Doğubayazıt – Van

 

Yolculuk doğuya, Ağrı Dağı bölgesinde Nuh’un gemisini arıyoruz.  Iğdır üzerinden Türkiye’nin en doğudaki yerleşim yeri Doğubayazıt a gidiyoruz. Çok yıllar önce gelmiştim, büyük değişiklik yok gibi sanki. Yani olması gerekenden eksik olmuş.  Doğubayazıt Belediye Başkanını ziyaret ediyoruz, nedir burada durum vaziyetler, öğrenelim. Kapıda insanlar sıraya dizilmiş herkesin elini sıkarak hoş geldiniz diye karşılıyorlar, aralarında düzgün giyimli genç güler yüzlü bir hanım da var. Önce görevli, yetkili falan diye düşündün ama belediye başkanıymış.  Doğubayazıt belediye başkanı Hdp li. Toplantı salonundayız, başkan salonunda hafif yükseltilmiş platformdaki masasına oturmak istemedi sandalyesini alarak bizlerin oturduğu yere geldi. Bilerek yaptığını düşünüyorum, yüksek bir yerde olmak yerine bizlerle birlikte oturması. Anadolu medeniyetlerinde olan geleneklerden, muhatap küçümsenmek istenirse onu daha aşağı seviyede oturtmak veya kendisi yüksek bir yere oturup hafif tepeden bakar gibi olmak veya saygı gösterip hepimiz beraberiz mesajı. Kürtlerin Asur kökenli olduğu bilinir. Önce kendisini ve bölge ile ilgili bilgiler verdi. Ağır feodal yapı gelenekleri, küçük yaşta kızların evlendirilmesi, kadına yapılan eziyetler, bölge halkının yok sayılması, çocuk istismarı, artan uyuşturucu alışkanlıkları ve bunlar ile yapılmaya çalışılan mücadele, mümkün oldukça kadın istihdamı, kızların okuması, eğitimleri gibi konular. Başkan Yıldız Hanım aşiret üyesi olduğunu 15 yaşında zorla nişan yapıp bütün direnmelere rağmen 18 yaşında evlenmek zorunda kaldığını, zorlu şartlarda üniversite okuyabildiğini, konuşma aralarında “batılı insanlar” diye tanımladığı bizlerin bu yöreyi anlamadıklarını, burada var olma şartlarının giderek ağırlaştırıldığını, Ankara’nın farklı bir siyasi parti oldukları için yardım ve destek vermediklerini bu nedenle ciddi imkansızlıklar yaşandığını açık ve içten samimi ifadeler ile anlattı.

Bölgede ciddi terör sorunu var tartışılmaz, ancak biz burada yaşayan insanları dışlayıp ötekileştirir, herkesi terörist veya sempatizan olarak görülürse sosyolojik olarak doğru davranış mıdır?

Çevre esnaf ile söyleşiyoruz, ülke insanın tamamı ile birlikte olmaya, bütünleşmeye en az bizler kadar hasretler, en azından bizim konuştuklarımız.   Doğubayazıt, burada yapılan tek iş kaçakçılık, tarım, hayvancılık, sanayi falan sıfır. Suriyelilere yapılanların yarısı bu ülkenin insanlarına yapılsa, buralara kalkınma hedefleri konsa her şey çok farklı olurdu. Belki de başka açıdan bakmak gerekir, problem gerçekten çözülmek isteniyor mu? Yoksa hesaplar olayları sıcak tutup farklı çıkar ilişkilerin devam etmesi mi? Anlamamak, dinlememek için direndiğimiz çözüm olacak gerçekleri görmekten kaçındığımız, girmeye korktuğunuz dikenli bahçemiz. Gerçekten çözüm arıyor muyuz, çabalar bu yönde samimi mi çok belli değil gibi. Yoksa dünya barışı masalının yaratan şarlatan emperyalistlerin başa çıkamadığımız ağır baskısı mı? Hani Amerika’nın Işıd terör örgütünü yaratıp sonra da onunla savaşmak bahanesi ile Irak ve Suriye’yi parçalaması gibi bir oyun mu? Cevap, evet.. Sohbetin içinde dikkatimi çeken ifade, batı bizi hep küçümsüyor, bizi aşağılıyor diye düşünüp alındıkları..

