Namibya
Yüzölçümü 824.000 km.kare (Türkiye 783,600) Yani Türkiye den büyük, nüfusu 2.200.000 olan ancak yarısından fazlası çöl olan Namibya da, 13 resmi dil konuşuluyor. HIV virüsü, yani aids hastalığı yaygın. Uzun süren çalışmalardan ve konu ile ilgili eğitimlerden sonra kontrol altına alınmış gözüküyor. Farkındalığın artması, tedaviden çok yayılmayı önlüyor..
Biraz maceralı bir yolculuktan sonra Namibya’ya , Güney Afrika üzerinden geldik, Geceyi güzel bir konaklama yerinde geçirdikten sonra, hem ayılalım hem de hafif bir değişiklik olsun diye Ai-Ais doğal kaplıcalarına gidiyoruz. Bol kükürtlü suda gerekli şifayı aldıktan sonra Fish River Kanyonu’na geldik. Kanyon deyince aklımıza içinden nehir veya sular akan derin yar şeklinde oluşumlar gelir. Burada su falan yok, yer kabuğunun kırılması ile oluşmuş derin çukurlar ve kilometrelerce uzayan vadi. Ziyaret sebebimiz, Afrika’nın en geniş kanyonu, Namibya’nın da ikinci önemli turistik yeri imiş. En önemli yeri buysa, öbürlerini merak etmeye başladım…
Koyulduk yola, kamyondan yapılmış çöl aracımız ile. Yollar kötü, emniyet kemerlerimiz bağlı olduğu halde, neredeyse koltuk ile tavan arasında hoplaya zıplaya akşam üzeri kalacağımız yere geldik. Afrika da genel de iki grup konaklama yeri var, ya çok ucuz ve sıkıntılı veya ucuz değil ama gayet güzel. Sonunda böyle bir yerde akşamın tadını çıkartıyoruz.
***
Sabah harika bir gelişme. Akşam fark ettim, duvarda bölgede yaşayan hayvanların resimlerinin yanında, bir leopar ile kucaklaşan bir adamın resmi asılı. Adam tanıdık, National Geography belgesellerinde bir kaç defa hayvanlar ile birlikte seyretmiştim. Kimdir ne işi var burada derken, Adamın, hemen bitişikte leopar ve çita hayvanlarının çiftliği olduğunu öğrendik. Kendisi bu gün buralarda yokmuş ama gezebileceğiz. Yippuu, harika bir haber, hemen organize olduk, sabah çok erken leopar ve çitalara gidiyoruz. Önce leopar kafesinin önüne geldik, muhterem bizi görünce kalktı geldi. Leopar ile aramızda sadece tel örgü var, tele sürtünüyor bizde çaktırmadan tüylerine dokunuyoruz. Aslan ve kaplana göre daha küçük ama çok güzel, hele sabah güneşi tüylerine vurunca bir başka gözüküyor kerata. Bir süre telin iki tarafından beraberce volta atıyoruz arada bir tele sürünüyor, sabahın tadını çıkarıyoruz. Bakıcı ile birlikte yan tarafta bir kafesin içine girdik, yürürken karşıdan iki çita hafiften koşarak bize geliyor. Aramızda hiçbir engel yok, ülen dur mur ne oluyor heyecan ile karışık panik yaşarken, bakıcı ileri atıldı başladı sevmeye hayvanları. Anladık ki insanlara çok alışık, tedirginlik geçtikten sonra her birimiz yakışıklı çita abiler ile farklı pozlarda yan yana, okşarken severken fotoğraflar çektiriyoruz. Kalkıp dolaşıyorlar, dönüp geliyorlar tekrar daha yakın pozlarda resimler. Gene de yaban hayatından gelen hayvanlar dikkatli olmak gerekir. Büyük kedi ailesinden çitalara bu kadar yakın olacağımı hiç düşünmemiştim. Çok güzel hayvanlar, gerçekten muhteşem.
