Kadına şiddet NEDEN gerekli!!
Nedir kadına şiddet olayı, son yıllarda giderek artıyor.
Neden bir grup insan, kadınların öldürülmesine kayıtsız kalıyor? Hatta önemsemiyor bile.
Kadına yapılan işkenceler, baskılar, öldürme olayları neden üst yönetim tarafından yeterince ciddiye alınmıyor? Hatta umursanmıyor gibi bir sonuç çıkıyor!
Nedir bu İstanbul Sözleşmesi, herkes bir tarafından çekiştirmeye çalışıyor?
Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan uluslararası insan hakları sözleşmesidir. 11 Mayıs 2011 yılında İstanbul’da imzalandığı için “İstanbul Sözleşmesi” adı ile de bilinmektedir.
Sözleşme, imza atan taraf devletleri hukukî olarak bağlamaktadır.
Sözleşmenin dört temel ilkesi;
- Kadına yönelik her türlü şiddetin ve aile içi şiddetin önlenmesi,
- Şiddet mağdurlarının korunması,
- Suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması,
- Kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili iş birliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir.
Kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenlemedir. Tarafların sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu GREVIO tarafından izlenmektedir.
Sözleşme müzakerelerinde Birleşmiş Milletler nezdindeki uluslararası birçok antlaşma ve tavsiye metinleri değerlendirilerek sözleşmenin taslağı hazırlandı. Sözleşmenin giriş kısmında şiddetin nedeni ve sonuçlarının yarattığı menfi durumlar değerlendirilmektedir. Buna göre kadına yönelik şiddet tarihsel bir olgu olarak tanımlanıp şiddetin cinsiyet eşitsizliği ekseninden doğan güç ilişkilerinden kaynaklandığı belirtilmektedir. Bu dengesizlik kadınlara yönelik ayrımcı muameleye neden olmaktadır. Toplumsal cinsiyeti toplum tarafından kurgulanmış davranış ve eylem hâli olarak niteleyen metinde kadına yönelik şiddet insan hakkı ihlâli olarak değerlendirilmektedir.
Şiddet, cinsel istismar, taciz, tecavüz, zorla ve erken yaşta evlendirilme ile namus cinayetleri, psikolojik ve ekonomik şiddet gibi durumların, kadınları toplumda “öteki” durumuna getirdiği ifade edilmektedir.
Şimdi, bu sözleşmede yanlış olan ne? Neresi yanlış?
Yani kısaca ne diyor, fiziksel gücün yarattığı vahşi davranışların ile üstünlük yapmaya çalışma, annen de kadındı, anlaşamayabilirsin, aynı görüş veya fikirde olmayabilirsin ancak bunu şiddet veya öldürmekle çözemezsin, hayvanlar bile böyle yapmıyor.
Kimler karşı bu sözleşmeye, aşırı dindar, bağnaz, “cahilim ama güç bende” diyen üst yönetime biat eden kesim. Ancak hafife almamak lazım, şimdilik güç bunlarda.
Türkiye 19 Mart 2021 tarihinde gece yarısı açıklanan CB kanun hükmünde kararname ile imzasını çekti. Yani, biz kadına her türlü vahşeti uygulayabiliriz hatta öldürebiliriz bile, bu bizim iç meselemizdir, bu vahşi davranışımızı bir takım anlaşmalar ile kısıtlayamazsınız anlamında. Savunma olarak da üst yönetim ve yandaşlarından yapılan yazılı açıklamalar, bizde zaten böyle şeyler olmuyor ve de bizim geleneklerimizde, kültürümüzde kadına el kaldırılmaz, devamında men dakka dükka.. Garip tarafı bazı kadın kılığında olanlar da bu sözleşmeden ayrılmamız gerekir şeklinde geveliyorlar.
İçişleri Bakanlığı açıkladı, bu olaylar abartıldığı kadar ciddi olaylar değil, biz bu konularda dünya sıralamasında çok gerilerdeyiz merak edilecek bir durum yok ve de zaten biz bunlara fırsat vermiyoruz olanların da peşindeyiz ve de ilave olarak “siz merak etmeyin” dedi. Yaşasın yüreğimize su serpti!
