Tacikistan 2021
Tacikistan Cumhuriyeti’nin coğrafi olarak nerede olduğunu biliyoruz ama gene de hatırlayalım; güneyinde Afganistan ve Pakistan’a, doğusunda Çin’e, kuzeyinde Kırgızistan ve Özbekistan’a komşu, 143.000 km2 yüzölçümüne sahip, 10 milyon nüfuslu, başkenti Duşanbe, Orta Asya’da denize çıkışı olmayan, çoğunluğu Hanefi ve Sünni mezhebine mensup, Müslüman olan ülke. Başkent Duşanbe, Tacik dilinde Pazartesi anlamındadır ve bu ismi de geçen yüzyılın başında Varzob ve Kofarnihon Nehirlerinin birleştiği büyük bir alanda pazartesi günleri kurulan pazardan alır. 1929 yılında Sovyet Cumhuriyetlerine katılınca pamuk ve ipek üretimi konusunda büyük atılımlar gerçekleştirmiştir. 1992’de başlayan, beş yıl süren iç savaşa rağmen hızla toparlanan Duşanbe, bugün Orta Asya’da ekonomik potansiyeliyle önemli bir merkez durumunda. Ülke nüfusunun 1 milyonu Duşanbe’de yaşıyor, Sovyetler döneminde yapılan pek çok yapı muhafaza edilmiş ve hâlâ büyük çoğunluğu da kullanılıyor.
Aryan etnik kökeni olan ve “Kuzeyden gelen beyazlar” anlamına gelen Tacikler, uzun yıllar İran sınırları içinde kaldıkları için Farsçanın lehçesi olan Tacikçe konuşurlar ve Orta Asya’da Türk soyundan olmayan ve Türkçe konuşmayan tek halktır. Tacikistan, eski Perslerin, Soğdların ve Samanilerin doğal mirasçıları ve yerleşik uygarlık temsilcileri olarak kabul edilirler. Yüzyıllar boyunca İslam çatısı altında komşu Türk halklarıyla birlikte geleneksel yaşamlarını sürdürmüşlerdir. 19. yüzyılda Türkistan’ın Rus egemenliğine girmesi ile başlayan yeni süreçte Tacikler de diğer topluluklar gibi, Sovyet yönetimi ve kimliği altına girmiştir.
Orta Asya, “Güneşin Ayağı” anlamına gelen Pamir Dağları ile çevrilidir. Tacikistan’ın %93’ü dağlık olup nüfusun bir kısmı buralarda yaşar. Pamir Dağlarında Pamirî, Badahşanî veya Dağ Tacikleri olarak adlandırılan yedi küçük etnik gruptan oluşan yerli topluluklar yaşar ve her birinin konuştukları lisan ve geleneksel kıyafetleri farklıdır.
Adlarını Pamir Dağlarından alan Pamiriler, Tacik şemsiyesi altında toplanmakla birlikte, Tacik halkından inanç, dil ve kültür bakımından farklıdır ve kendilerini öncelikle İşkaşimi, Ruşani, Şugni, Wahi, Yazgulami gibi yaşadıkları vadilerin adıyla adlandırırlar. Tacikistan’ın yanı sıra Afganistan, Pakistan ve kısmen Çin’de azınlık olarak bulunan Pamiriler’in yaşadıkları bölge, genelde dünyanın çatısı olarak bilinen en yüksek yeridir. Pamirlerde bulunan Fedçenko, dünyadaki en büyük buzul dağıdır.
Ülke, idari ve bölgesel bakımdan dört bölgeye ayrılmıştır: doğrudan merkezi yönetime bağlı yerler, Duşanbe (eski adıyla Leninobod), Soğd vilayeti, Hatlon vilayeti, dağlık Badahşan Özerk Yönetimi.
Demografik olarak, Tacikistan nüfusun %79,9’u Tacik, %15,3’ü Özbek, %1,1’i Rus, %1,1’i Kırgız, %2,2’si Türkmen, Tatar, Kırgız Kore ve etnik topluluklardır.
Dünya tarihinde bilinen büyük edebiyatçı, filozof, bilim adamlarından olan İbn-i Sina, Firdevsi, Hafız, Saadi, Ömer Hayyam, Sadrettin Ayni gibi ustaların ruh ve ayak izlerini burada görmek mümkün.
**
Sabaha karşı Tacikistan’ının başkenti Duşanbe’ye geliyoruz, ilk dikkatimi çeken, geniş, aydınlık caddeler, düzgün binalar. Gelmeden epey çalışmıştık, Covid durumu nedir, sıkıntı yaşar mıyız diye, arada bazı yerlerde maskeli insanlar var ama genelde pek rağbet yok. Biz çift maskeyle dolaşıyoruz. Covid salgını başlayınca, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan uzun süre sınır kapılarını kapamışlar, yurt dışından gelenleri almamışlar, burası yabancılar için öncelikli yerler arasında olmadığı için de pek sıkıntı olmamış. Bunun etkisi de görülmüş, vaka sayısı şimdilik düşük. Turizm, bir ülke için önemli gelirlerden biri, durum sıkışınca yavaş yavaş bütün diğer ülkeler gibi bunlar da turistlere kapılarını açmaya başlamışlar. Orta Asya ülkelerinde Türklere karşı sempati var, ilgi gösteriyorlar.
Günlerin isimleri dikkatimi çekti, Pazar birinci gün, sonraki günler ikinci gün, üçüncü gün diye devam ediyor. Yani; pazar günü “yekşenbe”, pazartesi “duşenbe”, salı “seşenbe”, çarşamba “carşanbe”, perşembe “pencşenbe”, diye devam ediyor. Tavla oynayanlar bilir, gelen zarlar Farsça söylenir, benzer durum.
**
Tacikistan Güzel Sanatlar Ulusal Müzesinde, Tacikistan’ın asırlık tarihini yansıtan arkeolojik kalıntılar, geleneksel objeler, 20’nci yüzyıl ressamlarına ait yağlı boya tablolar, Tacik halkının sosyal ilişkileri, kültür ve yaşam tarzını yansıtan giyim eşyaları, seramik, halı, mücevher ve çeşitli müzik aletleri gibi geçmişi yansıtan eşyalar bulunmakta. En ilgi çekici eser Nirvana Buda. Orta Asya’nın 1600 yaşındaki en büyük Buda heykeli, yatar şekilde olan heykel 13 metre uzunluğunda. Güney Tacikistan’da tarihi İpek Yolu üzerinde Kurgan-Tepe kazısı sırasında Sovyet arkeologlar tarafından bulunmuş.
Rudaki Park; Klasik Fars edebiyatının kurucusu, ünlü edebiyatçı ve şair Muhammed Rudaki adına yapılmış, şehrin simgesel noktalarından biri haline gelen Rudaki Park, rengarenk çiçekleri ve yürüyüş yollarıyla Duşanbe halkının sıklıkla ziyaret ettiği noktalardan biridir. Sadece yeşillikten ibaret olmayan parktaki havuzun ortasında buraya adını veren Rudaki’nin heykeli bulunuyor. Duşanbe’nin en güzel parklarından olan Rudaki Park, düzenli gezinti yolları ve solmayan çiçekleri ile görülmeye değer yerlerden.
