İzlanda

İzlanda’ya yaklaştıkça içimdeki ölüm korkusu büyüyor, heyecanım artıyor.Belki de hepimizi öldürecekler,katledecekler…Gümrükten geçtik, arabaya bindik otele geldik, sabah oldu, endişelerim henüz geçmedi belki de gelmeseydik..belki de bizi öldürmezler!!… 1627 yılında Osmanlı’nın parlak dönemleri. Cezayirli bir korsan grubu başlarında devşirme Küçük Murat komutasında İzlanda adasına ulaşır ve burada 26 gün boyunca zalimce işkenceler yapar, ,itiraz edenleri acımasızca öldürürler. Ganimetler ve 400 esir ile adadan ayrılırlar..

O dönemde Cezayir de Osmanlı toprakları ve bu istilacı davranış da Osmanlıya mal edilir.O tarihten itibaren burada Türk uyruklu birisini öldürmenin cezası yok hatta aferin bile. Baktılar ki Türkler gö. korkusundan gelmiyorlar,bu yasayı 1970 yılında kaldırmışlar.Bu tarihe kadar neyse ki bilinen bir vaka olmamış, ancak bu gün bile bu olayı bilmeyen yok.Muhtemelen okullarda bahsediliyordur…Bir topluma yapılan muamele yüzyıllar boyu unutulmuyor.Bu günkü Orta Doğuyu düşünüyorum da, barış ve gerçek kardeşlik kaç yüzlerce yıl alır….
Yolculuğumuz güney batı noktası Keflavik’ten başlıyor. Batı sahillerinden başlayarak kuzeye doğru çıkıyoruz. Önce Avrupa’nın en büyük sıcak su kaynağı Deildartunguhver’e geldik. Her taraftan 100 derce sıcaklıkta kaynar sular fışkırıyor. Aynı zamanda bu sıcak sudan elektrik enerji üretiliyor, evlerde ısınma ve sıcak su olarak da kullanılıyor.Yakın bölgede Hraunfossar Şelalesi var, orayı da güzelce gördükten sonra Akranes , Borganes gibi sahil şehirlerinde küçük molalar ile Akureyri’ye geldik.. Akureyri, kuzeyde 18,000 nüfusu olan İzlanda’nın büyük şehirlerinden biri. İnsanların pek ortalıkta gözükmediği bir yer. Dikkatimizi çeken ise uzun yeleli güzel atlar oldu! Belli sahipli hepsi, açık arazide otluyorlar. Bacakları biraz kısa ama son derece güçlü kuvvetli ve soğuğa dayanıklı olan bu atlar buz üzerinde rahat yürüyorlarmış. Bolca nehir,akar sular, geniş otlaklar, yeşillik ve sakinlik. Otele yerleşikten sonra akşam çevremizi tanıyalım. Bir restoranın kapısında menüyü inceliyoruz. Izgara balina eti dikkatimizi çekti, girdik ve de ısmarladık. Koyu siyah bir et, doğrusu benim çok hoşuma gitmedi. Ancak kocaman yazmışlardı kapının önüne, başka bir yerde de balinaları yemeyin şeklinde yazılar vardı. Yediğimiz kaçak kesim miydi,yanlış mı yaptık,bilemedik..