Avrupa ve Amerika’dan peş peşe açıklamalar geliyor, adamlar hayretler içinde, neden böyle bir karar alındı diye.
Hukuktan anlayanlar ve barolar açıklama yapıyor, uluslararası anlaşmalar meclis kararı ile olur ve ancak meclis kararı ile fes edilebilir ayrıca gerekçe göstermeden ayrılmak sözleşme hükümlerine aykırıdır diye.
Üst yönetimin yaratıcı altın çocukları bu sözleşme eşcinselliği savunuyor ve özendirici yanları var diye sözleşmeden ayrılmayı savunuyorlar. Bunu akıl eden, geçmişte tarikat mekteplerinde düzülen ve/veya düzenlerden olabilir mi? Adamın aklına hemen uçkur geldiğine göre! Çünkü sözleşmede LGBT dernekleri ile ilgili bir madde olmadığı defalarca açıklandı.
Belli ki gelen talimatlar bu yönde, zaten konuşmaları da aynı kalem tarafından yazılmış, belli.
Gerçekten, geçmişimize baktığımızda bizim geleneksel kültürümüzde kadına el kalkmaz, el üstünde tutarız, saygı ve hürmet ederiz, korumak kollamak vardır(dı).
Neden hiçbir şey yokken bir anda böyle bir konu oldu, yapılmak istenen neydi?
Topluma şekil verme projesinin bir parçası olabilir mi?
Yakın geçmişte, temel eğitim kurumları üzerinden radikal değişiklikler yapıldı, pozitif eğitimden giderek uzaklaşıldı, analitik ve rasyonel eğitim yerine dine dayalı, dine yakın eğitim öne çıkmaya başladı. Sonra da üniversitelere geldi sıra, vakıf üniversitelerinin neredeyse hepsi düzene getirildi. İTÜ ve KTÜ uzun zaman önce kontrol altına alındı, ODTÜ de farklı sebeplerle ve çeşitli atraksiyonlarla kısmen de olsa baskılandı, son kale Boğaziçi Üniversitesi, onu da partiden birini rektör atayarak kuşatmaya çalışıyorlar. Üniversite son nefesine kadar direniyor.
Sonuç; Her seviyede eğitim ulusal ve uluslararası sıralamada son sıralarda sürünüyor.
Sıra kadın milletinde;
İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline ilk olumlu tepkiler tarikat ve cemaat önderlerinden geldi, kadının sesi kesilmeli şeklinde. Aslında bu tip açıklamalar geçmişte Feto olayları patlamadan önce hükümetin içinden de geliyordu, kadın kahkahayla gülemez, hamileyken sokağa çıkamaz, yüksek sesle konuşamaz, şarkı söyleyemez, erkekler ile fazla yakınlaşamaz, kocasına karşı yüksek sesle konuşamaz, eğitimde kızlar-erkekler ayrı olmalı gibi. Hatta bir ara toplu taşımalarda kadın erkek ayrı olmalı konusu bile gündemdeydi.
Bu sözleşmeden çekilmek, kadını devletin korumaktan vazgeçmesi anlamına gelir. Yani kadın erkek eşitliğine
karşı çıkmak, kadını itibarsızlaştırmak, kadının yeteneğini, becerisini, sanatsal gücünü, gelişim sürecini yok saymak, onurlu birey olmasının önüne engel koymak, kadını yok sayıp eve hapsetmek kimliksizleştirmek demektir.
Resmi istatistiklerde 2020 yılında şiddet sonucu öldürülen kadın sayısı;
2020 yılında 300 kadın cinayeti işlenmiş, 171 kadın şüpheli bir şeki
lde ölü bulunmuş, toplam 471 kadın ve 182’sinin neden öldürüldüğü tespit edilemedi. Bunlardan 22’si ekonomik, 96’sı da boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatına dair karar almak istedikleri için öldürüldü. Diğerlerinin hangi bahaneyle öldürüldüğü belli değil.