Belediye olarak haftada bir tam gün halka açık olarak toplantı yapılıyor onların sorunlarını dinliyorlar. Sohbetin hiçbir yerinde siyasi ifadeler kullanılmadı, tek istedikleri buraların daha iyi tanınması, daha çok turistin gelmesi.

Aklı selim olan herkesi çok fazla söyleyecekleri vardır diye düşünüyorum.

İshak Paşa Sarayın gidiyoruz.

İshak Paşa sarayı 1784 yılında Çildıroğulların dan II. İshak Paşa tarafından, güvenlik nedeniyle üç tarafı dik yamaçları olan sadece doğu tarafından giriş olabilecek bir yere yaptırılmış. 7600 m ² alan üzerine inşa edilen saray arazisinin eğimi nedeniyle bazı yerlerde üç katlı, olan 360 farklı birimi olup Osmanlı döneminde yapılan ve günümüze kadar ulaşabilen çok ender asimetrik mimari yapı örneklerinden. Osmanlı mimarisinin en zengin eserlerinden olan saray, batı etkisi Barok-Rokoko ile Kuzey Kafkas ve İran etkisinde olan mimari yapısının yanı sıra süslemeler de Selçuklu sanatı çok öne çıkmış, 2000 yılında Unesco Dünya Mirası geçici listesine girmiş.

Bölge turizm ve kültür müdürü de bizlere eşlik etti, yapılan işleri anlattı, değerli bilgileri ile katkıda bulundu. Böyle bir yerde restorasyon işleri kolay değil. Bölge koşulları dikkate alındığında çok ciddi işler yapılmış, gösterdiği çabalar sonucu giderek daha bilinir hale geliyor.

Her üç semavi dinin kutsal kitaplarında benzer şekilde ifade edilen mitolojik efsaneye göre; Nuh Peygamber, yeryüzünde artan sapkınlıklar karşısında Allahtan bunlara bir çözüm bulması için yalvarır, Tanrı bu talep üzerine, büyük bir gemi yapmasını ve içine her cins canlıdan birer örnek koymasını ister. Nuh Peygamber bunun üzerine gemiyi inşa eder, içine yeryüzündeki bütün canlılardan birer örnek çift toplar ve yeteri kadar yiyecek ve su ile birlikte gemiye binerler. Aniden başlayan arkası kesilmeyen sağanak yağmurlar sonucu gemi yüzmeye başlar, gemide olanların haricinde bütün canlılar ölür. Zaman içinde sular çekilir ve Nuh’un Gemisi de Ağrı dağı civarında karaya oturur ve rivayet odur ki, gemiden ayrılanlar ile yeryüzünde yeniden bütün canlılar çoğalmaya başlar. Dünya yeniden yaşamaya başlar.

Tanrı, neden bütün insanları, yeraltı, yeryüzü, gökyüzünde yaşayan hayvanları sadece birer örnekleri hariç öldürme kararı aldı., bu konuda açık bir şey yok, belki de bütün canlılar tarif edilemez kötülükler ahlaksızlıklar içindeydi…onları yola getirmek daha mı zor olurdu acaba. Sebep kötülük ve ahlaksızlık ise, sapkınlık, günümüzde olduğu kadar kadar zirve yapmadı dünya tarihinde. Çok yakında bütün insanların örneklenmeden sonu geldi demektir.

Yani buradan çıkan anlamda, zencisi, beyazı, sarısı ve diğer bütün canlılar yeryüzüne bu topraklardan yayılarak çoğalmış.

Madem böyle, bizde Nuh’un gemisinin bulunduğu düşünülen yere gidelim dedik.

Telçeker ve Üzengili köyleri arasındaki yamaçtan tırmanıyoruz dağın tepesine, tam karşımız Ağrı Dağı, uzansan dokunacaksın gibi..