Sabah,hava beklemediğimiz güzellikte. Dayanamayıp biraz keyif yaptık, hatta hafif çarşı pazar bile dolaştık. Vakit tamam. İlk noktamız, görülmeye değer Godafoss şelalesi. İzlanda volkanik bir ülke, ne tarafa dönseniz şelale, yanardağ, krater, lav yatakları gibi yerleri görürsünüz. Yolumuzun üzerinde olan bir sürü sönmüş yanardağ, krater gördük, bunlar zamanında çevrede büyük tahribat yapmışlar. Bu lav yataklarının, çoğunu ziyaret ettik. Eksik kalmadı. Buradan Myvatn bölgesine geldik. Görülmesi gereken yerlerden biri. Bu geniş bölgede çok enteresan yerler var. Geçmişte Dimmuborgir yanardağının püskürttüğü lavlar, çevrede büyük bir alana yayılmış ve çok ilginç lav oluşumları yaratmış. Çok farklı şekillerde olan bu lav kümelerini vaktiniz varsa oturun hayal gücünüz ile bir şeylere benzetmeye çalışın.neler çıkıyor neler.. Niyetimiz bunları dolaşmaktı, ancak yağmur bastırınca kısa yoldan acil dönüş. Burada en ilginç yerlerden biri de 1975 ile 1984 yıllarında aktif olan Vafta yanardağı. Halen etrafında birçok yerden sıcak gazlar püskürüyor, yerlerden kükürtlü gazlar tütüyor. Bir an aklıma geldi biz oradayken patlama olsa ne fotoğraflar çıkar diye. Belki biz olmasak da arkadan bunları bulanlar bizi hatırlar.! Bolca kükürt eksiğimizi solunum yolu ile tamamladıktan sonra gene Myvatn bölgesinde Krafla yanardağının kraterine tırmandık. Sabah çok güzel olan hava burada inadına çok soğuk bir de yağmur bastırınca olan oldu, sırıl sıklam…. Fark etmez dedik, iki yanardağ krater golünü de ziyaret ettik, etraflarından dolaştık ve de çevrede bulunan buzulların üzerinden yürüdük. Sağlam ıslandık hani ..neyse fotoğraf makineleri bizden önemli onları garantiye almıştık. Arabaya geldik hava açtı. Burası yer kabuğunun en ince olduğu yerlerden, 3000 metre kalınlığı. Derine inerseniz magma, binlerce derece sıcaklık. Hani olur da burada petrol için kazmaya başlarsanız, cehennem ateşi ile tanışırsınız.Bu nedenle ülkenin her tarafı mısır patlağı gibi. Burada 200 civarında aktif yanardağ var. İzlanda’nın altı kaynıyor üstü buz. Yolumuzun üzerinde büyük bir Naluvak bath açık kaplıca havuzu var. Niyetimiz burada havuza girmekti ama o kadar yağmur çamurdan sonra ancak ıslak kıyafetlerimizi değiştirip yola devam kararı aldık. Akşam üzeri Husavik’e gelip otelimize yerleştik. Husavik, ülkenin kuzeyinde, kuzey buz denizine sahili olan 2250 nüfuslu bir liman şehri.
Burası balinaların geçiş yerlerinden, dolayısıyla balina izleme imkanının en fazla olduğu yerlerden biri. Kısa bir yerleşme molasından sonra bir sahil restoranında keyifli bir bira balık ile geceyi noktaladık. Odam da maillerime bakıyorum, dışarısı aydınlık daha erken gibi, saate baktım gece yarısını geçmiş tam 01.00. Dışarısı halen aydınlık. Üşenmedim giyindim dışarı çıktım gece fotoğrafı çekerim diye. Vay be herkes dışarıda yollar barlar dolu. Niyetim hava kararsın sonra otele dönerim diye. Herkes içiyor bende kendime gecenin bu saatinde bi bira ısmarladım sırf heyecan olsun diye. Bakıyorum ne vakit geçiyor, ne koca bira bitiyor nede hava kararıyor. Geçen zamandan başka değişen bir şey yok, döndüm otele yattım, hava hala aydınlık. Gündüz ortalarda çok insan gözükmüyor, gece oldu mu herkes sokaklarda. Mevsimlerden Temmuz, sıcaklık bu gün 15 derece, Aralık ayında böyle sokaklarda olsunlar da görelim. Herhalde -10 den daha soğuktur
İzlanda 64 derece enlem kuşağında, ancak Gulf Stream sıcak su akıntıları ve termal kaynaklar nedeni ile aynı enlemdeki diğer yerlere göre daha az soğuk. Kış ortalama sıcaklık -8 yaz ortalama ise + 10 civarında.103,000 kilometre kare yüz ölçümü ve 320 000 nüfusu olan ülkede halkın % 85 şehirlerde yaşıyor. 2008 yıllarında büyük ekonomik kriz yaşayan ülke 2011 yılından itibaren toplanma sürecine girmiş. Haziran ayında güneş 24.00 ile 03.00 arası ufuk çizgisinde kaldıktan sonra tekrar yükselişe geçiyor. Bu dönemlerde gece gündüz aydınlıktır. Kışın ise tam tersi gece gündüz karanlık. Balıkçılık çok önemli, en önemli ihracat kalemlerinden biri.Turizm de giderek artıyor.Aslında çok ucuz bir yer değil.Konaklama için her yerde kamping yerleri var.Çadırını kapan gelmiş.. Temiz düzenli Avrupa ülkesi..