Başlıyoruz Duşanbe’yi dolaşmaya, büyük bir botanik bahçe var ve içinde her çeşit ağaç bulunuyor. Ana caddeler beklenenden düzgün ve güzel. Çok sayıda kale var bu bölgede, geçmişte yaşanan baskınlara karşı ortak mücadele etmek amacıyla yapılmış. Kaleler, bölge halkının tehlike anında sığınacağı, korunaklı yerler, aynı zamanda saldırıya karşı savunma amaçlı. Bu kalelerin en önemli olanlarından Hissar Kalesi’ne gidiyoruz.
Hissar Kalesi; Büyük İpek Yolu üzerinde, tepelik bir mevkide, 86 hektar alan üzerinde, Orta Asya’daki en eski ve en büyük mimari anıtlardan biri. Bugün zanaat ve ticaretin yaşandığı, kentsel düzende yerleşim yeri.
Uzun süre Buhara emiri valisinin ikametgahı ve devlet birliklerinin bulunduğu üs olarak kullanılan kalenin 16. yüzyılda inşasına başlanmış, 19. yüzyılda tamamlanabilmiştir. 1918’den 1933’e kadar devam eden iç savaş sırasında kale ve çevresi büyük hasar görmüş, 2000 yılında tarihi ve kültürel miras olarak kabul edilmiş, başlayan restorasyon çalışmaları 2002’de tamamlanmıştır. Hissar Kalesi’nin bir metre kalınlığında, ateş tuğlalarından yapılan duvarlarında silah ve top atışları için boşluklar bulunmaktadır. Buhara Emirliği’nin geleneksel feodal askeri mimari tarzında sade bir görünüme sahip olan kalenin girişinde, her iki tarafta silindirik gözetleme kuleleri tarafından korunan büyük bir kapı, kaleye heybetli bir hava vermiş. Hissar Kale, bugün açık hava müzesi olarak ziyaret edilebiliyor.
2011’de bağımsızlığının 20. yılı anısına dikilen, şehrin her yerinden görünebilen 165 metre uzunluğunda direk ve 3×30 metre boyutundaki bayrak, buranın simgesi olmuş, Guinness Rekorlar Kitabı’na da girmiş.
**
Ülkenin sembolü, başkent Duşanbe’nin ortasında Rudaki Caddesi başında, Meydan-ı Dustı’de Tacikistan’ın kurucusu ve milli kahramanı Şah İsmail Samani’nin muhteşem heykeli karşımızda.
Samani ismi aynı zamanda, Tacikistan Afganistan sınırında bulunan Pamir Sıradağlarında ve Himalayalar’ın en kuzey kollarında bulunan 7495 metrelik zirvesinin adıdır. 892 tarihinde tahta çıkan İsmail Samani 907 yılına kadar en güçlü döneminin yanı sıra emirlik görevini de yürütmüştür. Emirliği döneminde devletin başkentini Horasan’a taşıyan İsmail Samani, 907 yılında Buhara kentinde vefat etmiş ve kendisine görkemli bir türbe inşa edilmiştir. İsmail Samani’nin etkisi günümüzde dahi görülmektedir ve Tacikistan resmi para birimine İsmail Samani ismi verilmiştir ayrıca 100’lük banknotta İsmail Samani’nin figürü bulunmaktadır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından 1991 yılında bağımsızlık ilanı ile eski adı Lenin Meydanı olan büyük meydanın adı, Şah İsmail Samani Meydanı olarak değiştirilmiş. Burası ülkenin sıfır (0) başlangıç noktası kabul ediliyor. Yani başka bir şehre veya bir yere olan mesafe ölçüsünün başlangıç yeri burası. Hani Ankara’dan gelirken yolda İstanbul 260 yazar da 260 km sonrasının Gebze mi, Silivri mi, olduğu belli değildir ya işte burada her şey açık, mesafeler bu heykelin olduğu yerden başlıyor.
Yeni evlenen Tacik gelin ve damatlar, nikahtan sonra Şah İsmail Samani heykelinin önüne gelip saygı ifadesi olarak fotoğraf çektirirler. Her ne kadar potansiyel gelin adayları aramızda olsa da (!) netice yoktu ama biz gene kurallara uyduk, resim çektirdik.
Duşanbe’nin önemli caddelerinden Sadrettin Ayni’deyiz. Gayet güzel dükkanlar, alışveriş mağazaları, Türk restoranları, cadde hareketli, kulağımıza derinden keyifli müzik geliyor, sesin geldiği yere doğru yöneldiğimizde, önümüze cadde ile ayni isimde olan Sadrettin Ayni Opera ve Bale Merkezi çıktı. Hafiften süzüldük, üst katta, akşamki konser için son prova. Oturduk bir yere, bir saate yakın harika opera gösterisi, oh kulaklarımıza çok iyi geldi. Laf aramızda, burada böyle bir performans beklemiyordum, son derece başarılıydı, iyi geldi, çok keyif aldık.
Tacikistan milli şairi ve en önemli entelektüellerinden Sadrettin Ayni’nin adı verilen kültür merkezinde, ilk Tacik balesi “İki Gül” 1941 yılında sergilenmiş. Tacikistan balesini dünyaya tanıtan ünlü balerin Melike Sabirova ile yine dünyaca ünlü Tacik dansçı Melike Kalenderova burada sahne alıyor. Yapı Bilibin tarafından tasarlanmış ve 1939’da açılmış. Opera ve Bale Tiyatrosu, mimarisi ve iç süslemeleriyle gerçekten görülmeye değer.
Nevruz Saray; önemli mekanlar arasında. İki taraflı geniş merdivenler ile çıkılan büyük haşmetli bir binayı, geleneksel kıyafetleri ile rehberlik yapan bir hanımefendi ile dolaşıyoruz. Duşanbe’nin gözde yerlerinden biri, üst düzey toplantıların yapıldığı çok sayıda toplantı odası olan, muhteşemlik seviyesinde ahşap, mermer ve alçı üzeri altın varak kaplama ile süslenmiş, sanatsal çalışmalarla dekore edilmiş salonlar var. Ahşap kakma işçiliği, mermer oyma ve rölyef isçilikleri görülmeye değer doğrusu. Tabii ki geleneksel olarak abartı hâkim olsa da göz kamaştırıcı tarafları var.
Bugün, her türlü uluslararası, ulusal, resmi, büyük şirket toplantılarının yapıldığı mekân durumunda. Ayrıca parayı verirseniz düğün, nişan gibi etkinlikler de yapılabiliyor, bize göre de gayet makul seviyede fiyatlar, aklınızda olsun. Şanghay İşbirliği Örgütü diye bilinen, 1996 yılında oluşturulan uluslararası ticari ve ekonomik işbirliği konularında anlaşmaları yapan, Rusya, Çin, Kazakistan, Tacikistan, Özbekistan ve Kırgızistan’ın üye olduğu topluluk da toplantılarını burada yapıyor. Dolaşıyoruz bütün odaları, çok emek, çok el işçiliği, gayet güzel bir yer Nevruz Sarayı, görülmeye değer.
1991 yılında Sovyetler dağıldıktan sonra, Tacikistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan, Orta Asya Cumhuriyetleri olma kimliklerini ortaya çıkarmaya başladılar. Bu devletler kendi aralarında yaptıkları anlaşmaya göre birine yapılan saldırıda Rusya’nın kontrol ve yönetiminde ortak tavır alabilecekler.
