina” müziği ile uzun yıllar hafızalardan silinmemiştir.

Bugün, Arjantin, bitmeyen, askeri ve siyasi kutuplaşmalar ve bu ortamın yarattığı gittikçe dibe vuran ekonomi ve sıkıntılar, yoksulluk ve sefalet ile boğuşmaktadır.

Buraya kadar en kısa özet formatında anlatılan Arjantin de yaşanan olayları aklınızda tutun ve Türkiye de 1950’den itibaren yaşananları düşünün, hatırlamaya çalışın veya bilgilenin. Bitmeyen, sağ sol çatışmalar, kutuplaşmalar, askeri darbeler, idamlar, kaybolanlar, işkenceler, öldürülen on binlerce sağcı solcu gençler, dini tarikatlar, etnik guruplar üzerinden yaratılan Asala, PKK gibi terör örgütleri, siyası ve dini kutuplaşmalar, yılarca süren çocuklarını kaybetmiş acılı anneler üzerinden yürütülen “Cumartesi anneleri” toplanmaları. Ne kadar benzer şeyler ve bir ülkeyi parçalamaya yok etmek için benzer siyasi ve askeri oyunlar. Bunları kim yapıyor, yaptırıyor, kim bunlara para, akıl ve destek veriyor sorusu da size “ev ödevi” olsun. Ülkemizin etrafında ve içinde neler dönüyor konularında farkındalıklarımız artsın!

En azından, hepimizin hatırlayacağı, 12 Eylül 1980 Kenan Evran askeri darbe dönemi ve sonrasında bugünkü tarikat yapılanmalarının temellerinin atıldığını, çok sayıda imam hatip okulları ve dini vakıflar ve mekteplerin açıldığını yani bu günlerin temellerinin o zamanlarda atılmış olduğunu unutmayalım.

Arjantin’de son durum;

Arjantin ekonomik olarak durumu pek parlak değil enflasyon çok yüksek %225’lerde. Burada 2023 kasım ayında yapılan seçimleri aşırı sağcı parti lideri Javier Milei kazandı.  İktidardaki ilk icraatı, çıkardığı yeni yasalar ile faşist baskıların artacağı sinyalini verdi. Buna göre, yanlış bilgilere dayanarak, ekonomi ve politika hakkında yazı yazmak, üç kişiden fazla siyasi amaçlı toplantı yapmanın cezası 6 ay hapis, ömür boyu siyasetten men olmak.

Arjantin’in yeni Cumhurbaşkanı Javier Milei, şok terapisini de açıkladı: iktidara geldikten sonra para biriminin yüzde 50’den fazla değer kaybetmesinin ardından beklenen protesto dalgasına önlemek amacıyla yeni yasa çıkardı “Ya kurşun ya da hapis” ve “Çok fazla para harcayan bakanı kovacağım”

Yeni yasa polise de birtakım yetkiler veriyor. Örneğin polis, protestolarda kullanılan maske ve sopalara el koyabilecek. Öte yandan yasa, gençlerin protestolara katılımını da sınırlandırıyor. Eğer okulda olması gereken gençler protestolara katılırsa bu gençlerin okul ile ilişkisi kesilebilecek ve ebeveynlerine yaptırım uygulanacak.

Demokrasinin ve ekonominin zorbalıkla, düzeltilebileceğini zannetmek. Baskıcı, rejim böyle bir şey.

Buraya kadar olanlar, Arjantin’in siyasi tarihi hakkında kısa bilgilenmeydi.

**

Dönelim gezimize;

Güney yarımkürenin Paris’i olarak da bilinen “Buenos Aires”, Türkçede “güzel rüzgarlar” veya “güzel hava” anlamındadır. Buenos Aires yerleşim bölgesi, yaklaşık 15,6 milyonluk nüfusuyla Amerika’nın en kalabalık beşinci metropol bölgesini oluşturmaktadır.

İspanya’nın Napoleon tarafından işgalini fırsat bilen İngiltere 1806 yılında burayı kısa süreliğine işgal eder ancak bir sene sonra organize olan Arjantin kuvvetleri İngilizleri kovar. 1810 Mayıs’ında başlayan bağımsızlık savaşları 9 Temmuz 1816 da mutlu sona ulaştı ve bu 9 Temmuz bağımsızlık günü olarak kutlanır.