Dönüyoruz geri, sabah kahvaltı sonrası, Namibya çöllerinde yola koyuluyoruz. Çöl deyince aklımıza, sarımsı kumlarla örtülü üzerinde ot bitmeyen yön duygusunun kaybolduğu çok sıcak çok büyük alanlar gelir. Afrika’nın bu bölgelerinde çöl kavramı biraz farklı, şartlara adapte olmuş çalı türü bitkiler, yer yer kökleri çok derinlere kadar inebilen ağaçlar, granit dağlar, tepeler, buraya uyum sağlamış yaban hayvanları ve çöl sıcağı. İşte böyle bir Namibya çölünün ortasında, Unesco Dünya Mirası listesinde olan Susvlei deki 45. nolu tepeye gidiyoruz. Çölün bir ucu Atlas okyanusundan başlayan 3 milyon hektarlık kum denizi. On binlerce yılda nehir ve okyanusların taşıdığı kumlardan oluşan ve denize sahili olan tek çöl. Burada zaman zaman oluşan sisler ve yarattığı yağmurlar, ayrıca okyanustan gelen nemli hava burada çok farklı bir doğal yaşam hayatı yaratmış. Koca çöl, geldik bunca yolu tadını çıkaralım. Yürüyoruz kum tepelerinde düşe kalka, şarkılar türküler, coşkular, oyunlar çocuklar gibi… Çöl, çöl olalı ilk defa böylesini görmüştür.
Buraya yakın yerde bir de Sesriem Kanyonu var, en çok ziyaret edilen yerlerden biri. Herkes gittiğine göre vardır bir hikmeti diye saptık gidiyoruz. 1 km. uzunluğunda yer kabuğunun kırılması ile oluşmuş kanyon. Yol biraz uzadı ama değdi bence. Bu kanyonda da su yok. Bu gün öğlen yemeği, güzel bir kamp alnında mangal partisi. Daha önce buraya bıraktığımız arkadaşlar, masalar, tabak, çanak, bardak her şeyi hazırlamışlar. Menü, ızgara et ve sosis eşliğinde beyaz veya kırmızı şarap, salata, haşlanmış mısır, meyve, kahve. çöl cafe restoran da harika yemekler. Bu keyiften sonra bu yol zor olacak ama yapacak bir şey yok, haydi arabaya…
Geceyi Swakopmund şehrinde bir otelde geçiriyoruz. Öncekilere göre daha mütevazi gibi ama tamamdır.
***
Sabah, para bozdurma bahanesi ile Swakopmund’da şehir turu yapıyoruz. Kafamıza göre gidiyoruz, sonunda merkezi bulduk. İnanılmaz ama, son derece temiz ve düzenli bir yer. Harika mağazalar, dükkanlar, son derece samimi insanlar, yolda bir sürü tanımadığımız insanlar ile sohbet ediyoruz. Yüksek sesle Kutsal İncil’i okuyan adamla sohbet ediyoruz, belli ki sağlam dindar. iyilik, yardım, ilk insanın Afrika’dan geldiğini, bütün insanların Afrika ile bağları olduğunu, hepimizin kardeş olduğunu…keşke vakit olsa da uzun uzun dinlesek! Burası şehir merkezi, bir sürü yabancı insan var çevrede belli ki onlar için mağazalar. Merkezin dışına çıkınca muhtemelen çok farklı bir dünya, farklı yaşamlar vardır diye düşünüyorum. Gerekli lojistik ikmal yaptıktan sonra yola çıkıyoruz
Hava ısınmaya başladı, neredeyse 25 derecenin üstü. Allahtan nem yok bunaltmıyor. Burası kışın başı, geceleri soğuk, ısıtıcıyı çalıştırıyoruz. Yani gündüz gömlek falan ama gece kazak olamadan olmaz.