Harita mühendisi Ihsan Durupınar 1959 yılında Ankara genel kurmay dairesinde Doğu Anadolu’nun coğrafi ve topoğrafik haritaları üzerinde çalışırken Doğubayazıt bölgesi haritaları arasından bir tanesi dikkatini çeker ve inceleme fırsatı bulur. Burada açıkça belli olan ve doğal olmayan şartlarda oluşmadığını düşündüğü büyük bir farklı şekil dikkatini çeker.  Yaptığı çalışma ve araştırmalar sonucu bunun Nuh’un Gemisi’nin kalıntıları olabileceği ihtimalleri üzerinde çalışırken konu iç ve dış basına yansır. Bazı yabancı bilim adamları Nuh’un Gemi kalıntılarının gerçekten burada olup olmadığını anlamak için Türkiye ye gelir ve gelen yabancı heyetlerin başına da Ihsan Durupınar gözlemci olarak görevlendirilir. Kalıntı izlerinin boyutları kutsal kitap da yazan boyunlar gibidir. Ancak çalışmalar bir sonuç vermez.

Sonraları Ara Güler’in çektiği fotoğraflarda böyle bir bulguyu destekler nitelikte olunca, belgesel yapımcısı Cem Sertesen buranın belgesel filmini yapar ve bu belgesel ile ödül alır. Sıkça toprak kaymasının yaşandığı bölge de şekiller büyük ölçüde kaybolmuş.

Bütün bunlar dikkate alınıp, uzaktan bakılınca, hayalleri bu yönde zorlayıp, gönlünüzden de bir şeyler aktarırsanız burada olabilir mi acaba gibi bir şeyler aklınıza gelebiliyor sanki!

Netice, kutsak kitaplarda yazan mitolojik efsane, neye kime hangi seviyede inanırsanız inanın burası böyle bir kabul oluşmuş bir yer, bunun üstüne gidilip burası turizm çekim merkezi haline getirilebilir. Hatta biraz mitolojik hikayeler ile de süslenebilir, hafiften çevre düzenlemeleri yapılarak. Dünyada böyle çok fazla yer var, dalı kırılmış ağacı, ne olduğu belli olmayan taşları tarihi eser diye ziyarete açıp satanlar gördük. Üst seviyeden birilerinin buraya gelse, buraya ilgi gösterse inanın potansiyel hac yeri bile olur. Ne palavra yerler var dünyada, millet bir çift lafın peşin den gidiyor. Turizm de hayal satmak var.

Doğubayazıt, Anadolu da çok eski yıllara dayanan yerleşim yerlerinden, kendi içinde hala barındırdığı kültürel değerleri var. Belgesel yapımcı Coşkun Aral ve çekim ekibi de bizimle birlikte. Buranın köklü ailelerinden birinin evine neredeyse kaybolmakta olan “abdi gör” yemeğinin yapılışını belgelemek için gidiyoruz. Daha önceden on hazırlık yapılmış, geleneksel Türk misafirperverlik kısa bir sohbet çekime başlıyoruz üç kamera ile.  Süt danasının sağ baldırından, gün görmez denilen bölgeden sinirsiz ve yağsız olarak alınan et “et taşı” üzerinde büyükçe bir ahşaptan yapılmış “et tokmağı” ile birkaç saat neredeyse macun kıvamına gelene kadar çevire çevire dövülüyor. Birkaç saat tokmak sallamak kolay iş değil. Et yeterli kıvama gelince ince imce doğranmış soğan ilavesi ile dönmeye devam, et gerçekten yumuşak hamur kıvamında. Orta büyüklükte toplar halinde kaynayan sıcak suyun içine atılıp on dakikada et tam anlamıyla pişmiş oluyor. Etin suyundan yapılan pilavla birlikte servis. Süper bir lezzet. Abdi gör köftesi yapımı zahmetli olduğu için artık çok az evde yapılıyor, on sene sonra muhtemelen kaybolacak. Bende o zaman bunun yapılışını bilen ve tadına erişen tarihi kişilerden olacağım. Yemeğin ilginç bir de hikayesi var. Burada tarihi saraya adını veren İshak Paşa’nın babası Abdi Paşa ete düşkünlüğü ile bilinir ve her gün sabah akşam et yermiş. Durum böyle olunca muhterem gut hastalığı ile tanışır ve bundan böyle kesinlikle yememesi söylenir. Her gün et yiyen paşa, dayanamaz etsiz geçen günlere ve buna çare bulunmasını ister. Zaman içinde oradan biri bunu duyar ve yapacağı et yemeğinin hiçbir zararı olmayacağını söyler ve bu yemeği yapar adını da “abdi gör” koyar.