Dünyanın en büyük nehirlerinden Amazon nehrinin bir kolu Buenos Aires’ten denize akıyor. Taşıdığı alüvyonlar nedeniyle deniz hep bulanık.

**

Buenos Aires Katedraline gidiyoruz;

Buenos Aires’te yer alan ana Katolik kilisesi Neo-Klasik bir mimari tarza sahiptir. Şehir merkezinde bulunan kilise, Plaza del Mayo’nun çevresindeki tarihi yapılardan biridir. Aynı zamanda Buenos Aires Başpiskoposluğunun ana kilisesidir.

Buenos Aires Şehir Katedrali, 16. yüzyılda inşa edilmiş, bugünkü mevcut binanın yapımı ise 1745’te başlamıştır. Günümüzde 18. yüzyıldan kalma kubbesi ve 19. yüzyıldan kalma Neo-Klasik cephesi ile farklı mimari tarzların etkileyici bir yapıdır.   İçerisinde 18. yüzyıldan kalma heykeller, sunaklar ve Neo-Barok, Neo-Rönesans dekorasyonlar yer alır. Bünyesinde yer alan müzik şapeli ile de ziyaretçilerinin ilgisini çekmektedir.

Arjantin’in ve devamında Şili ve Peru ve İspanyolların da bağımsızlık mücadelesinde büyük katkıları olan halk kahramanı General Jose de San Martin’in mezarı da Katedralin içindedir. Arjantin halkının sevgi ve saygı ifadesi olarak askerler 24 saat mezarı başında nöbet tutarlar. Ziyaretimizde askerlerin nöbet değişimine denk geldi, akde vefalı olmak, yapılanları unutmamak güzel şeydir. Kardinal Jorge Mario Bergoglio’nun 2013 yılında papalık tahtına yükselen geçişini gösteren birçok dini figürün sergilendiği etkileyici bir müze de bulunmaktadır.  Önemli bir yapı aslında.

**

Paseo Del Rosedal, Buenos Aires de büyük bakımlı güzel bir mesire alanı. 2011 yılında Buenos Aires Belediye meclisi tarafından şehrin kültürel mirası ilan edilen bahçe, 2012 ve 2014 yıllarında da Dünya Gül Dernekleri Federasyonu tarafından Uluslararası Bahçe Mükemmellik Ödülü’nü almıştır.

Dönemin politikacısı Juan Manuel de Rosas’a ait boş bir arazi iken Buenos Aires belediye başkanının teşviki ile 1914 yılında gül bahçesine dönüştürülmüş. Başlangıçta 146 gül fidanı dikilmiş, göl üstüne Yunan mimarisine uygun bir köprü ve birkaç çardak inşa edilmiş, zaman ilerledikçe Endülüs tarzı avlu ve şair bahçesi de yerini almıştır. Şairler bahçesinde Don Kişot’un yazarı Cervantes başta olmak üzere 26 şair ve yazarın büstü bulunmaktadır.

Ayrıca büyük bir anıt duvar var, burada Arjantin’in kurtuluşu için savaşarak ölenlerin isimleri yazılı. Bazılarının yanına sembolik olarak kırmızı gül ilave edilmiş, bu Eva Peron yanlısı olduğu anlamı.

**

Dünyanın en güzel mezarlıklarından biri olan Recoleta Mezarlığı, eşsiz motif ve süslemeler ile gerçekten çok farklı bir yer.

Mezarlık, 17 Kasım 1822 yılında Fransız mühendis Prospero Catelin tarafından tasarlanmış, 1880 ve 1930 yılları arasında Paris ve Milano’dan ithal edilen malzemelerle yapılmış. Madem güzelmiş, ölünce beni de gömün buraya diye düşünüyorsanız, öyle olmuyor işte; sıra var, önce kaydını yaptır, sağlam miktarda para yatır, kuvvetli torpil bul öyle gel veya başka bir yerde öl diyorlar.