İsmaili Kültür Merkezi; Merakla beklediğim Ağa Han’ın mimarlık harikası olan İsmâili Kültür Merkezine gidiyoruz. Aslında burası Şiiliğin alt kollarından biri olan İsmâilik mezhebine ait cami ve külliye şeklinde bir merkez. Buraya önceden bilgi verip onay ve randevu alarak gelmeniz gerek, giremezsiniz içeri. Mimari olarak farklı ama güzel ve bakımlı, her taşın, her görselin anlamı olduğu bir yapı. Gönüllü rehber eşliğinde geziyoruz, büyük, son derece bakımlı ve temiz. Burası gençlik, eğitim, sosyal ve ibadet merkezi olmak üzere dört bölümden oluşan modern bir külliye. Geleneksel mimariye uygun inşa edilen yapı için tuğla Semerkant’tan, mermer Tacikistan’dan, ahşaplar Malezya ve İsveç’ten, cam İtalya’dan sağlanmış ancak yapı Tacikistan, Buhara, Semerkant geleneksel kültürünü yansıtıyor.
İnanca göre doğanın kutsiyetini tarif eden dört element olan hava, toprak, su, ateş bir karenin dört köşesinde sembolize ediliyor. Binanın tavanlarında ve birçok yerde bu dört elementi sembolize eden iç içe geçmiş kare şekilleri görmek mümkün. Toplantı salonları, eğitim yapılan yerler, idari bölümler, her taraf hakkında bilgi alıyoruz. Bütün çalışmalar İsmailiye tarikatının gönüllüleri tarafından yürütülüyor. Cemaat evi denilen cami kısmında kadınlar ayrı kapıdan girseler de aynı ortamda namaz kılabiliyorlar. Anlaşılan kadınlara karşı diğer İslami tarikatlarda olduğu gibi baskı, ezme, yok sayma davranışı yok. Bazı derin dini sorulara, üniversite öğrencisi olan rehber, “Bu beni aşar, din otoritelerine sormam gerekir.” deme olgunluğunu da gösterebiliyor.
Binada, İsmaili inancını remiz eden beş büyük inanç kulesi bulunuyor. Bunlardan şah kule, Hz Muhammed’i, diğerleri de peygamberin kızı Fatma ve damadı Ali ile onların oğulları Hasan ile Hüseyin’e adanmış. Camiye eşleri ve çocukları ile gelen aileler, çocuklarını buradaki oyun alanına bırakabiliyor ibadet ederken. İsmaili Cemaati genelde laik ve modern davranış sergiliyor, 18 yaşından küçüklerin dini eğitim alması benimsenmiyor, dinsel tercihlerini ancak reşit olduktan sonra yapabiliyorlar. Cemaat evine, iki dönüşlü koridordan ulaşılıyor, anlamı bütün hırsların, öfkelerin, hasetliklerin buralarda bırakılması, içeriye saf ve temiz düşüncelerle girmek. İbadet sırasında ziyaret mümkün olur mu diye sorulduğunda, buna sıcak bakmıyorlar, günde iki vakit namaz kılınıyor, çalışmanın da ibadet olduğunu anlatıyor yetkili. Merkezi Avrupa’da olan ve inananların gelirlerini belli oranda bağışlaması ile çok büyük serveti olan İsmailiye mezhebinin mal varlığı, Avrupa’da yaşayan Ağa Han tarafından yönetiliyor.
Peki nedir İsmaili mezhebi ve kimdir Ağa Han?
Ağa Han, İslamiyet’in en aşırı inanç sistemlerinden biri olan “İsmailiye” mezhebinin liderine verilen unvandır. İsmailî mezhebinin liderleri, 19. yüzyılın sonlarından itibaren “Ağa Han” unvanını kullanmaya başladılar. Mezhebin 46. imamı olan Hasan Ali Şah 1887’de “Birinci Ağa Han”, oğlu Ali Şah “İkinci Ağa Han” oldu; onun oğlu olan “Üçüncü Ağa Han” Sultan Muhammed de siyasî faaliyetleri ve özel hayatı ile “Ağa Han” kavramını bütün dünyada meşhur etti. Ağa Han ünvanlı İsmailiye liderlerinin genelde Avrupalı ve Amerikalı güzel kadınlar ile evlenmeleri ve büyük nafakalar ödeyerek boşanmaları dünya basınında hep yer almıştır.
Üçüncü ve en meşhur Ağa Han ise, Fransa’da boşandığı eşine 620 milyon euro nafaka ödemiştir. Asıl adı Kerim el-Hüseynî olan Ağa Han, bu unvanı taşıyan dördüncü kişidir. Dünyanın dört bir tarafına dağılmış olan 20 milyon kadar İsmailî’nin gelirlerinin sekizde biri, mezhep kuralları gereği Ağa Han ailesinin banka hesaplarına yatırılıyor ve bu paralar kârlı yatırımlara dönüştürülüyor.
Ağa Han olarak bilinen, Cenevre, İsviçre’de doğan, annesi İngiliz manken Barbara Yarde olan IV. Ağa Han’ın asıl adı Kerim El-Hüseyin Şah’tır ve Harvard Üniversitesinde İslam Tarihi eğitimi alarak mezun olmuştur ve halen İsmailiye tarikatının 49. lideridir. 1957 yılında dedesi III. Muhammed Şah Ağa Han öldüğünde, babası Prens Ali Şah, artist Rita Haywoth ile evlendiği için ona verilmeyen “Ağa Han” ünvanı Kerim El-Hüseyin Şah’a verilmiş ve göreve başlamıştır.
Ağa Han, yaklaşık 12 milyar dolar serveti ile dünyanın en zengin kraliyet ailelerindendir. Büyük şirketleri, çok değerli gayri menkulleri ve çok değerli yüzlerce atların sahibidir. 1969’da İngiliz manken Sarah ile evlendiler, 26 yıllık evlilikten sonra 1995 yılında boşandılar, bu evlilikten biri kız, üç çocukları olmuştur. 1998 yılında Alman prensesi ve pop şarkıcı Gabriel ile evlendi, 2011 yılında yeniden boşandı ve bu evlilikten de bir oğlu oldu.
İsmailiye mensupları genelde, Hindistan, Pakistan, Tacikistan sınırları içinde olsalar da dünyanın birçok yerinde açtıkları okullarda yetiştirdikleri talebeler ile bu mezhebi yayma gayreti içindedirler.
Yüzyıllar boyunca kendilerini gizleyerek inançlarını sürdürmeye çalışan İsmailiye tarikat mensupları, 10. yüzyılda Mısır’da hakimiyeti ele geçiren Fatimiler döneminde tanınmaya başlamışlardır. İnançtaki aşırılığa rağmen sanata önem vermişler ve bu konuda en bilinen isimlerinden biri de 12. yüzyılda yaşamış Hasan Sabah’tır. Siyasi suikastlarda kullandıkları müritlerini, verdikleri haşhaş ile uyuşturup yönlendirmeleri nedeniyle zaman içinde İsmailiye mezhebi “Haşhaşiler” olarak da anılmaya başlamış ve bu terim giderek “suikastçılar” anlamında da kullanılmaya başlanmıştır.
1977 yılından itibaren, dünyanın en büyük ödüllerinden biri olan “Ağa Han Mimarlık Ödülü” her üç yılda bir, İslam kültürünü başarılı olarak temsil eden çağdaş mimari yapılara verilmektedir.
İsmailiye mezhebinin başlangıcı da diğer bütün mezheplerin var olma sebebi olan Hz. Muhammed’in ölümünden sonra halife ve imamın kim olacağı savaşı ile başlayan olaylardan biri. Diğer mezhepler gibi gerek kronolojik sıralaması tutmadığı gerekse çoğunluğu rivayet temeli üzerine olduğu için konu hakkında yorum yapmanın uygun olmadığını düşünüyorum.