Bu rakamlar sadece ölüm ile sonuçlanan vakalar, şiddet, dövme, işkence, psikolojik baskılama olayları bu rakamların dışında, bunlar kayda geçmiyor.
(Alıntı, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu)
Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 2019 yılı verilerine göre, kadına şiddetin yaygın olduğu ülkeler arasında Türkiye ön sıralarda. Cinsiyet ayrımcılığının en fazla olduğu ülkeler arasında yer alıyor Türkiye. OECD’ye göre, 2019 yılında kadınların yüzde 38’i, yakın bir partneri tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldı. OECD’nin raporunda yer alan dikkat çekici bir başka detay ise, Türkiye’de bir kocanın veya partnerin belirli koşullar altında eşini dövmesinin haklı olduğunu kabul eden kadınların oranının yüzde 13,3 olması. Yani kadınların bir bölümü, kocasının kendisini dövmesinden, şiddet uygulamasından memnun, en azından şikâyet etmiyor. Türkiye bu kategoride 152 ülke arasında 94. sırada. Bu kadınları, akademik seviyede incelemek gerekir, insan beyninin temel çalışma prensiplerine aykırı. Beynimizin temel çalışma yöntemi, bedenimizi ve benliğimizi her türlü tehlike ve tehditlerden koruma üzerinedir ve bunu da otonom sistemi üzerinden refleks davranışı olarak gerçekleştirir. Yani herkes dayaktan ve şiddetten kaçar ve savunmaya geçer. Bu insanların şiddeti savunmasının başka bir sebebi olmalı, gerçekleri açıklamanın sonucunda başına geleceklerin korkusu daha öne çıktığı için olabilir mi?
İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ederek, kadına yapılan şiddetin bu kadar hızla arttığı durumda bir de Avrupa Birliğine de üye olmak istiyoruz, ne demeli. Allah’ım sen büyüksün, bizlere daha çok akıl fikir ver, bu kadarı az geliyor, Yarabbi!
Fenerbahçe Kulübü açıklama yaptı, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin yanlış olduğunu gayet anlaşılır ve gerektiği gibi açıkladı ve kınadığını ifade etti. Ben 50 yıldır Galatasaraylıyım, kulüp bu anlamda açıklama yapmadı, yazıklar olsun, taraftarlığı gözden bile geçiririm. Bütün spor kulüpleri bu konuda taraf olmalı, bu duruma sadece kadın hakları olarak değil insan hakları olarak bakmak gerekir. Bütün spor kulüplerinde kadın sporcular var, yöneticiler bunların yüzüne nasıl bakabiliyor? Spor yapmak kültürel ve entelektüel birikim gerektirir, kadın olarak sporcuların da pek sesi çıkmıyor!
İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılmasına karşı başta STK’lar olmak üzere birçok kurumdan yazılı ve sözlü tepkiler var ancak hiçbiri yayınlanmıyor, açıklanmıyor. Yasak. Gösteri ve birlikte eylemlere izin yok. Borazan tek delikli, ses hep aynı delikten çıkıyor.
Bu şiddetin ve ölümlerin artış sebebi neden olabilir? Neden yeterince kalıcı tedbirler alınmaz da alınıyormuş gibi yapılır?
**
Yıllardan beri TV’de haber bültenlerinin neredeyse yarısı her türlü işlenen suçlar üzerine yapılan haberler, Toplumsal Refleks Kırılması kuramını hatırlayalım, şiddet ve kanunsuzluklara karşı durma, tepki verme davranışımız azaldı, refleksimiz kırıldı, giderek alıştık, her gün her konuda işlenen suçları dinliyor, seyrediyoruz, yetmiyor bir de dünya üzerinde işlenen her türlü kanunsuz olaylardan bile haberimiz oluyor.