Kuruluşundan bu yana ünlüler, politikacılar, edebiyatçılar, üst düzey yönetici, iş adamlarının gömüldüğü yer. Her bir mezar, farklı büyüklükte kendi içinde bağımsız bölümleri var, bazıları birkaç katlı kocaman yapılar, ev gibi.  Binaların cephesi, odaların içi dışı sanatsal değeri olan heykellerle donatılmış. Hele bazıları var ki neredeyse birkaç yüz metre kare büyüklüğünde rölyefler, çok ince detayları olan sanatsal mermer heykeller, resimler, dini figürler sanat evi gibi. Bazılarının kapının önünde kocaman heykeller var.  Büyük alan üzerinde müze gibi bir yer, İnsan burada yatsa canı sıkılmaz her türlüsünden mefta var.

Ülkenin yedinci Cumhurbaşkanı Domingo Faustino Sarmiento, vefat etmeden önce mezarını kendisi tasarlamış bir de mezarının üstünde büyük bir akbaba minyatür bir koydurtmuş. Adama bak yatacak yerini, ne olur olmaz diye kendi hazırlamış.

Liliana Crociati, 1970 yılında Avusturya’da balayında ölmüş. Liliana Crociati’nin mozolesine; ailesi, mezarın içine yatak odasını inşa ettirmiş. Ayrıca mozolenin girişinde de yanında sevgili köpeği ve gelinliği içinde bronz bir Liliana heykeli yerleştirilmiş. Açılmadan iade anlamında olmalı!

Eski Arjantin başkanlarından Sarmiento ve Raul Alfonsin’in mezarları burada, Hepsini ziyaret etmek isterseniz gün yetmez.

Böyle olunca, Recoleta Mezarlığı ile ilgili ilginç hikayeler çıkıyor, bu da burayı daha dikkat çekici yapıyor olmalı.

Kızlık soyadı Duarte olan Eva “Evita” Peron’un mezarı da burada. 1952’de 33 yaşında kanserden ölünce, 16 yıl boyunca kendisine karşı olanların cesedi parçalamasın diye bilinmeyen bir yerde saklandıktan sonra Recoleta Mezarlığında bulunan babasının mezarına defnedilmiş. Bugün halen ölüsüne bile tahammül edemeyenlerden korumak amacıyla, Evita’nın kemikleri yerin 5 metre kadar altına ve sağlam bir şekilde güçlendirilmiş bir mahzenin içinde muhafaza edilmektedir.

**

Bugün 31 Aralık 2023, yılbaşı, kendi içimizde kurduk çilingir soframızı, sohbetli mütevazi yılbaşı yemeği ile 2023 veda ediyoruz.

**

Senenin ilk günü, hava aydınlık ve açık, dileriz ki bu sene eskilerine benzemez, daha insanca ve adaletli bir dünyaca yelken açarız.

İlk olarak, Buenos Aires de bağımsızlık sembolü haline gelen Plaza Del Mayo meydanında görkemli bir yapı olan devlet evi, eski başbakanlık konutu veya Pembe Ev’e gidiyoruz, sadece dışardan görmek ve hikayesini dinlemek için. Çok önemli bir bina.

Arjantin Başkanı Julio Roca, 1882 yılında mimar Enrique Aberg’i eskiden burada bulunan başkanlık binasının yerine, yakındaki postane binasına benzeyen yeni bir bina tasarlaması için görevlendirir. Daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda mimar Francesco Tamburini iki bina arasında eklemeler yaparak tek bina haline getirir ve La Casa Rosada olarak bilinen yapı tamamlanmış olur. Pembe renge boyandığı için, Pink House, Pembe Ev olarak da bilinen bina bugünkü son halini 1898 yılında almış olur.

Arjantin mimari tasarım özelliklerinin yansıtıldığı bu önemli bina ‘‘Devlet Evi’’ olarak da anılır. Eski Arjantin Başkanları’nın eşyalarının sergilendiği bir müze haline dönüştürülen sarayın Arjantin siyasi tarihi içinde önemli bir yeri vardır.