Karanlığı beklerken sabah oldu. Bu gün şansa ihtiyacımız var, Kuzey Buz Denizin de balinaları görmeye gideceğiz. Heyecan ile teknelere bindik, yarım gün denizlerde balina arayacağız. Önce küçük bir adaya uğradık buraya özgü renkli gagası olan Puffin kuşlarını gördük. Kaptan bir elinde mikrofon bir elinde dürbün denizi gözetliyor. Saatler sonra ilk işaret geldi, tam önümüzde bir kambur balina nefes almak için su üstüne çıktı. Bir süre sonra bir kaç tane daha.Yaşasınn heyyy. Neyse ki aramızda düz taban yokmuş. Defalarca bu sahneyi seyrettik, fotoğraf çektik. Muhteşem bir duygu, tonlarca ağırlıkta kocaman bir hayvan denizin içinden çıkıyor nefes alıyor, göz göze geliyorsunuz, sonra tekrar sakin bir şekilde okyanusa geri dönüyor. Beklediğimize ve de geldiğimize çook değdi. Farklı bir şey denizlerin en büyüğü ile tanışmak, evrenin muhteşem görsellerinden birine daha şahit olmak. Balinalar memelidirler, su altında doğum yaparlar, belli periyotlarda su üstüne çıkıp nefes alması gerekir. Dönüyoruz, herkes çektiği fotoğrafları kontrol ediyor. Bende de güzel kareler yakalamışım ..Herkes mutlu. Küçük bir öğle atıştırmasından sonra çıkıyoruz yola.
Bir milli park ziyaretimiz var. Sıkı durun adı. Vatnasokulspjodgardur . Okuyun bakalım nasıl oluyormuş İzlanda da, kiraladığınız araç ile bir taraftan harita, bir tarafta yol tabelası takip etmek. Navigasyon Cihazı da var, gene de kolay değil. Sonunda bazı yerlere kendi kafanıza göre isimlendirmeye başladık, hiç olmazsa ne dediğimizi anlıyoruz. Çok büyük bir alan, önce Vesturdalur kayalıklarına geldik. 9-10 bin yıl önce bölgede bulunan bir dizi volkan patlaması sonucu akan lavların zaman içindeki oluşumları. Gerçekten çok ilginç çok büyük şekilli kayalar, hele bir tanesi aynı bal peteği gibi, inanılmaz. Bütün bu lav kayalıklarının arasından koca bir nehir akıyor. Bu konular ile ilgilenenler için müthiş bir yer. Bunların arasında dolaştıktan sonra, yarım saat mesafede, aynı milli park içerisinde Dettifoss şelalesine geldik. 91 metre genişliğinde 27 metreden dökülen Avrupa’nın en güçlü, debisi en yüksek olan Şelalesi. Muhteşem, çok şelale gördüm ama gerçekten haşmetli akıyor. Devamlı oluşan gök kuşakları burayı ayrıca taçlandırıyor. Geçmiş dönemlerde yerkabuğun çatlayıp kırılması açıkça belli oluyor. Yanda başka bir şelale daha var, küçük sayılmaz ama bunun yanında zayıf kalıyor, şöyle uzaktan fotoğrafları çekip çıkıyoruz yola. Bir kaç saat yoldan sonra Egilsstodir şehrine geldik. Toplam nüfus 1608 kişi. Vay be İstanbul’da kaç kişi yaşıyor, bu şehirde kaç kişi. Pırıl pırıl bir yer. Otele geldik saat 22.00. Her taraf aydınlık. Alışık olmayınca aydınlıkta uyu bakalım.