Ziyaret ettiğimiz tarih ve kültür müzelerinin bazılarında büyük küpler olduğunu gördük, yapılan açıklamada geçmişte Zerdüşt dininden olanların öldükten sonra kemiklerinin konduğunu ve ölenlere saygı olarak uygun şekilde muhafaza edildiği belirtilmişti. Madem konu buraya geldi çok kısa olarak nedir Zerdüştlük, bakalım.
Zerdüştlük; MÖ 6. yüzyıldan MS 7. yüzyıla kadar 3 büyük Pers İmparatorluğu’nun dini olan, içerisinde düalizm, yani zihin, ruh kavramlarının bedenden ayrı olduğu ve dünyanın sonu kıyamet günü Eskatolojik inanışın ilk örnekleri olan, dünyanın en eski tek tanrıcı vahiy dinidir. Bu dine inananlar Zerdüştçü olarak adlandırılıyor olup, bedenin, öldükten sonra dirilerek, Tanrı Ahura Mazda’nın huzuruna çıkacaklarına ve orada sorgulanacaklarına inanırlar. İran’da geçmişte yaygın olan Zerdüştlük, İslamiyet’in yayılmaya başlaması ile zayıflamıştır. Bu dinin kutsal metni Avesta’dır ve ilk olarak Avestaca dilinde yazılmıştır. Ahura Mazda’nın kelime anlamını “bilgeliğin efendisi, aklın efendisi”dir. Zerdüşt Espantaman, bu dinin peygamberi kabul edilir.
Zerdüştlük inancındaki önemli değerlerin başında kadın-erkek eşitliği gelir ve bu inancın yaygın olduğu bölgelerde tek eşliliğin arttığı ve çok eşliliğin azaldığı görülmüştür. İnsanlara iyiliğin safında toplanmalarını öğütleyen bir inanç sistemidir. Yoksullara cömert olma, tembel olmayıp bir üretimde bulunma, güleç ve misafirperver olma gibi değerleri esas alır. Başta kedi, köpek olmak üzere bütün hayvanları öldürmek, zarar vermek günah sayılır. Avesta’da belirtildiği üzere; şarkı ve şiir de Zerdüştlükte önemli bir yere sahiptir. Ateş kutsal sayılır, aydınlığı sembolize eder ve Tanrı Ahura Mazda’yı simgeler, bu nedenle ateşe saygı gösterilmesi gerekir. Din adamları da ibadet ve ritüeller esnasında ateşin kirlenmemesi için eldiven giyer ve ağızlarını bir mendil ile kapatırlar.
Geleneksel olarak Zerdüştiler yeryüzünün insan kalıntılarıyla bozulmaması, kirlenmemesi gerektiğine inanırlar, bu nedenle ölülerin cesetleri toprağa defnedilmek yerine üstü açık “Sessizlik Kuleleri” denilen yüksek kulelere veya kayalıklara bırakılır. Akbabalara, diğer hayvanlara ve doğal etkenlere karşı korumasız bir şekilde bırakılan cesetler, zaman içinde çürür veya hayvanlara yiyecek olur, geriye kalan kemikler de toplanıp “Ossuary” denilen seramikten yapılmış küp şeklinde kapların içinde, “Naus” denilen özel odalarda muhafaza edilir. Bu, o kişinin mezarı anlamındadır.
Su, toprak, hava ve ateş, doğal elementler olarak kabul edilir ve kutsal sayılır. Doğa olarak kabul edilen bu elementlerin kirletilmemesi gerekir, ateşe, aydınlığa veya güneşe bakılarak ibadet edilmesi Zerdüşt Espantaman tarafından getirilmiştir. İyilik ve kötülük mücadelesinde iyilik kazanır, doğruyu, adaleti göstererek karanlığı ile aydınlığı birbirinden ayrıştırır, her tür kötülük ve karanlık kaybolacak, dünyaya barış ve kardeşlik hâkim olacaktır savunusundadır. Tanrı Ahura Mazda’nın, ışığı ve aydınlığı temsil ettiği kabul edilir.
2000 yıl önce yazılmış olan Zerdüştlüğün kutsal kitabi Ahura Mazda sadece din kitabı değil, bilim ve kültür konularında da yol göstericidir.
Zerdüşt inancını temel felsefesi; doğru üşün, doğru konuş, doğru davran şeklindedir.
Konumuzun dışına çıktık, yola devam ediyoruz;
Sabah erken kuzeye, Tacikistan’ın 2. büyük şehri Khodjent’e gidiyoruz. Yolumuz uzun, Fan Dağlarının arasından tırmanmaya başladık, hava giderek serinlemeye başladı derken ciddi soğudu, arabada kaloriferler açıldı sonra da kar atıştırmaya başladı. Karla kaplı dağların arasında, bir tarafımız uçurum diğer tarafımız dik ve sarp kayalık yollar arasından kıvrıla kıvrıla tırmanmaya devam ettik. 4000 metrelerdeyiz, dağların tepesi karla kaplanmış bile, kışın sıcaklık -20 ile -40 arasında, yaşamın zor olduğu yerlerden. Kısa kollu gömlekle başlayan yolculuk, kat kat giyindiğimiz kazak, mont ile dağların arasından devam ediyor. Arada verilen kısa molalar sonrasında Tacikistan’ın en güzel şehirlerinden biri olan Istravshan’a geldik. Çevreyi tanıma turları, yola devam. Buranın eski yerleşim yerlerinden olan ve Kir’ler tarafından kurulduğu bilinen Mug-Tepa da önemli merkezlerden. Buralarda yaşam dağların zirvesinde geçiyor. 19. yüzyıldan kalma medrese, türbe ziyaretleri ve Namazgoh Cami. Bizi imam karşıladı hem Türk hem Müslüman olduğumuzu öğrenince yüzyıllar öncesinden gelen bütün tarihi anlatmaya başladı, sonrasında hakkımızda hayırlar olsun diye dua ederek uğurladı.
Yağmur bastırdı, neyse ki yollar gayet düzgün, karanlık bastı, eski adı Leninobod olan Khodjent şehrine geldik.
**
Khodjent şehri; Geçmiş dönemlerde, Leninobod, Ursaten ve Khudzhand olarak da bilinen, bugünkü adı ile Khodjent yerleşim yeri ilk defa MÖ 329 yılında Makedonyalı Büyük İskender tarafından kurulmuş ve asırlar boyunca İpek Yolu üzerinde yolların kesiştiği kavşak konumunda olmuştur. 8. yüzyılda ilk önce Arapların istilasına uğramış, sonra Samaniler ardından Karamanlılar hüküm sürmüş ve 13. yüzyılda Moğolların istilasına uğramıştır. 1866 yılından sonra Orta Asya’nın büyük bir bölümü Rusların eline geçmiş, 1924 yılında ilk önce Özbekistan, 1929 yılında da Tacikistan SSCB’ne bağlanmıştır.
Khodjent kale; MÖ 6.-5. yüzyıllarda inşa edilen, Orta Asya’nım en dayanıklı kalelerindendir. .15. yüzyılın başlarında Cengiz Han şehri kuşatmak için yaklaşık 25.000 asker ve 50.000 Orta Asya mahkumları ile şehri kuşatmış, uzun çatışmalar sonucu kale tamamen yıkılmış ve uzun süre harabe halinde kalmıştır. 16. yüzyılın sonunda yeniden onarılan kale, uzun yıllar şehrin savunması için kullanılmış. Tacikistan halkının mücadele tarihinin en parlak sayfalarından biri olan kale günümüzde yeniden restore edilerek tarih müzesi olarak ziyarete açıktır.