25 Mayıs 1944, Eva Peron, Arjantin Başbakanı olan eşi Juan Peron’un muhalifleri tarafından tutuklanması üzerine ünlü Casa Rosada’nın balkonuna çıkıp 300 bin kişinin önünde eşinin serbest bırakılması için etkili bir konuşma yapmıştı. Bu isteğinin yerine getirilmesinden sonra da balkona çıkarak sosyal adaletsizlik ve yoksullukla savaşma çağrısında bulundu. Bu konuşma onu siyaset hayatında daha ileri gitmesinin yolunu açtı. Tarihe damgasını vuran bu balkon konuşmasının yapıldığı binanın önündeyiz. Sonraları diğer devlet başkanlarının gerekli durumlarda yaptıkları “balkon konuşması” geleneği buradan esinlenilmiş.

Plaza Del Mayo çok büyük bir alan, şehrin sembolü olan Dikilitaşın bulunduğu 9 Temmuz Caddesi, dünyanın en geniş caddesi olarak ün yapmış.

Akşam, Arjantin soğanlı pizza yedikten sonra, Tango gösterişine gidiyoruz.

Tango kültürü ile dolu güzel bir gece oldu.

**

1970 yılında Amerikan CIA gizli servisi burada gelişmeye başlayan sol hareketi kontrol etmek için İspanyollar ile birlikte “Condor” planını uygulamaya başlatır ve sonucunda mevcut yönetim askeri darbe ile devrilir. Askeri darbe yapanlar 1974 ile 1983 yılları arasındaki iktidar dönemlerinde solcular, komünistler, muhalif binlerce insan evlerinden alınmış, işkenceler yapılarak öldürülmüşlerdi.

1976-1983 yılları arasında askeri cuntanın yok ettiği 30.000 kayıp çocuklarını arayan Arjantinli anneler, Plaza de Mayo meydanında başlarına beyaz eşarp bağlayarak perşembe günleri “Perşembe Anneleri” olarak toplanmaya başlamışlardı.

Türkiye’de de terör nedeniyle kaybolan çocuklarının akıbetini öğrenmek isteyen anneler “Cumartesi Anneleri” olarak toplanmaya başlamışlardı. Yıllarca süren bu eylem de bir şekilde sonlandırıldı.

Arjantin 1978 Dünya kupası maçlarına kadar kapıları dışarıya kapalı bir ülkeydi, dünya kupası ile gazeteciler, ziyaretçiler buraya gelmeye başlayınca, burada olanlar ilk olarak dünya kamuoyunda öğrenilmeye başladı. Dünyanın ilgisi bu kupa ile Arjantin’e çevrilmeye başlamış oldu.

**

La Boca’ya gidiyoruz.

Buenos Aires’in en renkli yerlerinden Riachuelo Nehri boyunca çoğunlukla işçi sınıfının oluşturduğu bir bölge. Burası Arjantin’in en eski limanlarından biri, batmış veya eski gemilerden sökülen saç ve malzemelerle inşa edilmiş, buldukları boyalarla boyanmış rengarenk orijinal evleri ile ünlü bir yer.

El Caminito Sokağı buranın görülmesi gereken en bilinen sokağı. Bölge ressamlarının eserlerini sergilediği açık hava müzesi gibi, gırafiti sanatçılarının yaptığı duvar resimleri, Arjantin’in dünyaca ünlü eski futbolcusu Diego Maradona’dan, Katolik dünyasının Arjantinli ruhani lideri Papa Franciscus’a kadar birçok kişinin heykeli var. Burayı esas çok bilindik olmasının sebebi, Ünlü futbolcu Diego Maradona, Evita (Eva Peron), Gardel gibi ünlülerin burada yetişmiş olmaları ve tangonun doğduğu yer olarak kabul edilmesi.

Uruguay doğumlu Carlos Gardel tango tarihinin en unutulmaz kişiliği. Kendisine “Carlitos”, “Tango’nun Kralı”, “El Mago” (Sihirbaz) ve ironik bir biçimde “El Mudo” (Sessiz) gibi isimler yakıştırılıyor. Gardel’in Alfredo La Pera ile birlikte ortaya çıkardıkları günümüzde artık klasikleşmiş tangolar arasından en önemlileri şunlar, Mi Buenos Aires querido, Cuesta abajo, Amores de estudiante, Soledad, Volver, Por una cabeza ve El día que me quieras.