Sonuç; Zaten bunlar her yerde görülen normal olaylar, herkes kanun dışı işler yapıyor, yani çok da yanlış değil, bunlar sıradan şeyler algısı yaratılıyor olabilir mi?
Türkiye’de legal, illegal, büyük çoğunluğu Arap, neredeyse %90 eğitimsiz 5-6 milyon mülteci var. Maşallah yani bunlar hakkında suç vakaları pek gündeme girmiyor. Gerçek böyle mi, yoksa geleceğin potansiyel suç makinaları Arapları ve diğer mültecileri masum gösterme çabaları mı?
Ülkede, giderek artan Arap hayranlığı ve Araplaşma modeli gözleniyor. Arapların ne geçmişte ne de bugün Türklere karşı sempatileri olmamıştır. 650 yılında Orta Asya’da Bedevi Arapların Türkleri nasıl kılıçtan geçirdiklerini, nasıl işkenceler yaptıklarını hatırlayalım. Bugün yabancı bir turist grubu ile herhangi bir Arap ülkesine giderseniz, geçmişte Osmanlıların nasıl işkence yaptıklarını, nasıl kendilerini öldürdüklerini anlatıyorlar. Tarihte ve bugün en büyük düşmanlıklar Araplardan gelmiştir, ekonomik ve siyasi her alanda en büyük kazıkları onlardan yemişizdir.
Araplar ile kardeş olduğumuz algısı yaratılmaya çalışılıyor. Neden? Yüz yıllardan beri din ağırlıklı eğitimin yarattığı geri kalmışlık, teknoloji ve medeniyetten uzaklaşmış Araplaşma modeli uygulamak için mi?
Bir toplumu kontrol edebilmenin tek yolu, din baskılı eğitim ve kadını kontrol altında tutmaktır. Kadını eğitimden uzaklaştırmak, baskılamak, üretkenlikten, sanat ve kültürden uzaklaştırmak, kısaca sadece çocuk üreten kadın modeli yaratmak ile bu amaca ulaşabilirsin.
**
Yükselin yeryüzünden gökyüzüne seyredin bu ülkeyi en tepeden, neleri gördünüz hatırlayın… Son on yılda müdahale edilen anlamsız gibi görünen, mana veremediğimiz, önemli değil dediğimiz olaylar;
- Kızların çocuk yaşta evlendirilmesi bolca gündeme geldi, diyanet olabilir gibilerinden yorum yaptı. Önleyici, kalıcı tedbirler alındı mı? Hayır, olur böyle şeyler, gelenekler böyle!
- Kız çocuklarının din eğitimine ağırlık verildi,
- İlkokullarda okutulan andımız kaldırıldı,
- Kız ve erkek çocuklarının aynı sınıfta okumaları ve aynı ortamda olmalarının yanlış olduğu defalarca vurgulandı,
- Orta ve lise dengi okullarda din dersi zorunlu oldu,
- İlkokul seviyesindeki çocuklara Kur’an temel eğitim olarak verilmeye başlandı,
- Tarikatlara eğitimde müfredat serbestliği tanındı,
- İlkokullarda ve dini eğitim yapan tarikat merkezlerinde, cennet-cehennem konulu oyunlar sergilenmeye başlandı.
Her yıl 18 yaşını tamamlamış 1,5 milyon yeni seçmen katılıyor, bunların bir kısmı kuvvetli din eğitiminden gelenler yani beklenen altın oylar. Bu nedenle seçmen yaşı düşürülsün diye çabalar oluyor. Her seviyede eğitim kontrol altında, yapılan istatistikler sonucu her seviyedeki eğitimde bilgi seviyelerinin yeterli olmadığı her platformda defalarca açıklandı.