Kendi içinde değerleri olan, ülkemin güzel beldelerinden biri. Anlamamak için yırtındığımız yerlerden.

Beklentinin üzerinde güzel bir oteldeyiz.

**

Sabah erken vakit Van’a doğru yollardayız, Çaldıran üzerinden Muradiye Şelalesinde küçük mola. Gerçekten güzel yerler, dört koldan akan Şelalenin sesi eşliğinde sabah kahvesi. Buralar kışın -30 lar-40 ların yaşandığı yerler, şelale blok halde donuyor, bunu görmeye bile gelinir.

Vakitlice doğunun incisi Van Gölü kıyısında gelişmiş bir şehir Van’dayız. Büyükşehir statüsünde olan Van İç ve Güney Doğu Anadolu’daki pek çok ilimizden çok daha güzel

Van Gölü’nün 150 000 yıl öncesine dayanan tarihi var. Volkanik Nemrut Dağı, vaktiyle 4400 metre yüksekliğinde iken büyük bir patlama ile yarılmış ve yüksekliği de yarıya düşmüş. Bu patlama sonucu akan lavlar, Van havzasının önünü kapatır ve buradan dışarıya akarak Murat nehrine karışan dereler, nehirler havzada birikerek 3.700 km², ve 400 metre derinliği olan dünyanın en büyük sodalı gölünü oluşturur.

Kocaman binalar, yolları olan koca şehir. Biraz plansız ve kontrolsüz büyüme dikkat, çekiyor.

Buranın en önemli yerlerinden biri Van Gölündeki Akdamar Adası ve bu ada üzerinde bulunan Surp Haç Kilisesi veya Kutsal Haç Katedrali.

Kudüs’ten İran’a kaçırıldıktan sonra 7. yüzyılda Van yöresine getirildiği rivayet edilen Hakiki Haç’ın bir parçasını barındırmak maksadıyla Kral I. Gagik’in emriyle 915-921 yıllarında Mimar Keşiş Manuel tarafından inşa edilmiştir. 2007 yılında geçirmiş olduğu restorasyon sonucunda Anıt Müze olarak hizmete girmiş.

Plan bakımından merkezi kubbeli, dört yapraklı yonca biçimli haç plana sahiptir. Yunus Peygamber’in denize atılması, Hz. Meryem ve kucağında İsa, Adem ile Havva’nın Cennet’ten kovulması, Hz. Davut ile Kral Goliat’ın mücadelesi gibi   İncil ve Tevrat’tan alınmış çeşitli sahneler rölyef olarak kilisenin dış cephesine işlenmiş. Bu figürler arasında ayrıca dini ve dünyevi sahnelerden başka, hayvan figürleri de bulunmaktadır.

Kilisenin içerisini de genel olarak Hz. İsa ile ilgili konular işlenmiş ancak bu freskler büyük ölçüde bozulmuşlar.

1462’de yenilenen kilise, 1703’teki depremde zarar görmüş 1712-1720 tarihleri arasında tekrar onarım geçirmiş. Yaklaşık 1100 yıldır ayakta olan Akdamar Kilisesi için, 1951 yılında bir yıkım çalışması başlatılmış o dönemde genç bir gazeteci olan Yaşar Kemal, tesadüf eseri olaydan haberdar olur ve duruma müdahale ederek kilisenin yıkılmasını engeller.

Buranın bir de kulağa hoş gelen efsane hikayesi var.