Arjantin’in sokaklarında ilk çıktığı dönemlerde ayıplanan, hor görülen bir dansmış tango. Büyük şehre alışamamış göçmenler, sokaklarda dans ederek sıkıntılarını, hüzünlerini, aşklarını, sevgilerini aktarırlarmış. Tarihçiler ise dansın aslında Arjantin’in yoksul bölgelerinde yapıldığını, ancak zengin sınıfın bu dansla ilk kez genelevlerde tanıştığını söylüyor. Sonraları ise salonlara girmiş tango ve tüm dünyaya yayılmaya başlamış.

Caminito, tenekeden yapılmış rengârenk evleriyle bölgenin yoğun göç aldığı dönemi anımsatan tam bir gecekondu mahallesi. Dar bir yürüyüş yolu olan sokakta her türlü restoran, kafe, kulüp gibi eğlence   mekanlar bulunuyor. Tango müzikleri ve sokak dansçılarının olduğu bol hareketli ortaya karışık bir yer aslında.

Böyle olunca burada dikkatli olmak lazım, çanta, paket, cüzdan her an havalanabilir! Kolunuzdan saatiniz gider haberiniz olmaz. Gene de burayı gecesiyle yaşamak lazım.

**

Burada çok yaygın alışkanlıklardan biri de “mate” içmek. Mate Peru ve Arjantin bölgesinde yetişen bir bitki, yapraklarını kurutup ince ince doğrandıktan sonra genelde orta boy büyüklüğünde bir kaba bir miktar koyup üzerine sıcak ilave edip ucu küçük delikleri olan kaşık şeklinde ince boru yardımıyla içiliyor.  Çok da yaygın, insanlar ellerindeki mate bittikçe yanlarında taşıdıkları sıcak suyu ilave ederek içiyorlar, her yerde görürsünüz.  Nedir bu biz de tadalım dedik, çay gibi ama tatlımsı, fazla lezzetli gelmedi, çok bir şeye benzetemedim.

Akşam hafif Bounes Aires geceleri. Ara sokaklar çok güvenli değil gibi, dikkatli olmak gerekir.

**

Tigre Deltası;

Bugün daha makul bir zaman da yola çıkıyoruz, Tigre şehrinde, bu coğrafyanın en büyük nehirlerinden olan Parana ve Rio Del Plata nehirlerinin yarattığı Tigra deltasına gidiyoruz. Delta, bir nehrin doğduğu yerden denize veya göle ulaştığı yerde yarattığı alan olarak tarif edilir. Ancak çok ender olarak bir nehrin, başka bir nehirle birleşirken de delta yapabilir. Tigre Deltası, iki nehrin birleşirken yaptığı dünyanın en büyük deltası. Yaklaşık 15 km. uzunluğunda 10 km. genişliğinde olan bu deltanın yarattığı alanda 500 bin civarında irili ufaklı adalar oluşmuş ve bu adaların bazılarında evler, okullar, yaşam merkezleri yapılmış. 50 bin nüfusun yaşadığı bir yer, deltanın üzerine şehir kurulmuş gibi. Derinliği ortalama 15-20 metre bazı yerlerde 50 metre kadar olan çok geniş bir alana yayılmış olan Tigre Deltasına tekne ile gidiyoruz. Tekneler motorlar, kayıklar, kanolar her şey var, sanki deniz de gibi. Anlatılanlar buralarda kış mevsimlerinde ciddi ölçekte fırtınalar olduğu şeklinde, bu nedenle insanlar burayı sadece yazlık gibi kullanıyor. Geniş bahçeleri olan çok güzel evler de var. Saatlerce dolaşsanız bitmez, labirent gibi bir yer, buraları bilmiyorsanız kesin kaybolursunuz.

**

Bugün biraz farklı olacak, on binlerce büyük, küçük baş hayvan yetiştiricilerinden birinin çiftliğinde gidiyoruz. İyi at binen, bütün hayvanları güden, besleyen her şeyi ile uğraşan gaoucha”ların gösterilerine gidiyoruz. Aslında bizdeki çoban karşılığı sadece on binlerce hayvanı, binlerce dönüm araziyi de kontrol ediyor, besleyip büyütüyor ve satışa veya kesime hazır hale getiriyorlar. Güney Amerika bölgesinde çok et tüketiliyor, çok geniş otlaklar var, hayvanların cinsi de iyi olunca. Hayvanların eti çok yumuşak ve de çok lezzetli, bilerek pişirince de harika oluyor. Neredeyse her gün yedik, ete doyduk.