Adanın doğu tarafından güneye iniyoruz. Muhteşem fiyortlar var. Deniz kilometrelerce içeriye giriyor. Fiyortlar, buzulların oluşturduğu dik kayalıklı vadilere deniz suyunun dolması ile oluşan derin koylar. Fiyordun deniz ile buluştuğu yere kurulmuş Seyoisfjordur şehrine geldik. Burası yakın zamana kadar Avrupa’dan gelen gemilerin sığındığı önemli limanlardan biri ve denizden 14 km kadar içeriye giriyor. Yol boyunca buzullar ve göllerin arasından geçiyoruz, doyumsuz güzellikler. Havada şansımıza açık, çok güzel fotoğraflar aldık. Sonra diğer bir fiyort da kurulan Reydorfjordur şehrine geldik. İzlanda da sanayi çok yok. En önemli sanayi kuruluşu buradaki alüminyum fabrikası. Aslında burada alüminyum için gerekli olan ham madde yok. Her şey dışarıdan gemilerle getiriliyor. Alüminyum üretiminde en önemli ihtiyaç kalemi elektrik enerjisi. Burada da her taraf dere, nehir, şelale. Buralardan elektrik üretiyorlar ve fabrika elektrik ihtiyacını buradaki kendi elektrik santralinden sağlıyor, hem de rakiplerinden çok daha ucuza. Diğer bütün kalemler yol ve nakliye maliyetleri dikkate alındığında bile sadece ucuz enerji ile dünya alüminyum piyasasında önemli yeri var. Hafif bir kayıntı yapalım diye Faskrudstjordur fiyorduna geldik. Ortalık kalabalık, heyecan var. Yaklaştık bakalım neler oluyor diye. Giyimli kuşamlı adamlar hanımlar ortalarda. 1800 lu yıllarda bu denizlerde 4000 Fransız denizci ölmüş. Onların anısına önceden açılan hastaneye ilave olarak kilise açılışı var. İnsanlar siyah takım elbiseli birisi ile resim çektiriyor. Kim bu diye sordum, cevabı tam algılayamadım. Tekrar tekrar sordum. Siyah takım elbiseli adam İzlanda Cumhurbaşkanı imiş. Herif halkın arasında resimler çektiriyor şakalaşıyor..Deli mi ne.. Benim ülkemde başbakan, cumhurbaşkanı nerdeyse polis ordusu tarafından korunur. Öyle her isteyenle falan resim çektirmez. Teşkilattan olmaz isen hayatta yanaşamazsın yakınına. Vay be, adama bak sen gel cumhurbaşkanı ol, seni seçen adamlarla, vatandaşın ile çekinmeden iç içe ol…. tam karar veremedim bizimkiler mi doğru yoksa bumu.!! Bir gün bizde de böyle bir demokrasi olur, biz de böyle oluruz diye dua ediyorum.
Bu gün akşam 1700 nüfuslu Hofn şehrindeyiz,. Kalacağımız yeri anca bulduk, tam donanımlı villa. Önceden rezervasyon yaptırmıştık, ama kapı duvar. Telefon ile aradık geldi ev sahibi, gerekli bilgileri verdi anahtarı teslim etti gitti. Pırıl pırıl bir ev. Belli kadın evine düşkün, yaşayan bir ev.Burası İzlanda’nın ıstakoz merkezi, burada ıstakoz yemeyeni dövüyorlar dediler bizde ne yapalım bari diye düştük yola.Koca şehirde ! toplam iki restoranda da yer yok,her şeyi söyledik ama nafile..Sonunda büfe kılıklı bi yerde ekmek arası ıstakoz ile akşam yemeğini hallettik. Günün yorgunluğunu bahçedeki açık hava jakuzisinde çıkarıyoruz.saat 24.00 her taraf aydınlık , alıştık artık..