Spitzkoppe diye bir yere geldik. Milyonlarca yıl önce oluşmuş yüksek granit kayalar, Programa bakılınca çok enteresan gibi gelmedi çölün ortasında yüksek granit dağlar. Uzaktan bakıp gideriz derken, kapıdan içeri girdik biletler alındı, bekliyoruz rehber gelecek diye. Sonunda düştük kara oğlanın peşine. Allahın sıcağı, yürüyoruz Afrika çöllerinde, sonunda büyük bir kayanın gölgesine geldik. Kayaların üzerinde resimler işaretler var. Yıllar önce burada yaş
ayan, göçer Bushman kabilesi, çevre, avlanma ve kültürleri ile ilgili bilgileri sonraki nesillere kalsın diye devekuşu kanı ile kayaların üzerine çizmiş. Aferin Bushman’lere, silinmemiş bizde geldik gördük, nasıl yaşamışlar ne yapmışlar hepsini öğrendik, yoksa ne yapardık! Rehber de eski bir kabile olan Tamara kabilesinin üyesi. Bunlar, Geçmişte Bushman ler ile çok yakınlarmış. Bushman ler, göçebe hayatı tercih etmişler, gelişen şartlarda giderek hayat sahnesinden kaybolmuşlar, Tamara kabilesi ise yerleşik düzeni tercih ederek bu güne kadar gelmişler. Kendi aralarında konuştukları lisan, dar bir alfabe içinde, dillerini şaklatarak, tıslayarak konuşuyorlar. Çok gırgır bir lisan, şaka şuka, tıs mıs gibi sesler ile anlaşıyorlar. Rize’nin dağlık bir köyünde insanlar uzak mesafeden ıslık çalarak konuşuyorlar, her şeyi de anlatıyorlar. Demek ki farklı sesler ile konuşma oluyormuş. Dönüyoruz geri, büyük sürpriz, bu gün çöl cafe restoran da menü, soğuk dürüm şeklinde bol çeşitli sandviç, soğuk meşrubat meyve. Oturduk masanın etrafına, bu günde doyduk.. Çölde güneş batışı ritüeli…muhteşem renkler. Akşam konaklayacağımız yer Ai-Aiba Lodge. Allah’ım serap mı ne, Çölün ortasında 30 gün tarif etsen bulamayacağın bir yer, cennet gibi… Muhteşem bir akşam keyfi, harika yemek servis, yıl on puan az valla. Neden, çünkü bu yerlerin nereyse hepsi Almanlar tarafından işletiliyor. Her taraf Avrupa standartlarında. Doyamadık geceye, insan burada ölmez herhalde.
Buralarda, su ve elektrik çok önemli, tedarik zor şartlar altına ucuz ve kolay değil. Bu nedenle birçok yerde dikkatli kullanılması şeklinde uyarı yazıları var. Bizde tasarrufa o kadar alıştı ki, neredeyse tuvalet kağıdını bile iki taraflı kullanacağız.
***
Bu gün Twyfelfontein gidiyoruz. Okunuşu da yazılışı da gitmesi de zor. Unesco Dünya Mirası listesinde olan ve Afrika da en fazla kaya yazıtlarının olduğu yer. 6000 yıllık Afrika hikayeleri. Bushman’ler yaşamlarını detaylı olarak anlatmış. Hayatlarını sürdürmek için suyun peşinden giderlerken, geride kalanlara, bölge hakkında bilgileri kayaların üzerine kazıdıkları resim ve işaretler ile anlatmışlar. Okuması bilen için, zürafa, gergedan, aslan gibi hayvanlar nasıl avlanır, ne zaman avlanır, çocukların eğitimi gibi her konuda bilgiler var. Oku, anla, uygula, çok kolay! Gerçekten ilginç bir yer, çok geniş bir alanda farklı yerlerde binlerce kayanın üzerine yazılmış değişik bilgiler. Afrika ve Bushman’ler hakkında yeterli eğitimi aldık, tamamdır. Kaya yazıtları üzerine doktora yapmış gibiyiz, getirin her hangi kaya yazısı nasıl okuyorum görün!
Yolumuz üzerinde bütün dağ, bayır, kayalık ziyaretinden sonra, vakitlice konaklama yerimize geldik. Harika bir tesis. Havuz ve akşam keyfi, günü yorumu, sohbet, dedikodular, bu gün de tamamdır.