1800’lerden sonra geniş otlakların sahipleri, çalışacak adam bulamayınca, kendi ülkesinin kırsal kesiminden ve komşu ülkelerden çobanlık yapmak için adam getirirler, ancak çoğu okuma yazma bilmeyen çok düşük seviyedeki bu adamlara öğretmek çok zor olmaya başlayınca bu sefer eğitimli adamlar getirtmeye başlamışlar, hayvanlarla ilgilensin çobanlık yapsınlar diye. Ancak daha eğitimle adamlar gerçekten hayvancılığı, besiciliği öğrenmiş sonraları kendi işlerini kurup ayrıldıkları yere rakip, olmuşlar. 1900’ere gelindiğinde hayvancılık gelişmiş, büyümüş. Bu durumda daha fazla adama ihtiyaç olmuş, ancak bu sefer tekrar çok eğitimli olmayan uzun süre çalışacak adamları getirmeye başlamışlar. Bu kadar büyük alanda yıllarca birlikte komün halinde yaşayınca zaman içinde kendi davranış kültürlerini yaratmışlar ve gaucha adını almışlar. Bugün Arjantin ve komşu ülkelerdeki çok iyi ata binen, kementle hayvanları yakalayan, hayvanların sağlığı ile ilgilenenlere gaucha deniyor ve meslek olarak kabul ediliyor yani gaucha sistemin parçası olmuş. Amerikan filmlerinden iyi bildiğimiz Amerikan kovboylarının aynısı . “Kovboy” kelimesinin İngilizce açılımı da ” caw boy” yani sığır adamları, yani çoban demek.

İçinden devlet karayolu geçen başı sonu belli olmayan kocaman bir arazi, önce burayı kuran aile hakkında bilgiler, yaşadıkları ev, eşyalar, çalışanlar için yaptırılan şapel, sonra çevre hakkında genel bilgi sonrasında ikramlar ve şarap. Önceden tembihliyiz, dikkat edin hava sıcak bedava diye çok içip sarhoş olmayın, kendini kaybeden sarhoş olanı burada bırakırız. Şarabı kendileri yapıyorlar, gayet de güzeldi. Sonra sınırsız ızgara et, hayvanın neresini istersen, ne kadar nasıl pişmiş istersen ye, yanında istediğin kadar da şarap. Böyle bir yerde on binlerce sığır olunca, yüzlerce de at olması gerekir. Atlarla gösteriler başladı, herifler gerçekten bu işlerin adamı.

Sonunda kendi yarattıkları yarışma, dört nala giderken bir kütüğe atılmış küçük bir çiçeği alıp bunu sevdiğine vermesi veya evlenme teklif etmesi. Bu becerilerin yoksa kız alamazsın evlenemezsin. Hepsinde her numarayı yaptılar, hele olsun.

Goucha’lar sadece kendi hayvanlarını değil başka hayvanları da avlama becerileri var. Buralarda, deve ailesinde lama, alpaka gibi başka hayvanlarda yaşıyor. Bunlardan bazılarının tüyleri çok değerli. Vahşi olan bu hayvanları zarar vermeden yakalamak için kendilerine göre bir yol geliştirmişler. Ucuna yumruk büyüklüğünde taş olan ipi havada çevirerek hayvanların ayaklarına atıyorlar. Ayaklarına dolanan ip ile hareketsiz kalan hayvanın tüylerini kırptıktan sonra tekrar bırakıyorlar. Bu işi o kadar geliştirmişler ve kontrollü yapmaya başlamışlar ki, kendi eğlence kültürlerini yaratmışlar. Ayağında topuklu ayakkabılar, iplerin ucunda sert malzemeden yapılmış topları havada döndürerek kontrollü şekilde yere değdirerek farklı ritimlerde sesler çıkartıyorlar. Havada çevirirken farklı şiddetlerde yere dokunduğunda çıkan ses ve aynı anda dans ederken topuklarından çıkan sesler öyle uyumlu hale gelmiş ki resmen adamlar müzik yapıyorlar. Bu gösteriyi yaptılar, daha önce de seyretmiştim, çok ilginç, etkileyici bir gösteriydi.