Bu gün, Avrupa’nın en büyük buzulu Vatnajokull’a gidiyoruz. büyüklüğü 8.500 km2, Marmara denizinin yüzölçümü 11.500 km2 olduğu düşünülürse çok da ufak değil hani. Kalınlığı da 1000 metre kadar olabiliyor. Yaklaştıkça doğanın gücünü daha iyi anlıyorum. Önce aysberglerin fotoğraflarını çekiyorum, baktıkça doyamıyorsunuz, sanki sizi kendine çekiyor kopamıyorsunuz. İşte buz mavisi denilen renk bu.Buz mavisi, yıllarca yüksek basınç altında sıkışan buz kütlelerini içinde hava kabarcıklarının olmaması ve buzun mavi rengi absorbe edememesinden oluşan renk. Hem karada hem denizde gidebilen amfibi araçlarla denize açılıyoruz kocaman buz kütlelerinin arasındayız. İşte Kuzey Buz Denizi ve aysberglerin arkasında tekne ile dolaşıyoruz. Muhteşem renkler, farklı bir duygu. Buzul, çok soğuk olan bölgelerde karların üst üste yığılması ile oluşan buz kütleleridir. Bunlar, oluştuğu yatak üzerinde çok yavaş bir şekilde nehir gibi denize doğru akarlar. Hareket hızı bazı yerlerde 1-2 metre /gündür ve 1000 yıldan daha uzun sürede oluşurlar. Burada, iklimlerdeki değişim açık şekilde fark ediliyor. Dünyanın iklim dengelerinden olan buzulların erimesi geçen yıllara göre çok daha fazlaymış. Bu erime hızı ile 60-70 yıl sonra buzulların büyük bir kısmı erimiş olacak, denizler yükselecek ve iklim değişiklikleri çok daha artacak diye de ilave bilgi verildi. Hadi bakalım, şimdi ne olacak; yaşadığımız dünyayı yanlış kullanmaya devam mı !!?
Görmek veya farkında olmak istemiyoruz ama dünya, bütün canlıları ve mevcutları ile bir bütün. Kendi içindeki ortak denge ile varlığını devam ettirebilir. Bu dengeye müdahale edersek bütün ayarlar bozuluyor. Hepimizin farkında olduğu halde, alışkanlıklarımızdan vazgeçemediğiz için iklimdeki değişikliği görmezden geliyoruz. O zaman yapacak bir şey yok, bedel ödeme zamanı yakın…
Skaftafel National park içinden yaklaşık 1.5 km tırmandıktan sonra Svartifoss Şelalesi’ne ulaştık. Tepede fotoğraf hazırlığı yaparken, kulağınıza tanıdık sesler geliyor. Türkiye’den fotoğrafçı dört kişi.Uzun sohbetten sonra vedalaşıp ayrıldık. Bu gün program biraz aksadı, buzulda çok vakit kaybettik. Neyse ki burada akşam olmuyor,. Kamping kafeteryasında çorba ile akşam yemeğini hallettik. Buradan başka bir şelaleye geldik. Bu ülkede farklı özellikte ve güzellikte çok fazla şelale var. Ziyaretimizi tamamladık yol üzerindeki 24 metre genişliği olan 65 metreden düşen başka bir şelale Skogafoss ile de tanıştıktan sonra artik yatmak istiyoruz. Saat 23.00 hava karamıyor ama biz kararmaya başladık. Büyük şehirlerden! 325 nüfuslu Vik şehrini de gördükten sonra kalacağımız yer olan 800 kişinin yaşadığı Hvolsvolur’a geldik. Konaklama rezervasyonunda en zorlandığımız yer burasıydı. Aslında burası bir golf kulübü ve buna bağlı bungalov küçük evler ama eş yıldızlı otel fiyatı. Valla hiç bir şey görmüyor gözümüz, yatağı zor bulduk….