***
Keyifli bir kahvaltıdan sonra, çöl yollarına devam. Alıştık artık buralara, tozlu bozuk yolları da benimsedik galiba. Tweyfelfontein Stone Forest’e varıyoruz. 200-250 milyon yıl önce bir doğa olayı sunucu taşlaşmış ağaçlar. Rehberimiz hemen kapı girişindeki yazıyı gösteriyor, okuyor ve net bir şekilde açıklıyor. Çevreye zarar vermek, dışarıya her hangi bir şey çıkarmak, 12 yıldan başlayan hapis. Ortak karar, burada hapis yatmayalım arkadaşlar. Çok ilginç, aynı şeklini muhafaza ederek taş haline gelmiş koca koca ağaçlar, kütükler. Bu şekilde taşlaşmış ağaçlar veya ormanları dünyanın birçok yerinde görmek mümkün. Hatta İzmir Kula da bile var. Bu olayın iki şekilde olabileceği düşünülüyor Birincisi, aniden ortaya çıkan çok yüksek derecede sıcaklık. Geçmişte büyük bir meteorun dünyaya çarpması sonucunda bir anda ortaya çıkan binlerce derecedeki sıcaklık. Bu durumda orman ve benzeri yerlerin yanmaktan çok kavrulması ve milyonlarca yıl toprak altında kalması neticesinde taşlaşması yani fosil olması. Kıymetli taşların bu şekilde olduğu bilinmektedir. İkincisi, yerkabuğunun hızlı hareketi, tektonik olaylar sonucu bazı bölgelerin bir anda toprağın altına gömülmesi, o bölge toprağında bulunan bazı mineraller sonucu çürüme olmadan milyonlarca yıl toprağın altında kalarak taşlaşması, fosilleşmesi. Aynı ağaç görüntüsünde kocaman taşlar, dokunmadan anlamazsınız taş olduğunu. Bunları okuyarak dünyanın geçmişi öğreniyoruz. Kim bilir ne hikayeler vardır.
Benim için, gezini en önemli sebeplerinden olan, güney Afrika bölgesinde çok farklı yaşam ve kültürü olan Himba yerli kabilesine gidiyoruz. Bu tip kabilelerin bir kısmı ormanın derinliklerinde medeniyetten uzak kendi hallerinde geleneklerine göre yaşıyorlar. Bir kısmı da, yerleşim bölgelerine daha yakın ve kendilerini ziyaret etmek isteyenleri ticarete dökmüş, para karşılığı izin veriyorlar. Genelde bu kabileler ziyaret edilir, diğerlerine ulaşmak çok kolay olmaz. İlk gittiğim kabile çok fazla istediği için pazarlıkta anlaşamadık. Bizde başka bir Himba kabilesine gittik. Farklı bir yaşam şekli. Bu kabileler hakkında epey çalışmıştım ama gene heyecan maximum. Esas kabile ziyaretimiz yarın, bu biraz bizim ısrarımız ile oldu. Yarın için kafamda fotoğraf hazırlıkları tamam.
Geceyi Kamanjap şehrinde oteldeyiz. Keyifli bir mangal partisi ile günü noktalıyoruz.
***
Bu gün çok önemli gün, hazırlıklar tamam, Himba kabile köyüne gidiyoruz. Yolu bulmak kolay olmuyor, ana yoldan ayrıldıktan sonra bir sürü yan yollar var, hiç birinde tabela yazı mazı yok. Neyse sora sora geldik, kabile şefi ile anlaştıktan sonra girdik kök meydanına.