Et şarap, karnımız doydu, çok güzel gösteri de izledik.

**

Eva Peron müzesine gidiyoruz;

Evita’nın ölümünden elli yıl sonra torunu Cristina Alvarez Rodriguez’in açılışını yaptığı Evita Müzesi, 1999 yılında Ulusal Tarih Anıt ilan edildi.

Evita Müzesi, 20. yüzyılın ilk on yılında Carabassa ailesi için inşa edilen bir konak. Mimar Estanislao Pirovano, konağı İtalyan Rönesans tarzlarında yeniden onardı ve 1948’de Eva Peron sosyal yardım vakfı tarafından satın alınarak hiçbir kaynağı olmayan kadın ve çocuklara geçici barınma yeri olarak tahsis edildi.

İhtiyaç duyanları ve evi olmayanları iş ve bir yuva bulunana kadar gerektiği süre kalabilecekleri yer olarak belirlendi. Evita, kadınlara ve çocuklara, açık bir kapı, masada bir yer, temiz bir yatak sunmanın yanı sıra teselli ve motivasyon, cesaret ve umut, inanç ve özgüven sunmuştu. Bu binanın duvarları bir zamanlar Evita’nın güçlü sesi ve ona sığınan kadın ve çocukların neşeli sesleriyle yankılanıyordu.

On üç kalıcı sergi odası ve bir geçici sergi odasından oluşan müze, Eva Duarte’nin çocukluğundan gençliğine, ardından Başkan Juan Peron’un yanındaki First Lady olarak yaşamı ve sivil toplum mücadelesine kadar uzanan hayatı ile ilgili bilgi ve resimlerin olduğu, giydiği kostüm, günlük kıyafetlerinin yanı sıra ayakkabılar, şapkalarının olduğu güzel bir müze. Kitleleri etkileme gücü olan konuşmaları, yaptığı işleri anlatan videoların yanı sıra cenazesinde büyük halk kitlelerini sağanak yağmur altında ağlayarak cenazeyi uzun süre takip etmeleri ile ilgili video çok anlamlı ve duygusal. Arjantin gerçekten ağlamış.

Her ne kadar bazı guruplar tarafından sevilmiyor olsa da kişisel olarak, daima beğendiğim, mücadeleci devrimci karakterlerden biridir. Hayatını yaptığı işleri, yapamadıklarını ve hayallerini detaylı okumak lazım.

**

Teatro Colon yada Kolomb Tiyatrosu’na gidiyoruz.

Arjantin’in başkenti Buenos Aires’teki ana, opera salonu. National Geographic’e göre dünyadaki en iyi üçüncü konser salonu olup, akustik açıdan dünyadaki en iyi beş konser salonu arasında kabul edilir.

1890 yılında yapımına başlanan ancak mali zorluklar nedeniyle bazı kısımlarının tam olarak tamamlanmadan, Arjantin’in ulusal bayramına denk gelen 25 Mayıs 1908 tarihinde Giuseppe Verdi’nin Aida operasıyla resmi olarak açılmıştır. 1910 yılında anarşistler tarafından bombalı saldırıya uğrayan, 1968 yılında Ulusal Tarihsel Anıt ilan edilen ve 2006-2010 yılları arasında yeniden restore edilerek 3000 kişilik salonu ile yeniden gösterilere açılmış.

Dış görünüm mimarisi ve iç tasarımı teknik özellikleri ile dünyanın önemli opera ve tiyatro binalarından biri. Gerçekten muhteşem bir yapı, burada seyirci olmak isterdim.

**

Çocuk Cumhuriyeti’ne gidiyoruz.

Arjantin’in La Plata bölgesinde Manuel B. Gonnet şehrinde,  parlamento, hükümet binası, adliye, kilise, liman, tiyatro, hükümet konağı, çocuk bankası, Uluslararası oyuncak bebek müzesi, gümrük dairesi, tren istasyonu, itfaiye, benzin istasyonu, havaalanı, restoranlar, oteller gibi kamu ve özel kuramların 1/35 ölçekli çocuklara uygun boyutlarda inşa edilmiş çocuklara yönelik tema park.