Boğaziçi Üniversitesi yasalara ve toplumsal kurallara uygun olarak, kanun ve temayüllere uymayan şekilde, iktidar partisinde görevli siyasi kimliği olan birisinin, rektörlüğe kayyum olarak atanmasına karşı direniyor. Son durum nedir bilinmiyor, tam olarak haber alınamıyor. Çünkü bütün haber kaynakları kontrol altında, toplumu bilgilendirmek yasak, sansür var! Koca üniversite, öğretim üyeleri, hocaları, tüm öğrencileri ile eylem yapıyor, protesto gösterileri düzenliyor ama televizyonda, gazetelerde bolca sıra dışı işlenen suçlar ve gerçeği yansıtmayan ekonomi haberleri ve de lay lay lom programlar. Önceleri sosyal medya üzerinden bilgiler alınabiliyordu, artık o da kontrol altında, sansürlendi.
Türkiye’de toplamda iki yüzden fazla üniversite var, yani iki yüzden fazla rektör. Bu rektörlerin sekseninin yayınlamış bilimsel yayın veya makalesi yok. Profesör olmak için temel şart belli sayıda bilimsel makale üretmiş olmanızdır(dı). Yani üst yönetime yakın durmak, yağlayıcı ve destekleyici beyanlarda bulunmak, bilimsel makale kapsamında olup kariyer için yeterli!
Siyasal Bilgiler, Uluslararası İlişkiler gibi fakültelerde bilinen rejim ve idari yöntemler ders olarak okutulur. Ancak, Türkiye’nin ekonomi ve politik konuları hakkında derslerde, okul içinde konuşmak, yorum yapmak yasak. Ülke yönetimi hakkında söylenenlere inan, soru sorma, yorum yapma, araştırma yapma yeter.
Sıra geldi, bu ülkenin aydın kadınlarına, İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılarak, kadını baskılamak için yeni projeler hazırlanıyor olmalı. Ancak, unutmamak lazım, Atatürk kültürü ile yetişen kadınlar, çelik gibidirler, kolay eğilip bükülmezler, gözleri karadır, aklına yatmayana, inanmadıklarına yol vermezler. Her biri tek kişilik ordu gibidir, gözü karardı mı tek başına Çin ordusuna savaş açar, hedefe kitlendi mi duramazsın önünde. Bu ülke kadınlarının genetik kodları böyle. İstiklal Savaşı’ndaki binlerce kadının yiğit, gözü kara, ölüme meydan okuyan mücadelesi ile İstiklal Savaşı başarıya taşınmıştır. Bu topraklarda kadınların da çok kanı akmıştır.
Televizyonlarda, dizi ve diğer programlara baktığımız zaman, toplumu ahlaklı davranışa ve doğruya yönlendirici bir şeye rastlayabilir misiniz? Hakaret dolu söylemler, için boş laflar, bolca yalanla sıvanmış haberler dışında bir şey bulabilir misiniz? Bulamazsınız. Din referanslı, çarpıtılmış ve temeli olmayan yönlendirici haberlere rastlayabilir misiniz? Evet, zaten başka bir şey de yok. Mevcut durumu, kötü ekonomi yönetimini, yoksullaşma ve sefaleti savunmak için bulunan harika yaratıcı söylem “Allah bizi yoksulluk ve açlık ile sınıyor, şükredelim, karşı durmayalım.” İnsanlar yoksul ve açlık ile mücadele ediyor, kuru ekmek bulamayanlar var diyenlere karşı da hemen cevap geldi; “Peygamber Efendimiz (sa) de her akşam sadece kuru hurma ile yetinirmiş.” Doğrusu bu ifadeleri bulanları ayakta alkışlamak lazım, açlık ve yoksulluktan şikâyet etme, öl ama şükret, dinimiz de bunu emrediyor, bu durumda doğrudan cennet! Nasreddin Hoca eşeğini açlığa alıştırmak için yemini kesmiş sadece su vermeye başlamış, açlıktan bir deri kemik kalan eşek bir süre sonra ölmüş. Komşuları Hocaya sormuşlar, eşeğe ne oldu? “Tam da açlığa alışmıştı öldü.” Gülelim ağlanacak halimize!
“Aşırı dindarlık ve eğitimsizlik, biat etme kültürünü yaratır.”