Bu güne kadar şanslıydık, genelde hava güzeldi. Bu Sabah soğuk rüzgarlı ve de yağmur. Kahvaltıdan sonra yolda gene şelale. Sıkıldık şelaleden diyoruz ama inanın hepsi birbirinden farklı güzellikte. Seljalandsfoss. 65 metre yüksekten akıyor, kuvvetli bir debisi var. Aktığı yerin arkası oyulmuş, suyun arkasından dolaşabiliyorsunuz. Bizde zaten buna arkadan dolaşılan şelale diye isimlendirdik. Devam, İzlanda da her yer şelale her yerden sular akıyor. başka bir şelale, Gullfos. Su 3 kademede dökülüyor, en güzellerinden biri. Güzelliği, sesi ayrılmak istemiyorum. Biraz akan sulara ara verelim fışkıranlara bakalım dedik. Burada en ler çok. Avrupa’nın en kuvvetli ve bilinen en eski termal sıcak su kaynağı gayzerlere geldik. Yerden metrelerce sıcak suyu havaya fışkırtan gayzerler.
Bölgenin adı Geysir. Her taraf gayzer dolu. En önemlisi günde birkaç defa 120 metreye kadar fışkıran Geyzir gayzeri.Biz daha mütevazi olan ve her 10 dakikada bir muhteşem bir poflama ile tonlarca sıcak suyu metrelerce havaya fışkırtan Strokkur gayzerini ziyaret ettik. Burada Magma yüzeye yakın, dar ve derin bir kuyunun içindeki su alttan magmadan gelen sıcaklık ile kaynıyor. Fışkırdıktan sonra havada soğuyan su aynı yere düşüyor ve aşağıda kuyunun içinde kalan kaynamakta olan sıcak suyun üstünü kapak gibi örtüyor. Halen altta kaynayan sıcak su, üzerinde kapak gibi basınç yapan daha soğuk su kütlesini, kaynama sonucu oluşan basınç ile püskürtüyor. Aynı düdüklü tencere gibi, daha az sıcak olan su kütlesi kapak gibi, alttan basınç artınca pofff. Tekrar baştan. Gerçekten büyük doğanın büyük gösterilerinden biri. .Önünde saygı ile eğiliyorum. Yolumuzun üzerinde dünyanın ilk parlamento binasının kurulduğu yer Pvigvellira ‘ya geldik. Kalmamış bir şey ama yeri dünya mirası ilan edilmiş. Hayali küçük ali….. Buradaki en müthiş konulardan biri de Amerika ve Avrupa Kıtalarının arasındaki fay kırığı buradan geçiyor. Görülebilen kocaman bir çatlak.Yani esasta iki kıtanın ayrıldığı yer burası. Bu iki kara parçası her yıl 2 cm.hareket ediyormuş.Kocaman derin belirgin fay çatlağı, açık seçik belli oluyor.
Bu sabah hava güzel, Reykjavik deyiz. Burası 45,000 nüfusu ile İzlanda’nın baş şehri. Bu gün şehri geziyoruz, güzel düzenli sakin. Güneşi görünce herkes sokakta. Genelde iki katlı ,renkli evleri ile ve küçük hediyelik eşya satan dükkanlar,temiz bir şehir.. Lüteryan , Hallgrimskirkja kilisesi değişik mimarisi ile buranın en yüksek ve önemli yapılarından.Son derece sade iç mimarisi ve en önemli özelliği ise, 5,275 boru kullanılarak yapılmış ve 25 ton ağırlığında dünyanın en büyük ve en ağır orgu ile görülmesi gereken yerlerinden. Çok arzu etmiştim, burada sık sık yapılan müzik konserlerden birine katılabilmek ama denk gelmedi… Müzeler ve diğer yerlerden sonra gezinin son cilası Blue Lagoon. Yeraltı kaynaklarından beslenen doğal termal havuz gibi göl. Güzelleşmeye çalışan suratları çamurlu insanlar. Sakinleştik, güzelleştik yorgunluğumuzu hafiflettik. Bu gün dönüyoruz.