. Himba yerlileri, Namibya’nın kuzey batısı ile Angola’nın güney batısında dar bir alanda dağınık olarak yaşayan, toplamda yaklaşık 50.000 civarında nüfusları olan ve dünyada ilkel şartlarda ve çıplak olarak yasayan bir kaç kabileden biri. Genelde göçebe olarak yaşıyorlar ve yıkanmıyorlar. Şimdilerde bellerini kısmen örtüyorlar. Boyunlar kollar ve ayak bilekleri kendi yaptıkları takılar ile dolu. Ne kadar çok o kadar güzel. Saçlar çok önemli, küçük kız çocukları saçlarını başın iki tarafına boynuz şeklinde topluyor. Evlenmek için 13 yaş tamamdır. Evlendikten sonra, saçlarını ince ince toplayıp av hayvanı derisinden yaptıkları ip gibi şeritler ile sıkıca sarıyorlar. Her bir buklenin ucu pon pon gibi açıkta. Saçlar ne kadar uzun ve çok bukle o kadar güzel. Saçım az diyorsanız hayvan kılından ilaveler yapabilirsiniz. Gelelim ne renk olacak, saçların uç kısımları hariç her tarafını, kırmızımsı özel bir toprağı su ile karıştırıp saçlarına sürüyorlar ve kırmızı renk. Himba kuaför’e hoş geldiniz. Bu kırmızı toprağı vücutlarının her tarafına sürerek, sivrisinek ve böceklerden de korunuyorlar. Bir ağacın yaprağını ezerek elde ettikleri sıvıyı da vücutlarına sürdün mü parfüm kokusu da tamam. Bitmedi, gelelim esas konuya, küçük yaşlarda ön alt dişlerinden üç, dört tanesini kırıyorlar, daha güzel görünmek için. Kadın olmak böyle bir şey, içgüdüsel olarak her türlü eziyet ve sıkıntı…Erkekler ne yapar, kahramanlar bi bok yapmazlar, sadece avlanmak, hayvanları otlatmak, köyün ihtiyaçları olan şeyler. En önemli olanı da birden fazla kadın ile evlenmek. Erkek ya… Kadınlar ilave olarak, her yıl çocuk, ortalık çocuk kaynıyor. Çok ilginç ve değişik takılar, çok meraklılar süse. Vücutlarına sürdükleri kırmızı toprağın rengi çok farklı bir görünüm veriyor. Memeler açıkta, ortalarda dolaşan kırmızı toprak rengi insanlar. Himba olmak bu. Yaşam şartları, gelenekleri, beslenme alışkanlıkları sağlık şartlarına bakıldığında gerçekten ilkel bir yaşam şekli. Böyle olunca da, yaş ortalaması 45 yıl. Yani ben burada doğmuş olsaydım, şimdiye kadar çoktan bulutların üstüne addi olmuştum. Vay be yaşam böyle bir şey. Rahmetli Orhan Veli demişti “ Bedava yaşıyoruz bedava “. Aslında önceleri tamamen çıplak yaşayan kabile, zaman içinde bellerini küçük bir bez veya hayvan derisi ile kapatmaya başlamışlar. Bazılarının üzerinde ciddi uğraşı verilmiş deriden parçalar var ve üzerleri takılar ile dolu. Kendi yaptıkları küçük kulübeler de yaşıyorlar, sadece kıvrılıp yatmak için. Bütün hayat kapı önünde geçiyor. Ne kadar çok hayvanınız var ise o kadar zengin ve itibarlısınız. Aslında çok isterdim, bizler hakkındaki samimi düşüncelerini öğrenmeyi. Kim bilir, onlar da bizi aynı şekilde yadırgıyordur, nasıl bir yaşam diye… kim bilir. Neyse herkes kendi doğrusu yaşasın diyelim.
Şeften, küçük bir hediye karşılığı özel izin alıyorum, bir ailenin kulübe içinde fotoğraflarını çekmek için.. Uzun süredir beklediğim an. Şartları önceden tahmin edip kendimi hazırladığım halde heyecan var. İç çekimler tamam, çıktık köy meydanına. Köyün içinde dolaşıyoruz, çocuklar peşimizde lay lay lom. Köy dediysek, mahalle sokak değil, 15-20 kulübenin daire şeklinde dizilmiş hali ve ortası da köy meydanı. İzinliyiz ya, rahat rahat fotoğraf çekiyoruz, ortalarda satılık ufak tefek hediyelik eşyalar. Neredeyse bütün köy halkını çekmişim. Son olarak ta kendi dansları ile bizi uğurladılar.