**
Olayları yumuşatmak, saptırmak için herkesin kendine göre anlam çıkaracağı, çok manası olmayan ama kulağa hoş gelen, derin anlam varmış izlemini veren terminolojiler üretilmeye başlandı.
Ilımlı İslam; İlk akla gelen, aşırı ve kökten dincilik diye ifade edilen koyu bağnazlık ölçüsü dışında olan Müslümanlık. İlk olarak ABD’nin 11 Eylül saldırısından sonra kullanılmaya başlanan ve ABD tarafından ılımlı İslamcıları destekleme kararı aldığında kullandığı ifade. Yani son derece demokrasi, adalet, hak ve hukuk kurallarına uygun olma durumu algısı yaratan ifade. Ne hoş geliyor kulağa değil mi? İşte toplum mühendisliği böyle bir şey. Dünyada Müslüman ülkeler arasında böyle bir örnek bulabilir misiniz?
Siyasal İslamcılık; İslam’ın kişisel hayat dışında sosyal ve politik alanlarda da yol gösterici kılınmasını hedefleyen ifade. Dini değerlerin politik-ideolojik hareketler üzerinden kontrol edilmesi olarak da tarif edilebilir. Modern dönemlerde İslam dini üzerinden hareket edilerek ortaya konulan ideoloji. Ilımlı İslamiyet kavramı ile eş anlamlı kullanılsa da kültürel ve sosyal yanları da olduğu söylenen bir kavramdır. Müslümanlığın kültür, eğitim ve aydınlanma yolu olduğu algısı yaratma hali. Yani, dini siyasete karıştırma hareketi, bu yol nereye gider, laikliğin gereksiz olma hali. Halifelik yolunun ilk kilometre taşı.
Zaten son halifelik de Osmanlı’da kalmıştı!
İşleri yozlaştırmak için yeni kavramlar icat ediliyor, son numara “Sayısal İslam”.
Sayısal İslam; Net olarak açıklanmış olmasa da para ve ekonomi üzerine, paylaşma, maddi çıkar ve eşit bölüşme anlamında kullanılmaya başlanan ifade. Yani ekonominin İslami kurallar üzerinden yürütülme hali. Paralar nereye gidiyor, hesap, kitap gibi konuların gündemde olmayacağı, her şeyin Allah adına harcanacağı, bu nedenle sorgulama yapılamayacağı durumlar.
Bunlardan başka, Abdülhamit İslamcılığı, Cumhuriyet Dönemi İslamcılığı gibi tariflere de rastlamak mümkün. Böyle konuları çeşitlendirerek kavram kargaşalığı yaratılıyor.
Hep merak etmişimdir, bu ülkede onlarca tarikat var, nedir aralarındaki ideolojik veya temel fark diye. Temelde önemli bir şey yok, sadece liderler farklı, her liderin çıkar yapısı, cebi de ayrı. Cemaat veya tarikat lideri olup da yoksulluk çeken birisini duydunuz mu?
Bütün kutsal kitaplar insanlara ahlak ve dürüstlük, insan olma yolunda yol göstericidir. Yazılanları hukuk kuralları veya anayasa maddeleri gibi anlamak, yazıldığı dönemlere bakılırsa son derece yanlıştır. Kutsal kitaplarda bahsedilen öğretici bilgiler ile, başkasının hakkını yemeden, ahlaksızlık, yolsuzluk, namussuzluk yapmadan, kâmil insan, erdemli insan, doğru ve iyi insan olma yolunda yürümeyi öğrenmemiz gerekir. Anlatılmak istenen budur, dini bahane edip her türlü hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksızlık yapmak değil.
“Günlük yaşam ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyorsan, demokrasi, hürriyet, bağımsızlık, gelecek gibi konular senin için önem taşımaz.”
**
Ülkemizde kadına şiddet konusunda hızlı bir tırmanış gözükmekte.