Efsaneye göre, bu adada Ermeni baş keşişin “Tamar” isminde güzeller güzeli bir kızı vardır. Adanın etrafında bulunan köylerde çobanlık yapan bir genç ise bu dünya güzeli kıza âşık olur. Genç adam, Tamar’ı görmek için her gece adaya yüzer; Tamar da karanlıkta yerini belli etmek için çobanı elinde bir fenerle bekler. Bir süre sonra Tamar’ın babası bu durumdan haberdar olur ve çok sinirlenir. Onları ayırmak için fırtınalı bir gecede eline feneri alarak adanın kıyısına iner ve fenerle sürekli yer değiştirerek gencin boşuna yüzmesine, yorulmasına neden olur. Yüzmekten yorgun düşen çoban ise boğulur ve “Ah Tamar!” diyerek son nefesini verir. Sevdiğinin feryadını duyan Tamar da bunun üzerine kendini göle bırakır.

Uzun yıllardır anlatılan bu efsaneye göre “Ah Tamar” olarak anılmaya başlayan adanın, zamanla “Ahtamara” ve son olarak da “Akdamar” olarak günümüze geldiğini düşünülmektedir.

Van Gölü kıyısında, buranın çok bilinen endemik balığı inci kefali, öğle yemeği olarak menümüzde, gayet güzel hafif kılçıklı gibi ama lezzetli hayvan.

Çavuş Tepe kalesine gidiyoruz. İsmi sonraları yakın bir köyden esinlenerek değiştirilmiş, burası iki tepe üzerine kurulmuş döneminde 2000 kişinin yaşadığı Urartu kalesi.

Mehmet amca rehberimiz, önce kendini anlatıyor.

Küçük yaşlarda bekçi olarak girmiş buradaki ören yerine, arkeologların yanında merak salmış buradaki medeniyete, öğrenmek istemiş, sen cahilsin öğrenemezsin demişler, alınmış inat etmiş sonunda çok şey öğrenmiş. Öyle ki o dönem medeniyetler ile ilgili bütün müzeleri gitmiş sonuç, kitaplar okumuş; bugün Urartuca duvar yazıları okuyan birkaç kişiden biri olmuş.  Aferin Mehmet amcaya. MÖ 10 ve 7 yılları arasında bu topraklarda yaşayan medeniyetleri ile ilgilenen, meraklı, ilgili veya akademik seviyeye herkes Mehmet amcayı biliyor. Konuşmayı da seviyor Mehmet amca, kendi göre anlatma üslubu var, boynundaki kolye herkesin dikkatin de nedir diye sorulduğunda, hiç aldırmıyor oralı bile olmuyor daha iyilerini göreceksiniz diye geçiştiriyor. Bütün alanı dolaştık, Urartular hakkında epey bilgiler verdi, duvar yazılarının okudu ciddi şeyler anlattı.

Sonunda gördük, boynundaki kolyeden daha iyilerini! Buradan çıkan bazalt taşlar üzerine Urartuca, tanrıların, kralların isimlerini veya bazı yazıtları yazdığı kolyeler, bilezikler, küçük tabletler bir taşın üzerinde satışta.  Kimsenin Urartuca bilmediği için yazılanların ne olduğunu anlamıyor, herkes soruyor ne yazıyor diye, o da okuyor üzerinde yazılanları açıklamasını da yapıyor ayrıca. Yazılanların doğru olduğuna inancımız var.

Mehmet Amca’ bin defa aferin. Sokaklarda iş yok diye dilenen sefillere örnek olsun.

Gelelim Uratulara;

Urartular MÖ birinci binyılın başında, Van Gölü ve çevresinde önemli bir devlet kuran ve günümüze kadar buradaki uygarlıkları etkilemiş bir kavim. Urartular hakkında çok fazla bilgi bulunmamakta. Bu konu ile ilgili aynı dönem yaşamış Asurluların kaynaklarından bazı bilgiler elde edilmiş. Başkenti, bu günkü Van bölgesi Tuşpa olan Urartu ülkesi geçit vermez dağlar ile çevrili olduğundan kavimler ilk olarak müstakil yerleşim birimlerinde yaşamışlar sonraları dışarıdan gelen saldırılara karşı birleşmek yoluna gitmişler ve tahminen MÖ dokuzuncu yüzyılın başlarında krallıklarını kurmuşlar. MÖ 810- 730, Urartuların en kuvvetli oldukları dönem olarak bilinir. Bu dönemde günümüzdeki Doğu Anadolu Bölgesi, Kuzeybatı İran, Irak’ın küçük bir bölümü ile kuzeyde Aras Vadisi sınırları içindeydi. Güneyde Asur ülkesine, batıda Hatti ülkesine kadar yayılmışlar burada savaşlar yapmışlardır. Asur’un bu dönemde zayıflaması da Urartuların işini kolaylaştır. MÖ 730’larda Asurluların güçlenmesi ile Urartu Devleti toprak kaybetmeye başlamış, girdiği savaşlarda aldığı yenilgiler sonucu MÖ yedinci yüzyılın sonunda tarih sahnesinden çekilmiş.