**
Orta Asya’da Seyhun ve Ceyhun Nehirlerini çok önemlidir.
Seyhun Nehri, Orta Asya’nın en uzun nehirlerinden biridir ve doğuda Tanrı Dağlarından kaynağını alan Narin Derya ile Kara Derya Nehirlerinin birleşmesiyle meydana gelir. Seyhun, sakin, kendi halinde akan ve bölgesel olarak gizli, saklı nehir anlamına gelen Siri Derya olarak bilinir. Siri Derya yatağının tam altında aynı yöne akan başka bir nehir daha tespit edilmiş, bu da buraya faklı anlamlar yüklenmesine neden olmuştur.
Ceyhun, Afganistan içinde Pamir ve Hindukuş Dağlarının kesiştiği yerde, yaklaşık 4950 m rakımdaki kaynağından Aksu veya Penç Irmağı adı altında doğarak batıya doğru ilerler ve diğer nehirlerle beslenerek Seyhun’un aksine aktif coşkulu olarak akar. Bölgesel olarak Ceyhun Nehri, Amut Derya olarak da bilinir. Bu iki nehir arası, Maveraünnehir diye bilinen yerler, Orta Asya’nın en verimli topraklarıdır. Khodjent, Tacikistan’ın en bereketli topraklarının olduğu bölgededir.
Karakum Baraj Havzası, bölgenin önemli su havzası olup, kazılar sırasında bulunan arkeolojik eserler bugün müzede görülebiliyor. Etrafı yeşillenmiş, dinlendirici, sakinlik veren bir yer haline gelmiş.
Arbob Sarayı; Khujand şehrinde, Tacikistan’ın tarihinde önemli yeri olan saraylardan biridir Arbob Sarayı.1991 yılında Sovyetlerin dağılması sonucu kendi sınırları içinde bağımsız devlet olma mücadelesine giren Tacikistan’da iç çatışmalar başlar. 1994 yılına kadar süren bu çatışmalar sonucunda dini devlet şeriat şeklinde yönetim isteyenlerle, cumhuriyet yanlıları arasında büyük çatışmalar olur. İç savaş boyutunda olan çatışmalar sonucunda yüz binlerce asker, sivil Tacik ölür, birçokları da başta Afganistan olmak üzere başka yerlere kaçmak zorunda kalırlar. 1994 yılında İmam Ali Rahman, her iki tarafın millet vekilleri ve toplumun ileri gelenlerini Arbob Sarayı’nda toplar. 16 gün süren tartışmalı toplantı sonucunda anlaşma sağlanır ve oy birliği ile İmam Ali Rahman kurulacak devlet için hükûmet başkanı olarak seçilir.
İmam Ali Rahman 1994’ten beri aralıksızdık başkan olarak başkanlık görevini yürütüyor yani 27 yıldan beri başkanlığa devam ediyor. 6’sı kız, 2’si erkek, toplam 8 çocuğunun hepsi devlet yönetiminde üst düzeyde ve bakanlık görevlerindeler. Ölünce yerine varis olarak bugün Duşanbe valisi olan büyük oğlu Rüstem İmam Ali başkan olacak. Yani ailece devlet yönetimi İmam Ali ailesinde. Demek ki başkanlık sisteminde gelen gitmiyor sonra da oğlu veya aileden biri başkan oluyor. Başkanlık böyle bir sistemmiş biz de çok net anladık zaten.
Arbob Sarayı, bugün devlet toplantılarının çoğunun yapıldığı, birçok salonu olan güzel, bakımlı bir yer. Burada Tacikistan’ın tarihinin kısa özetini görmek mümkün.
Arbob Kültür Sarayı, 1946-1957 yılları arasında St. Petersburg Peterhof’un kış bahçelerinden biri olarak inşa edilmiş ve o dönem için bile iddialı sayılabilecek yapılardan biridir. Önemli olan başka bir konu da sarayın yapımda “Hashar” olarak bilinen toplumun her kesiminden gönüllülerin çalışmış olmasıdır. Sovyet döneminde birçok bina bu şekilde gönüllü (!) adı altında insanları çalıştırarak inşa edilmiştir.
Khojen Kalesi; geçmiş yıllarda birçok savaşların ve çatışmaların yaşandığı önemli yerlerden. Büyük bir alan üzerinde inşa edilmiş kalenin bir kısmı bugün müze olarak kullanılıyor. Burası da gelmişte saldırılardan, talancılardan korunmak, yerleşim yerini savunmak için inşa edilmiş kalelerden. Khojen’in tarihini anlatan müzede en dikkat çeken ise, geçmiş yıllarda burayı etkileyen Pers kültürünün hâlâ etkili olması. Tacikistan halkı, İran lisanı olan Farsça lehçesi konuşur, İran kültür ve müziğinden de etkilenmişlerdir.
2500 yılı aşkın bir süredir şehrin önemli kalesiydi ve şehirle birlikte genişledi. MÖ 6 ve 5. yüzyıllarda inşa edildiği bilinen, kalın sur duvarları olan kalenin etrafında derin su hendekleri bulunmaktadır. Büyük İpek Yolu’nun en parlak döneminde, Khojen Kalesi yeniden inşa edilmiş ve şehir surları da onarılmış. Döneminde Khojen Kalesi, Orta Asya’daki en kuvvetli savunulan kalelerden biri olarak kabul ediliyordu.
Kale 13. Yüzyılda Cengiz Han tarafından kuşatıldı, Timur Malik emrindeki ordu çatışmalar sonucunda karşı koyamadı teslim oldu. Sonuç olarak kale tamamen yıkıldı ve şehir teslim oldu. Khojen Kuşatması, Tacikistan tarihinin en büyük olaylarından biri olarak kayıtlara geçti. 1999 yılında, Khojen Kalesi restore edilmiş ve Tarih, Arkeoloji ve Tahkimat Müzesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Perşembe Pazarı; Duşanbe’nin en büyük pazarlarında biri olan Perşembe pazarına gidiyoruz. Büyük, kapalı bir alanda yer alan daimî pazar yerinde, her türlü sebze, meyve, giyecek, eşya bulabilirsiniz. Açık havada da köylülerin kendi ürettikleri günlük sebze, meyve ve bazı giyim eşyaları bulunuyor. Burası, yabancıların, turistlerin pek geldiği bir yer değil, bu nedenle gözler üzerimizde. Ufak tefek alışveriş, biraz fotoğraf çekimiyle günü tamamladık. Burası aynı zamanda Khodjen’ın ana meydanı, böyle olunca en büyük cami olan Şeyh Muhitdin Cami de burada. 3000 kişi kapasiteli, merkez cami olarak bilinen caminin hemen yanına daha büyük, yeni bir Cuma cami daha yapılıyor. Müşterisi bol anlaşılan, hayırlı olsun dedik.
Genelde abartı olarak dekore edilmiş olsa da gayet güzel restoranlar var, yani ne kadar büyük, o kadar güzel anlayışı hakim.
Bugün tamamdır, hava da giderek soğumaya başladı zaten.