Suç işleyen adamlar neden böyle bir eyleme giriyorlar ve öldürme noktasına nasıl bu kadar kolay gelebiliyorlar? Neden böyle bir eğilim giderek artıyor? Tabii ki eğitimsizlik, sosyal imkânsızlık, işsizlik bu davranışı tetikleyen sebeplerden. Arap mültecilere harcanan milyarlarca dolar ülkemizin insanlarının eğitimine harcanmış olsaydı yanlış mı olurdu?
Bu olayların sonucunda yeterince caydırıcı cezalar veriliyor mu? Neden caydırıcı davranışlar öne çıkmıyor?
Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin artması, yeterince ciddiye alınmaması, failinin tespit edilmemesi veya önemsiz vaka olarak sınıflandırılması sonucudur. Kadın, tehdit edildiğini, dayak yediğini söylüyor, darp edilmiş olarak karakola gidiyor, koruma istiyor, şikâyetçi oluyor ama sonuç yok, ta ki kadın öldürülene kadar.
Adil yargılama yapılmayıp sanıklar, katiller, caniler, sapıklar caydırıcı cezalar almadıkça, önleyici tedbirler uygulanmadıkça şiddet boyut değiştirerek sürmeye devam eder.
Kadın cinayeti davalarında en çok başvurulan ceza indirim gerekçeleri “haksız tahrik” ve “mahkemede iyi hal” durumu olarak dikkat çekiyor. Bunun yanında sanığın akıl sağlığı yerinde olmadığı iddiası ve rapor bekleme süresinin uzun olması da davalarda sonuçların uzamasına neden oluyor.
Mahkemede sırf kravat taktığı için neredeyse bütün sanıklar “iyi hal” indirimi alıyor, böyle olunca hapishanelerde takım elbise, kravat kiralanır oldu.
Öldürdüğü kadını “Çok seviyordum” dedi “tutku” indirimi aldı.
Katilin tıp öğrencisi olduğu dikkate alınarak “gelecek” indirimi yapıldı.
Katilin mesleğinin toplumda önemli yeri var diyerek “saygınlık durumu indirimi” verildi.
Pişmanım dediği için “pişmanlık indirimi.”
Anlık öfke ile oldu hatırlamıyorum dedi, “cinnet indirimi…”
Beni aldatmıştı, namusumu temizledim dedi, “namus cinayeti” olarak tarif edilip kasten adam öldürme suçu yerine basit haliyle cezalandırıldı.
“Erkekliğime laf etti”, “bana küfretti”, “çocuğum senden değil dedi”, “başka biriyle görüşüyordu” gibi konular indirim almak için yeterli sebep olarak gözüküyor. Buradan indirim alamazlarsa eğer bu sefer “çok pişmanım”, “anlık öfke ile oldu” diyorlar, ceza indirimi.
Kravat takıp gelmek katillerin vazgeçilmezi, kesin indirim alırsın. Bunlarla indirim alamazsa, en son başvurdukları yöntem de “bir dönem ilaç kullandım” diyerek akli dengelerinin yerinde olmadığını ispatlamaya çalışmak.
Kadın cinayetlerinde mahkemede hâkime veya mahkemeye hakaret edip bağırıp çağırmazsan kesin indirim var, indirim alırsın.
TCK Madde 81-Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır şeklinde.
Son on yılda hızla yükselen kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin artması dikkate alındığında kadın katillerine verilen cezai indirim başka kadın katilleri doğuruyorsa bu indirimin yapılması toplum vicdanına aykırıdır. Kadın cinayetleri konusundaki hassasiyet, hassas olmayan şekilde değerlendirildiği için şiddet ve cinayetlerde azalma görülmemektedir.
Dindar kesimin çokça kullandığı “kızını dövmeyen dizini döver”, “kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin”, “kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya ya da zurnacıya kaçar” gibi nereden geldiği belli olmayan laflar, ezik, yukarıdan aşağıya kompleksli ve kişiliksiz sapkınların beslendiği kaynaklardır. Şiddet olaylarına karışanların büyük çoğunluğu, yeterli eğitim almamış, sosyal davranış eksikliği olan, insan hakları ve kadın erkek eşitliği kavramlarına uzak olan gruplarda görülmektedir.