Namibya hükümeti geçen yıllarda aldığı bir karar ile, Himba’ların yaşadığı alanların bir kısmını da içine alacak bir baraj projesi yapmış. Bunun üzerine, dünyanın başka yerlerinden katılanlar ile birlikte Himba’lar büyük bir protesto gösterisi yapmış. Proje şimdilik ertelenmiş gibi sanki. O yürüyüşü düşünüyorum da, amma renkli olmuştur hani. İşimiz bitti, her şey tamam vedalaşıp çıkıyoruz köyden. Herkes yoluna…Köyden çıkarken arabanın lastiklerini ve ayakkabılarımız altını dezenfekte ettiler. Bir risk mi var acaba, ilerleyen zamanlarda göreceğiz.
Biraz yolumuz var, akşam saat altıdan önce Etosha milli Parkına ulaşmamız lazım. Geceyi parkın içindeki bir tesiste geçireceğiz. Giriş kapanabilir veya ceza ödemek zorunda kalabiliriz. Bu tip koruma altındaki yerlerde, güneşin batışı ve doğuşu arasındaki sürede içerde dolaşmak veya giriş yapmak tehlikeli ve yasak. Neyse 10 dakika ile yetiştik. Odalar harika bir temiz duş ve akşam yemeği. Öğrendik ki, çok yakında bir yerde, yürüme mesafesinde bir gölet var ve hayvanlar gece yarısı su içmeye geliyorlar. Gittik, uzun bekleyişten sonra ilk ziyaretçiler geldi. Sekiz bireyden oluşan fil sürüsü. Uzun bir süre kalıp suyun keyfini çıkardılar. Akşam sefasını tamamlayıp toplanıp tekrar gözden kayboldular. Aslında beklense gece boyu birçok hayvan su içmeye gelir. Ama tamamdır, günler uzun ve yorucu, dinlenmeye de ihtiyacımız var.
***
Sabah erken kahvaltı ve safari turuna çıkıyoruz. Bu gezinin bir diğer önemli ayaklarından. Önceleri kuş böcek ne varsa çektik. Hemen ileride kalabalık bir zürafa sürüsü dolaşıyor. Çıt yok, deklanşör sesleri kesilmiyor, sekiz bireyden oluşan birkaç yavrusu olan sürü. Ne muhteşem hayvanlar, Suratların da kibar nazik bir ifade şekli. Bizi fark edince yavrularına sahip çıkıyorlar. Ooo arkadan baba geldi rengi biraz daha koyu daha büyük. Hepsini toplayıp yavaş yavaş uzaklaştılar. Allah’ım, doğayı tabiatı ne güzel yaratmışsın, her şey kendi doğal doğrusunda devam ediyor. Bunu bozan insanlar.
Etosha illi parkı, Namibya daki tek koruma altında park alanı. 22.000 km. kare.alanı (Marmara denizi 11,350 km. kare) olan çok büyük bir yer. Bölgenin içinde hayvanların olabileceği yerlerde dolaşıyoruz, rast geldiniz harika, hemen çek fotoğraflarını, iki saniye sonra ne olacağı belli olmaz. İleride bir fil sürüsü yavaş hareketler ile sallana sallana geliyor. Bir su birikintisinin yanına gidiyoruz. Hayvanlar buraya su içmeye gelebileceği için her zaman şansı bol olan yerlerdendir. Aman Allah’ım bir fil sürüsü suyun içinde keyif yapıyor. Arkada gergedan, diğer bir yanda zürafalar, çakallar, babunlar, impalalar panayır yeri gibi hepsi burada. Belli ki yakınlarda aslan, leopar gibi kedigillerden kimse yok. Yoksa burası böyle olmaz. Uzaklardan, başka bir fil sürüsü yaklaşıyor, sessiz olun sesleri duyarsınız ikazı geldi. Gelen sürü, ses çıkartarak kendilerinin geldiğini haber veriyor. Hayret bir şey, bunlar da toplanıp gitme hazırlığındalar. Vay anasına sisteme bak yahu..Çok dikkatli takip ediyorum 300 mm tele objektifimin içinden neler olacak diye. Sudaki fillerin bir kısmı yola koyuldular, bir tanesi farklı ve bekliyor. Gelen sürünün önde olan, muhtemelen lider olan fil yaklaştı bir süre bekledikten sonra kafalarını dayayıp hortumlarını bir birlerine doladılar. Selamlaştılar sanki. Bu ne güzellik. Hayvanların nezaketi. Biz olsak “ get len, önce biz geldik,defolun, çakarım haa” deyip ilave “ hayvanlığın lüzumu yok”. Hangi hayvan!! Gördüklerime inanamıyorum, paylaşmanın güzelliğine bakar mısınız..