Urartular bölgede önemli bir uygarlık yaratmış, metal işlemecilik sanatı çevre kültürler üzerinde etkili olmuşlar.

Urartu medeniyeti kısaca böyle bir şey..

Bugünü sonuna kadar değerlendirmek istiyoruz, doğruca Hoşap Kalesi’ne gidiyoruz.

Bu günkü Van’ın Gürpınar ilçesinde 1643 yılında Osmanlı Devleti’ne bağlı Mahmudi Devletinden Süleyman Bey sarp kayalıklar üzerinde arazi yapısına uygun olarak dört kademe olarak kale yaptırır. Adını güneyinden geçen Hoşap nehrin den alan stratejik açıdan önemi olan Hoşap Kalesi, yapıldığı şekliyle günümüze ulaşmış.

Yüzyıllar boyunca savaşlar ve doğal koşullar nedeniyle kalenin doğu surları kısmen, batıdakiler ise büyük ölçüde yıkılmış. Surları destekleyen burçlardan bazıları günümüze kadar sağlam olarak kalmış, ayrıca doğu ve batıdaki kapıları tamamen yıkılmış.

İçerisinde Mahmudi Sarayı olarak nitelenen kompleks yapıların yanı sıra cami kalıntısı ile köy evleri, mescit, zindan, fırın ve sarnıç gibi sosyal mekanlar da Hoşap kalesi, temelden en üst katmanına kadar bir Osmanlı dönemine ait özellikler taşır. XIX. yüzyıl ortalarında terkedilmiş olan kale buranın önemli değerlerinden biri.

Hava iyice karardı, az zamanda çok şey yapalım diye bastırıyoruz, son bi gayretle otele vardık.

Eğitim kesintisiz devam ediyor, yemek sonrası Coşkun Aral’ın Nuh’un Gemisi ile ilgili belgesel filmi, bölge ve medeniyetler hakkında konuşmalar.

**

Buralara kadar geldik, madem, Van da Van kahvaltısı yapalım, en bilinen yerine gittik. Aslında galiba beklenti biraz fazla, buraya özgü çok özel bir şey yok Van kahvaltısında, bol çeşitli kahvaltı, nasıl meşhur olmuş çok bilen de yok. Yahu bunlar çok kim yiyecek bu kadar şeyi derken, gelenin hepsi bitti.

Mideler doldu, Buradan Van Kalesine gidiyoruz. Urartu Krallığı tarafından sarp kayalık üzerine, Urartu başşehri Tuşpa’yı korumak bölgeyi gözetlemek amacı ile Van Gölü kıyısına inşa edilmiş önemli bir savunma yeri.

Urartu Kralı 1. Sardur tarafından M.Ö. 840-825 yıllarında Van Gölü kıyısına    sarp kayalık üzerine inşa edilen ve Urartular izlerini taşıyan kale, görkemli yapısı ve günümüze ulaşan bölgedeki önemli tarihi eserlerden. Unesco Dünya Mirası geçici listesinde olan kale 1345 metre uzunluğunda, 200 metre genişliğinde ve 100 metre yüksekliğindeki kaya üzerine kurulmuş. Burada bulunan yazıtlar, kaya mezarları, tapınaklar, surlar, camiler ve kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan eserler 2700 yıllık tarihe ışık tutuyor. Şehir merkezine 5 km. mesafede olan kale buradaki geçmiş medeniyetlerin izlerini taşıyor. Önemli bir yer, ama ortalarda herhangi bir çalışma falan yok sanki.