**
1991 yılında Sovyetlerin dağılmasıyla Orta Asya ülkelerinin yeniden yapılanması ve sınırların belirlenmesi kolay olmadı. Lenin döneminde Sovyetlere bağlı bütün cumhuriyetlerde olduğu gibi Orta Asya cumhuriyetlerinde de sınırların tespitinde sorunlar çıkmaya başladı. Bu durum Lenin döneminden itibaren bilinçli yapılan, “Büyük Oyun” diye adlandırılan bir uygulamaydı. Her bir ulusun kendi milli, kültürel ve dini değerlerinin olduğu yer, bölge ve/veya şehirler bilinçli olarak diğer ulusun sınırları içinde bırakılmıştı. Sovyet döneminde baskı rejimi gereği buna çok itiraz edilemiyor, konu dahi olamıyordu. O dönem, ülkelerde belirgin bir sınır da yoktu, izne bağlı olsa da insanlar genelde Sovyet Cumhuriyetleri içinde istediği yere gidebiliyordu. Sovyetlerin dağılmasından itibaren bazı milli ve dini değerlerler başka bir ülke sınırları içinde bırakılınca, ülkeler arası sınır gerginlikleri çıkmaya başladı. Yani bir ülkenin milli kahramanının sınıra yakın olan bölgedeki doğduğu köy, dini açıdan önemli kutsal sayılabilecek yerler, siyasi veya ekonomik değeri yüksek olan bölgeler, su kaynaklarının bol olduğu yerler bilinçli olarak diğer ülke sınırları içinde bırakılmıştı. Bu durumda her ülke kendine ait siyasi, ekonomik, tarihi ve dini değerleri olan yerleri kendi sınırları içinde görmek istiyordu. Şu anda özellikle Türk Cumhuriyeti arasında şimdilik problem yok gibi görünse de küçük bir manipülasyon ile savaşa varabilen karışıklıklar çıkarılabilir.
- yy. başlarında Büyük Oyun’un kurucusu olan İngiltere, tarihte çok sayıda sömürge ve işgal olaylarının baş oyuncusu olmuştur. Neden İngiltere bu bölgede Rusya ile birlikte böyle bir oyun kurma gereğini duymuştur? Hindistan kendi içinde fazlaca inanç ve etnik gruplar olan bir ülke. İngiltere, tamamen kendi kontrolünde olan Hindistan’ın bölünmesini ve iç karışıklıklar yaşamasını istemez. Bu nedenle Hindistan’ın siyasi ve toplumsal olarak etkilenebileceği, başta sınır komşuları olan ülkelerde yaşanacak problemler olmasını istemez. Yani Hindistan’ın etkileneceği toplumsal olaylar, İngiltere’yi de çıkar ilişkisi açısından rahatsız edecekti. O zaman bu ülkelerde her an toplumu etkileyebilecek potansiyel problemleri var etmek ve bu problemleri canlı tutmak istenmiştir. Bu nedenle İngiltere ve Rusya tarafından büyük oyunun senaryosu yazılmış, provalar yapılmış, oyun gerektiğinde kısa sürede sahnelenebilir hale gelmiştir. Bu, Rusya’nın kendine bağlı cumhuriyetleri kontrol edebilmek için de işine geliyordu. Bu yöntem biraz değişik halleri ile az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere karşı halen uygulanmaktadır.
Yakın geçmişte, su kaynakları çok sınırlı olan Özbekistan ile su kaynakları bol olan Tacikistan’ın, Özbekistan’ı besleyen nehirler üzerinde baraj yapmak istemesi sorun olmuş, iki ülke arasında gerginlikler yaşanmıştı.
Benzer durum; Nahcivan, Azerbaycan Devleti’nin vilayetidir ancak Ermenistan toprakları içindedir. Nahcivan’a girmek için, ya Ermenistan üzerinden geçeceksiniz ki bugün izin vermezler siyasi sorunlar nedeniyle, ya da İran üzerinden Türkiye’ye gelip Iğdır’dan gideceksiniz. Yani Nahcivan vilayeti Azerbaycan’a bağlı olmasına rağmen Ermeni toprakları içinde bırakılmıştır. Veya en kolay yol, Ermenistan hava sahası üzerinden uçakla, bu da Ermenistan’ın hava sahası iznine bağlı. Bu nedenle Nahcivan, Azerbaycan ile Ermenistan arasında her zaman potansiyel problem, her an kaşıyarak kanatılabilir.
Burayla bağlantılı değil ama tezgâh aynı, Filistin toprağı olan Gazze de İsrail sınırları içindedir ve İsrail toprakları ile çevrilidir. Böyle çok örnek var, bu ülkelerde küçük bir manipülasyon ile her an potansiyel çatışma yaşanabilir, işte istenen böyle bir şey, pimi çekilmiş bomba üzerinde yaşatmak gibi.
Tacikistan, Afganistan ile komşu ve uzun bir sınırı var. Buraya gelmeden önce buranın Afganistan’ın yeni yönetimi Taliban’dan ne şekilde etkilendiği ve buralara ne seviyede mülteci akını olduğu konularındaki belirsizlik endişe yaratmıştı. Beşli ülkeler olan Türkmenistan, Azerbaycan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan her ne kadar bağımsız Cumhuriyet şekli de olsa büyük abi Rusya’nın siyasi ve ekonomik kontrol ve denetimi altındadır. Yani bölgede esas politika Rusya tarafından belirlenir.
Tacikler ile Afganlar arasında geçmişe dayalı köklü kültür birliği vardır, ayrıca özellikle sınır bölgelerinde geçmişten gelen evliliklerden ötürü akraba ilişkileri bulunmaktadır ve sınırın her iki tarafında yaşayanlar aynı dili konuşur, benzer gelenek ve kültürler yaşarlar. Yani Tacikler ile Afganlılar arasında geçmişe dayalı bir bağ var. Bu nedenle Tacikistan, Taliban olayları başladığında yüz bin Afganlı mülteci kabul edeceğini açıklamış, ancak Rusya bunu kabul etmediği için anlaşma gerçekleşememişti. Taliban olayları süresince Rusya bölgeye ciddi asker yığınağı yapmış ve Afganistan sınırını kontrol altına almıştı. Bu bölge adına görüşmelerde Rusya daima masanın başında oturur ve karar vericidir. Aslında eski Sovyetler topraklarında bulunan bütün özerk ve yarı özerk devletler halen siyasi ve ekonomik olarak Rusya’nın etkisi altındadır.
Konuştuğumuz birçok Tacik, Afganlılarla kültürel ve akrabalık ilişkileri olduğu söylüyor. Taliban yönetimini desteklemiyor, onaylamıyorlar. Birçok kişiden duyduğumuz “Taliban Müslüman ise ben o Müslüman değilim” şeklinde ifadeler oldu. Tacikistan’da bir tane burkalı, peçeli veya kara çarşaflı kadın, sarıklı, cübbeli, sakallı yobaz göremezsiniz, her köşe başında cemaati olmayan cami göremezsiniz, devlet bu şekil davranış ve bağnazlıklara izin vermiyor. Bütün Orta Asya Cumhuriyetlerinde benzer durum vardır. Buralarda kadınlar çalışır ve birçok İslam ülkesinde olduğu gibi erkekten namahrem, günahtır, dokunursam, bakarsam abdestim bozulur düşüncesiyle kaçmaz. Bu nedenle, Orta Asya Müslüman ülkelerinde yobazlık ve bağnazlık oluşmamıştır.