Bölgede yaşayan epey hayvan gördük, fotoğraflarını çektik. Yolda karşılaştığımız zürafalar, filler, zebralar artık fazla heyecan vermiyor, olağan durumlar. Hep beraber aslan görme duası yapıyoruz, okumalar, totemler falan. Bu gün aslan malsan yok ortalarda, muhtemelen yanlış bir yerdeyiz. Aslında bir aslan gördük, yerde yuvarlanıyordu ana onu saymıyoruz. Artık dönüş zamanı, güneş batıyor. Heyecanlı güzel bir gündü…
***
Gene erkenden yolardayız. Etosha milli parkın içinden geçerek en kuzeye Rundo’ya gideceğiz. Öğlene kadar parkın içindeyiz. Çığlık sesler, sağ tarafta 3 tane çita, belli av arıyorlar. Ne güzel hayvanlar şu çitalar.En hızlı koşan kara hayvanı, 4 saniyede 110 km. hıza çıkabiliyor. Artık fazla heyecanlanmadan, hayvanların arasından geçerek geldik çıkış kapısına. Buraya girmekte, çıkmakta bazı kurallara tabi. Gerekli işlemler tamam, ilaçlı paspasların üzerinden geçerek ayakkabılarımızı dezenfekte ediyoruz. Buradan dışarıya her hangi bir hastalık taşımayalım diye. Güzel geçen iki gündü, birçok hayvanı gördük, fotoğrafladık, selam olsun hepsine…
Yaklaşık 500 km. sonra Rundo ya geldik. Burası kuzey Namibya nın hızla gelişmekte olan bölgesi. Okawango nehri, Angola ile sınır yapıyor, bizde hemen nehir kenarında güzel bir konaklama yerinde kalacağız. Burada nehir fazla geniş değil, biraz uzun atlasan, hop Angola. Cprivi bölgesinin ucundayız. Haritaya baktığımda, Namibya, kuzeyde Botswana ve Angola toprakları arasından doğuya doğru uzanan dar uzun şerit şeklinde toprağı var. Buraya Caprivi deniyor, Rundo da buranın ucunda.
***
Bu gün rahat bir gün olsun diye düşündük, biraz geç kahvaltı maillerimiz falan. Okawango nehrinde tekne turu yapıyoruz, bir tarafımız Angola, bir tarafımız Namibya. Angola sahilimde nehirde yıkananlar, su kenarında oynayan çocuklar, dolaşanlar, balıkçılar güzel bir gezinti oldu, güzel fotoğraflar yakaladık. Biraz ileride yüzer bir köprü, iki ülke arasında sınır kapısı. Burada kışın nehir 2-3 metre yükseldiği için yüzer köprü doğru çözüm olmuş.