Merak ederim her gittiğim yerde, bizim öncü Türk birlikleri var mı diye. Dünyanın neredeyse her yerinde yerleşik “dönerci” ve “kebapçı” birliklerimizi görürsünüz. Gözümüz aydınlar olsun burayı da istila noktasındayız. Şimdilik yüz kişiden az Türk’ün yaşadığı İzlanda da döner ,kebap ve pizza işleri bizden sorulur. İzlandalı kızlar, güzel, boylu ve sarışın. Düşünün, haftada bir tıraş olma alışkanlığı olan, bıyıklı yağız Türk erkeğine aşık olan İzlandalıyı. Sosyal şartlardan istifade etmek için hemen evlenelim ve de çocuk olana kadar devam diyen bizimkini….. Olduk mu İzlandalı abi ile dünür. Ee biz, dünür olunca el kol şakalaşmayı severiz, ha ha abi kültür şokunda, anlaması uzun zaman alır!.. Ayni ile vaki,yakın geçmişteki bir olay. Türk baba, İzlandalı anneden olan kız çocuğunu biraz büyüyünce Türkiye’ye kaçırır ve dini bütün yetiştirmek için de türban giydirir. Çocuğun anne ile görüşmesini yasaklayan baba gavur diye İzlandalı eşini de boşar. İzlanda da kampanyalar yapılır, yer yerinden oynar, manşetlerden düşmez konu.Anne İzlanda da dava açar, mahkeme çocuk küçük olduğu için velayeti anneye verir. Kim takar mahkeme kararını..Anne atlar uçağa cesaretle Türkiye ye gelir çocuğunu görmek için ama nafile baba göstermez anneye çocuğunu.Anne avukat tutar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gider, Türkiye mahkum olur. Haşin baba ve akıl hocaları “,get len, ne mahkemesi sıkıysa gel al çocuğu” mesajı yollarlar anneye. Konu giderek çevrenin etkisiyle din ve siyaset kavgasına dönüşür. Bu süreç içinde çocuk büyür 18 yaşını geçer kendi iradesi hakim olmaya başlar. Etraftaki show yapan siyasiler ve yandaşları çekilince anne baba kendine gelir sulh olurlar. Bu gün çocuk evlenmiş ve çocukları olmuştur. Bu davanın dikkat çeken önemli yanı da, annenin avukatı Hasip Kaplan,anne ile evladını görüştürmeyen babanın avukatı ise “analar ağlamasın” diyen Başbakanın avukatlığını yapan ve de Başbakan yardımcısı muhterem! siyasetçi Hayati Yazıcı.. Bize İzlanda da daha çok iş çıkar…hele akrabalarımıza da getirelim Türk mahalleleri kuralım…..
İzlanda, halen aktif bir çok yanardağı, her taraftan kaynayan termal suları, fay kırıklar, devam eden depremleri, altı kaynayan üstü buzullar olan ülke.Adanın etrafını güneyden kuzeye dolaşarak 2500 km yol yaptık.Bir çok doğa harikası olaya şahit olduk, farklı özellik ve güzelliklerde şelaleleri gördük,terledik,üşüdük,ıslandık…
Vakit, gece yarısı, artık eve dönüş zamanı..

Sevgilerimle
Hayrettin Kağnıcı
Temmuz 2014

NOT:Bu ve diğer geziler ile ilgili fotoğraf ve gezi notlarını www.hayrettinkagnici.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Leave a Reply

error: iletişim : [email protected]