**
Bugün Penjikent’e gidiyoruz. Dağlık ve bir tarafı uçurum olan yollardan gideceğiz, biraz heyecanlı olacak gibi. Başladık tırmanmaya, 3 bin metrelerdeyiz, Türkmenistan Sıradağları ve Fan Dağlarının arasından kıvrıla kıvrıla aşağıya, Ayni şehrine iniyoruz. Hava ciddi soğuk. Sonra da Zerefşan Dağlarının arasından, Zerefşan Vadisini ve Zerefşan Deresini takip ederek Penjikent’e gelebildik.
Penjikent, adından da belli olacağı gibi beş bölgenin merkezi durumunda olan Tacikistan’ın önemli yerlerinden biri. Burası aynı zamanda İran edebiyatının bilinen şairlerinden Rudaki’nin doğduğu yer. Önce, geçmişinde neler olmuş, tarihi durumu nedir diye Pencikken müzesine gidiyoruz. 5000 yıllık Sarsanı tarihi, bu topraklarda yaşanan medeniyetler, savaşlar, gayet güzel bilgilendik.
Antik Penjikent; İslam öncesi dönemde Soğdiana bölgesinde küçük bir kasaba durumundayken 5. yüzyılda büyüyerek yerleşim ve ticaret merkezi konumuna gelir. Burası, Panç hükümdarları olarak bilinen yöneticiler tarafından idare edilmekteydi. Son hükümdarları Divaştiç’in mücadelesine rağmen şehir 722 yılında Arap Emevi hakimiyetine geçti. Buranın geçmişinde Araplar da var, Müslümanlığı yaymak için 650 yıllarında buralara gelmeye başlayınca bereketli toprakları istila etmek istemişler ve büyük katliamlar, talanlar, işkenceler yapmış ve buralarda hükümranlık yapmışlardır. Bu dönemde Arapların katliamları ve yağmalamaları neticesinde göçler başlamış, nüfus önemli oranda azalmış ve terk edilmeye başlayan şehir yeniden inşa edilmemiş.
Penjikent, yaşanan savaşlar, büyük yıkımlar sonrası farklı bir yerde yeniden inşa edilmiş.
Eski Penjikent’in olduğu antik bölgeye gidiyoruz. Arkeolojik çalışmalar zaman zaman yapılmış, ortaya çıkanlar da fazla korunmamış, böyle olunca yıkıntılarla dolu büyük bir alan görünümünde.
Bu topraklarda yaşamış, kültür merkezlerinde, türbelerde, birçok yerde karşınıza çıkan, Firdevsi, Ebu Reyhan El Biruni, Ömer Hayyam, İbn-i Sina, Nasr-ı Hüsrev gibi çok değerli bilim adamı, şair, felsefe ve edebiyat ustalarının hepsi buralardan yetişmiş. Bu bilgelerinden, rubaileri ile ünlü günümüzde sıkça karşılaştığımız Ömer Hayyam kimdir, bakalım.
Ömer Hayyam; Buralara kadar gelip ayak izlerini, ruhunu hissedip de Ömer Hayyam’dan bahsetmemek çok yanlış olur diye düşünüyorum. Aslında Ömer Hayyam denince pek çoğumuzun aklına “aşktan, şaraptan, eğlenceden” dem vuran dörtlükler (rubailer) gelir. Oysa o, 9 asırdır unutulmayan şairliğinin yanı sıra bir bilim adamıydı. Yaşadığı dönemde Tacikistan sınırları içinde, bugün İran topraklarında olan Nişabur eyaletinde 1048 yılında doğan Ömer Hayyam veya tam adıyla Gıyaseddin Eb’ul Feth Ömer İbni İbrahim El-Hayyam, şair, filozof, matematikçi ve astronomdur. Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde yaşayan en önemli kişilerdendir. Yaşadığı dönemde büyük medreselerde ünlü hocalardan İslam üzerine eğitim alan Hayyam, aynı zamanda dünya bilim tarihi için de önemli bir yerdedir. Günümüzde kullanılan Miladi ve Hicri Takvimlerden çok daha hassas olan Celali Takvimi’ni hazırlamış, matematik, astronomi konularında dünyanın önde gelen bilim insanlarındandır. İbn-i Sina ekolüne mensup alim-filozof olduğu kabul edilen Ömer Hayyam, cebir, geometri, astronomi, fizik ve tıpla da ilgilenmiş, müzikle uğraşmış, ayrıca adını ölümsüzleştiren rubailerini kaleme almıştır. Binden fazla rubaisi kayıtlara geçmiştir.
Hayyam, rubailerini yazarken oldukça kolay anlaşılan, akıcı ve açık bir dil kullandı. Şiirlerinde gerçekçiydi. Yeri gelmişken anımsamak adına bakalım ne demiş;
İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur, iyilik edersen.
Yaşadıklarını ve gözlemlediklerini olduğu gibi dile getirirdi. Ona göre, en şaşmaz ölçü akıl ve sağduyuydu. İnsanoğlu, gerçeğe ancak akıl yolu ile ulaşabilirdi. Şiirlerinde zamanının haksızlıklarını ve saçmalıklarını ince ve alaycı bir dille yerdi. Dörtlüklerinin konusunu aşk, şarap, dünya, insan hayatı ve yaşama sevinci gibi temalardan seçmişti. İnsan hayatının akışına alaycı ve felsefi bir gözle bakmıştır.
Büyük şaire göre gerçek olan “yaşananın kendisidir”, dünyanın ötesinde ikinci bir dünya yoktur. İnsan, yaşadığı sürece en şaşmaz ölçü “gerçektir”, iman değil, akıl ve sağduyudur. İnsan, aklıyla vardır, en şaşmaz kılavuz akıldır ve gerçeğe ancak akıl yolu ile ulaşabilir.
Rubailerinin Türkçeye çevirisi birçok farklı çevirmen tarafından yapılmışsa da rubaileri Türk halkına sevdiren çeviri Sabahattin Eyüboğlu tarafından yapılmıştır.
4 Aralık 1131 yılında, İran Nişabur’da 83 yaşında ölmüştür.
**
Yolumuza devam:
Yedi Göller; Tacikistan’da doğa harikası önemli yerlerden, bayrağındaki yedi rakamını sembolize eden yedi göllere gidiyoruz. Yollar bozuk ve dar olduğu için araçlarla 2 bin metreye kadar çıkacağız. Yukarı çıktıkça soğuk hafiften ısırmaya başladı. Birinci göle ulaştık. Göllerin özelliği, her gölün birbirine yer altı ve yer üstü kanallar ile doğal olarak bağlantılı olması. En tepedeki göl Hazorshashme Gölü, kar, yağmur, yeraltı suları ve esas olarak Shing Nehri tarafından beslenmektedir. Burada biriken sular belli bir seviyeden sonra bir sonraki gölü besliyor. Böylece her göl kendi çevresinde doğal şartlarını ve havzasını yarattıktan sonra diğer gölleri besleyerek aşağıya kadar iniyor. Ancak her gölün suyu bulunduğu şartlar içinde oluşan farklı bakteri ve canlılar nedeniyle fark edilir şekilde değişik renklerde. En aşağıdaki birinciden başlayarak dördüncü göle kadar çıkıyoruz. Öyle kolay olmuyor, hem dar yollar hem etraftaki harika manzaralara bakmak, fotoğraf çekerek tırmanmak. Dördüncü göle geldiğimizde anlamadık nasıl bu kadar çabuk geçti zaman, günün yarısını çoktan geçirmişiz. Böyle bir yerde, manzara, temiz havada beklemediğimiz harika öğle yemeği. Tacikistan’da alkol çok yaygın değil bu nedenle bazı yerlerin haricinde bulmak pek mümkün olmuyor. Neyse keyifli yemek, sohbet tamamdır. Yola devam, tırmanıyoruz, çevrede küçük yerleşim yerleri, kendi yöresel kıyafetleri görülmeye değer. Beşinci gölden sonra altıncı göl. Buraya kadar zor da olsa arabayla çıkabildik, sonrası yani yedinci göle 1,5 saat dik kayalık dağa tırmanmak gerekiyor, zorlu bir parkur gibi, şansımızı zorlamayalım dedik, dönüşe geçtik.