Öğle yemeğinden sonra bu gece konaklayacağımız Mahango Lodge’a geliyoruz. Ülkenin kuzey bölgesi kuvvetli nehirler ile beslendiği için, buralar güneye göre daha gelişmiş, tarım yapılan alanlar, yollar asfalt, refah seviyesi daha yüksek belli.. Güney bölgeler genelde çöl, alt yapı olsun, tarım olsun, sosyal yapılanma sıkıntılı. Konaklama yerlerinin çoğu Almanların kontrolünde. Bu akşam gene Okawngo nehrinin kıyısında çevredeki hipopotam, fil gibi hayvanların sesleri arasında harika servis eşliğinde güzel bir yemek. Tam Alman işletmesi, her şey düzenli. Gece boyunca buranın gerçek sahiplerinin sesleri, çevrede, odanın etrafında, çatıda dolaşıyorlar, duyuyorum Güvenlikte sorun yok ama farklı bir duygu. Doğanın kendi sesi, biz burada yaşayan hayvanlara konuk olduk, onların yeri.
Haziran ayı, buraya gelmek için doğru zaman. Mevsim yazdan kışa geçiyor yağmurlar başlamadı, sivrisinek yok. Yağmurlu dönemlerde sivrisinek ve böceklere çok dikkat etmek gerekir. Biliyor musunuz, dünyada hangi hayvanlar insanların ölümüne daha çok sebep oluyor…sivrisinekler. Her yıl ( bütün sivrisinek türleri) 6 milyon kişiye farklı hastalıklar taşıyarak ölümüne sebep oluyor. İkinci sırada hipopotamlar 250, aslanlar 150, köpek balıkları ise çok daha az insanı öldürüyor. Trafik kazalarına göre hiçbir şey değil. Kaldığımız bütün yerlerde yataklarda cibinlik var. İhtiyaçtan değil ama keyiften akşamları içinde yatmak çok hoş.
Bulunduğumuz bölgenin çok ilginç tarihi var. Almanlar 1880 den sonra batı ve güney Afrika bölgesinde hakimiyet kurmaya başlamış Namibya, Angola gibi yerleri de ele geçirmişler. Ancak 1915 yılında 1. Dünya savaşında yenilince buralardaki hakimiyetlerini de kaybetmişler. Bu bölgeyi kontrol altında tutarken batıdan başlayıp doğuya kadar bir koridor açıp Hint Okyanusuna ulaşmayı planlamışlar. Ancak önlerine büyük Victoria Şelalesi çıkınca, burayı aşamayacaklarını anlayıp bu projeden vazgeçmişler. Bu noktaya kadar, bu hat üzerinde 32 km. genişliğinde 450 km. uzunluğunda bir toprak parçasını işgal etmişler. O dönemlerde Alman Şansölyesi Leo Von Caprivi anısına da buraya Caprivi Strip adını vermişler. İnce uzun dar koridor gibi olan Caprivi Strip, Nabibya ya ait. Halen devam eden ihtilaflar nedeni ile bu günde gergin bir yer. Zambezi ve Okawango nehirlerinin birleştiği yerde, Namibya, Zambiya, Botswana ve Zimbabwe ülkelerinin sınırları da birleşiyor. Yani dünya da dört farklı ülke sınırının birleştiği tek yer. Yerli halk, Alman işgalcilerinin adını anmamak için buraya Kwango olarak isimlendiriyor.
Namibya da güneyden kuzeye, çoğu tozlu ve bozuk yollarda 3000 km. den fazla tol yaptık. Kara Afrika’nın bu bölümünde yolumuz üzerinde yerli kabileleri ziyaret ettik, milli parklarda fotoğraf safarisi yaptık, Unesco Dünya Mirasları gördük, Afrika’nın rengini daha iyi anlamaya, sessiz çığlıklarını duymaya çalıştık. Dünyanın sıkıntılı bölgelerinden siyah insanların yaşadığı Namibya. Kolay olmayan bir rota, ancak görmeden, duymadan, yaşamadan anlaşılmayacak yerler.
Sabah muhteşem bir güneş doğuşu, inanılmaz renkler. Bu güneş, Afrika da sabah ve akşam doyumsuz oluyor. Keyifli bir kahvaltı sonrası Botswana sınırına geliyoruz.
Botswana, başka bir Afrika, sonraki Botswana notlarımda.
Saygılarımla
Hayrettin Kağnıcı
Temmuz 2015
www.hayrettinkağnıcı.com