52 hektarlık bir arsa üzerine inşa edilmiş olan Çocuk Cumhuriyeti kasabası, Latin Amerika’nın en büyük çocuk girişimi ve kıtanın ilk tema park kompleksi. O dönemde burayı ziyaret eden Walt Disney’in dikkatini çekmiş ve 1954’te inşa edilen Disneyland mimarisin yapılmasına ilham olmuş.

1951’de park resmi olarak o zamanki Başkan Juan Domingo Peron tarafından yapılan açılış konuşmasında Çocuk Cumhuriyeti kasabasının yapım amacını şöyle açıklamış; “Çocuğu doğrudan yaşam ile temas halinde, eğlenceli bir dinlenme ortamına koymak istiyoruz. Böylece yetişkinliğe ulaştığında görevlerinin, haklarının ve yükümlülüklerinin bilincinde bir Arjantinli olacak”.

Bu proje üzerinde çok emek verdiği halde, hastalığının ağırlaşması son evreye girmesi nedeniyle Eva Peron açılışa katılamamış, kocası Başkan Juan Domingo Peron, Eva Peron adına “Altın Kitabı” şu sloganla imzalamıştı: “Bu Çocuk Cumhuriyeti’nde Arjantinli çocuklar, adil, özgür ve egemen olmayı öğrenecekler, böylece kardeşlerinin sömürülmesini, ekonomik itaati ve siyasi köleliği asla kabul etmeyeceklerdir.”

Bu projenin yapımında çok emeği olduğu ve buranın tamamlanmasını görmeyi çok istediği halde göremediği için burası, Eva Peron’un çocuk evi olarak da anılmaktadır.

**

La Plata Katedrali olarak da bilinen Immaculate Conception Katedraline gidiyoruz.

Muhteşem ve göz alıcı Neo-Gotik mimarisi ve bin kişilik kapasitesi ile Güney Amerika’nın en büyük ve önemli Katolik Kiliselerinden biridir.

1884 yılında, içinde gümüş ve bronz paralar, kartlar ve Papa XIII. Leo’nun resminin de bulunduğu bir madalyonun da içinde olduğu cam kavanozun temele yerleştirilmesiyle yapımı başlamış, 1902 yılında Buenos Aires şehrinin 50. Kuruluş yıldönümünde açılmış, 1932’de Katedral olarak hizmet vermeye başlamıştır.

**

La Plata da Curutchet Evine gidiyoruz;

1948 yılında bir cerrah olan Dr. Pedro Domingo Curutchet’in ünlü mimar Le Corbusier’e yaptırdığı özgün mimarisi olan binadır.  Yaşam mekânı olarak tasarlanan ev, hobi alanı ile arka tarafta olan klinik ve hasta muayene odası arasında değişik bir avlu bağlantısından oluşmaktadır.

Bu etkileyici ev, geleneksel ev yapısının ve modern tarzın bütünleştiği eşsiz bir mimaridir. Ayrıca Curutchet House, hassas tasarımı ile ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.

1955 yılında inşa edilen Curutchet House, tüm Amerika kıtasındaki Fransız mimar Le Corbusier tarafından tasarlanan tek evdir. İnşaat direktörü Le Corbusier’in öğrencisi olan Arjantinli mimar Amancio Williams’tır. Evin mimari tarzı modern mimaridir.

Curutchet House‘ın önemli olmasının sebebi ise, 2016 yılında UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne eklenen Güney Amerika’daki tek proje olmasıdır. Evin bazı unsurları yenilendikten sonra, dünyanın her yerinden ve özellikle Arjantin’den gelen mimarlar için bir mimari hac destinasyonu olmuştur.

Buradan sonra Arjantin Patagonya bölgesine gidiyoruz.

Sevgilerimle

Hayrettin Kağnıcı

Ocak 2024

www.hayrettinkagnici.com

 

 

 

 

 

 

 

 

error: iletişim : hayrettin@ozka.com