Göllerin isimlerini merak ediyorsunuz diye düşünüyorum. Sırasıyla,
- Mijgon Gölü,
- Guzhor Gölü,
- Huşyor Gölü,
- Nofi Gölü,
- Khurdak Gölü,
- Marguzor Gölü,
- Hazorshashme Gölü.
Geç olur bahanesi altında aslında kimsenin oraya çıkmaya gözü yemedi. Aynı yoldan iniyoruz, akşam güneşinin ışığında rakım düşmeye başladıkça göllerin renkleri yeniden fark edilir şekilde değişmeye, farklı güzelliklere bürünmeye başladı. Zor değildi, dikkatli olunması gereken ama buralara gelince mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
Sarazm Medeniyeti; Tacikistan geçmişte birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Buradaki önemli medeniyetlerden biri de Sarazm Medeniyeti. Yapılan kazılarda epey malzemeler bulunmuş, bunların bulunduğu ve halen kazıların devam ettiği ören yerine gidiyoruz.
Toprağın başladığı yer anlamına gelen Sarazm Medeniyeti’nin, MÖ 5 bin ve MÖ 4 bin yıllarında Orta Asya’da görülen ilk yerleşik medeniyet olduğu kabul edilir. Sit alanı ilan edilen arkeolojik alanda yapılan kazılarda bulunan tarihi eserler müzede sergileniyor. Orta Asya’nın en eski yerleşim yeri olan Sarazm’da yaşayanların bir kısmının göçebe oldukları bir kısmının da geniş düzlüklerde hayvancılık ve tarım yaptıkları anlaşılmıştır.
İşte geçmişte bu medeniyetin yaşandığı topraklar üzerindeyiz ve neler yapmışlar, nasıl yaşamışlar öğreniyoruz.
**
Orta Asya tarihi bizde pek okutulmaz, bu nedenle tam olarak hâkim olmadığımız bir konudur buraların tarihi. Aslında anlaşılması da çok kolay değil. Yüz yıllar boyunca dini ve siyasi çok fazla hükümranlıklar değişmiş, birbirinin oğlu, torunu, damadı, yakınları arasında veya başka coğrafyadan olanlarla devamlı savaşlar yaşanmış. Son 260 yılda 17 farklı devlet kurulmuş, en uzun hükümranlık 60-80 yıl gibi. Her yeni gelen eskileri yakmış yıkmış. Yakın tarihe kadar sürekli savaş ve yıkımlar yaşamış bir coğrafya.
**
Bütün bunları kısaca özetlersek, neresidir Tacikistan diye:
MÖ 4000’lerden beri birçok medeniyet bu topraklarda yaşamış, pek çok kültür bölgede varlığını sürdürmüştür. Bilinen ilk medeniyetlerden Baktria-Margiyana ve Andronovo erken çağlarda bu topraklarda yaşamışlar. Ahameniş İmparatorluğu, Sasani İmparatorluğu, Eftalitler, Kuşaniler, Samanîler ve Moğol İmparatorluğu gibi devletler bu topraklarda hüküm sürmüş. Ülke daha sonra Rus İmparatorluğu tarafından ele geçirilmiştir. 20. yüzyılın başında Sovyetler Birliği kurulduktan sonra Tacikistan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı olarak varlığını sürdürmüştür. 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ülke bağımsızlığını ilan eden Tacikistan, 1992-1997 döneminde bir iç savaş yaşamıştır. İç savaşın sona ermesinden sonra, kurulan siyasi istikrar ve dış yardımlarla, ülke ekonomisi büyümeye başlamıştır.
Ülke, 1994’ten beri Cumhurbaşkanı İmam Ali Rahman tarafından tek adam olarak yönetilmektedir. Monarşi yani otoriter liderlik şeklinde bir yönetim, böyle olunca demokrasi ve insan hakları konuları askıya alınmış, yerine kişisel yönetim, siyasi baskı, yolsuzluk ön plana çıkmış.
Ülkede hırsızlık, gasp, öldürme gibi kriminal suçlar çok fazla değil. 27 yıldan beri başkanlık görevinde olan İmam Ali Rahman’ın bütün aile ve yakınları da devlet yönetimde. Büyük oğlu Rüstem İmam Ali uzun zamandır Duşanbe valisi ve babasından sonra devlet başkanı olacak. Tabii ki Tacikistan’da seçimler oluyor, tabii ki her seçimde %90’ların üzerinde oy ile aynı başkan seçimi kazanıyor!
Duşanbe mutfağı, tüm Tacikistan’da, Rus, Afgan ve Özbek mutfağından etkilenmiştir. “Plov” yani pilav, Tacikistan’ın ulusal yemeği sayılmaktadır. Kuru meyve, kuruyemiş ve helva ise en çok kullandıkları ürünlerdir. “Plov”, parça koyun eti, havuç, şalgam ve pirinçle hazırlanan geleneksel bir yemektir.
Tacikistan bayrağında üç farklı renk vardır. Beyaz, dağlardaki karı, temizliği, kırmızı, geçmişte tarihte verilen mücadeleyi, kahramanlığı, yeşil, İslam’ın rengini ve doğayı ifade eder. Ayrıca bayrak üzerindeki 7 yıldız, Tacikistan’ın önemli yeri olan Yedi Gölleri temsil eder ve İslam’da önemli bir sayı olduğu içindir. Yıldızların ortasında bulunan taç ise Taciklerin her birinin taçlı, değerli insan olduklarını sembolize eder.
Neden dünyada Müslüman ülkelerin hepsi az gelişmiş, yoksulluk ve çaresizlik içindedirler? Neden her türlü yolsuzluk, rüşvet, adam kaydırma işleri bu ülkelerde olur? Neden bu ülkelerde insanlar haksızlığa, ezilmişliğe, kaderlerine razı olurlar? Neden bunlar Müslüman ülkelerde sıradan işler gibi kabul görür? Düşünmek lazım!
Tacikistan’da yaşam kolay değil, her az gelişmiş ülkede görülen büyük sınıf farklılıkları burada açık olarak görülüyor. Yeni model ve pahalı arabalar, pahalı markalar satan mağazalar, büyük ve geniş caddeler. Ancak biraz arka taraflara yolunuz düşerse çok farklı bir dünya ile karşılaşırsanız. Asgari ücret 125 dolar seviyelerinde, öğretmen ve memur maaşı da bunun biraz üzerinde. Yaşamak için izlenen yol “benim memurum işini bilir” yöntemi olmalı.
Misafirperver, candan, dost canlısı insanların ülkesi.
Bekenmeyen güzellikler ülkesi Tacikistan.
Sevgilerimle
Hayettin KAĞNICI
Ekim 2021