Kalede, Urartulardan kalma Madır (Sardur) Burcu, Analı-Kız Açık Hava Tapınağı, I. Argişti, kurucular Menua ve II. Sarduri kaya mezarları, bin merdivenler ile ana kayaya oyulmuş sur duvarları bulunuyor.

Kale son olarak Osmanlı tarafından askeri amaçlı olarak kullanılmış, 1915’ten sonra da herhangi bir çalışma yapılmadan tahrip olmuş mevcut hali ile haliyle günümüze ulaşmıştır.

Müze haline getirilmiş Van Kalesi, yakın geçmişte yapılan en önemli çalışma sadece yeniden inşa edilen Süleyman Han camii. Bu günkü ustalık ve beceri! ile yeniden yapılmış. Sabah namazı için gelen ehli Müslim cemaat karanlıkta, kışın eksi bilmem kaç derece buz gibi hava da düşe kaya dik yokuşu sonuna kadar da tırmanabilirse, herhalde “er kişi niyetine” çağrısı ile şehadet mertebesine erişip cenaze namazı hitamında, cennete doğru yolculuğa başlar. Cami yeniden yapılmış ama muhtemelen son namaz kılınan, ilk yapıldığında kılınandır. Bu bütçe daha doğru kullanılsa yanlış mı olurdu? Ne demek lazım bilemedim..

Van’a tepeden bakıyoruz, güzel şehir gerçekten.

Hayretler içindeyim, muhteşem bir müze Van Müzesi. Yürüyüşüm değişti, Türkiye de Antep, Antakya gibi müzeler ayarında, çok yeni açılmış henüz tam olarak da tamamlanmamış. Geçmiş medeniyetlere ait değerli eserlerin sergilendiği müze, bu hali ile bile detaylı gezilecek olsa çok saat ister. Tamamlanınca ses getirir diye düşünüyorum. Yetkililer ile paylaştım, böyle bir yerde aydınlatma biraz yanlış olmuş, objelerin bir tarafı gölgeleniyor, aydınlatma hatası, aslında çözümü de çok zor değil.

Buralara gidilmeli, buralar görülmeli.

Buranın bilinen değerlerinden biri de gözleri farklı renk olan Van kedileri. 100. Yıl Üniversitesi tarafından kedi evi yaptırılmış, koruma altına alınmış. Burada nesillerinin devamı için ciddi çalışmalar yapılıyor, sonuç da alınıyor. Van kedilerinin en önemli özelliği, genetik bozukluktan ötürü gözlerinin farklı renkte olması, zamanla bu bozukluk düzelmeye başlamış, buradaki çalışmalar bu gen hatasının devamı yönünde. Her doğanın gözleri farklı olmuyor, bunlar satışta.. Diğer bir özellikleri ise tüylerinin bembeyaz renkte olması.

Doğu Anadolu farklı medeniyetlerin yaşadığı topraklar.

Oldukça fazla tarihi eser, kalıntı arkeolojik eserler var. Bunların çoğu talan edilmiş, bakımsızlıktan harap olmuş, ederi olanlar kaçırılmış, bazıları farklı inançlar nedeniyle tahrip edilmiş. Bunlar canlandırılsa bölgenin rengi, havası, kötü imajı değişir çok farklı şeyler olur. Bir yerlerden başlansa bile buralara can suyu olur, hayat verir. Kimler bunu engeller, neden yapılmaz anlamak zor.

Binlerce yıllık süreçte, Urartu, Hititler, Asurlar, Sargonlar, Sümerlerin dışında da birçok medeniyet ve kültüre ev sahipliği yapmış Van.

Van her ne kadar yeterince bilinmese de gerekli ilgi gösterilmemiş olsa da bütünü ile geçmiş medeniyetleri barındıran tarihi önemi olan bir yer.

Güzel vatanım seni çok ihmal ediyoruz..

 

Sevgilerimle

Hayrettin Kağnıcı

Eyllül 2019

 

 

 

 

 

 

 

 

error: iletişim : [email protected]