Buraya kadar olanlar, kadın öldürme vakaları üzerine, yaralama, şiddet, dövme, darp, sakat bırakma, psikolojik bozukluğa sebebiyet verme konuları, önemsiz vakalar sınıfında olup, gündeme bile düşmüyor, bunlarla ilgili istatistiksel bilgiler bile yok. Genelde bunlara uygulanan cezalar yurt dışı çıkış yasağı (!), süreli adli kontrol falan.
Taraf değilseniz, sakın ola bu ceza indirimlerine güvenip, üst yönetme aykırı bir söylev veya tavır içinde olmayın, bağımsız Türk adaleti yılanın deliğinde bile olsan seni bulur en üst seviyeden cezayı alırsın, hatta yeterince kanıt olmasa bile!
Atatürk döneminde kadının yüceltilmesi, kadın erkek eşitliği, kadına verilen değer çok önemliydi. 1926 yılında kabul edilen Medenî Kanun ile aile ve toplum hayatında kadınlara çoğu batılı ülkeden daha önce ve geniş haklar tanınmıştır.
Atatürk’ün kadınlar konusunda 1923’te söylediği şu sözü tekrar hatırlayalım: “… Bir toplum, cinsinden yalnız birinin asrî gerekleri elde etmesiyle yetinirse o toplum yarıdan fazla zaaf içinde kalır. Bir millet gelişmek isterse bilhassa bu noktayı esas olarak kabul etmek mecburiyetindedir… Binaenaleyh bizim toplumumuz için ilim ve fen lazım ise bunları aynı derecede hem erkek hem de kadınlarımızın elde etmeleri lazımdır…”
5 Aralık 1934’te Atatürk, bir kez daha tüm dünyaya örnek olacak bir karara öncülük etti. Kadınların siyasi hayatta seçme ve seçilme hakkı için seçim kanununda yapılan değişiklik ile Türk kadının bağımsız ve egemen olduğunu dünyaya ilan etti.
Yandaki resim, 1953 yılında kadın haklarını savunan İngiliz kadınlarının yaptığı mitingden alınmış. Kadınlardan birinin elindeki pankartta, “İngiliz kadınları Türk kadınlarından daha mı değersiz?” yazıyor. 90 yıl sonra olmamız gereken yer ve nerede olduğumuz!
Bütün bunlar kadınları hizaya getirme hareketi olabilir mi? Evet, sıra kadın hakları ve onları kontrol altına almaya geldi. Baskılamak gerekir sindirmek için.
“Bunun için kadına şiddet gerekli.”
Tarikat mekteplerinde okutulan çocukların annelerini düşünün, neden öyle eğitimi tercih eder çocuğu için? Geçmişte kendisi de aynı baskılanmış eğitim sisteminden gelmiş olabilir mi? Çocuk büyünce nasıl bir beyin yıkanmasından geçmiş olacak ve kendi çocuğunu nasıl bir kültürde yetiştirecek?
Ama kadını susturmak kolay değil, tarih boyunca böyle olduğu görülmüştür.
Geçmişte benzer olayları yaşayan İran’a bakalım, kadınlar mücadelenin öncüsü olmuştur.
Bu konuda kadınlar yeterince mücadele ediyor mu? Kadınların arasında bile kadına şiddeti savunan bir sürü var, toplumun eğitimli olanlarının belki de daha fazla örgütlenmesi, seslerini daha yüksek çıkartması gerekiyor.
Üst yönetimin, ona bağlı diyanetin ve dini otoritelerin açıklamaları, artan şekilde kız çocukların ve kadının baskılanması yönündeki söylemleri, kadının aile içi temel eğitmen olması ve bu eğitmeni pozitif bilgi ve kültürden yoksun bırakmak içindir.
SONUÇ; Bir toplumu kontrol altına almanın tek yolu, önce kadını kontrol etmek, baskılamaktır. Bunun için İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldık, böylece uluslararası eleştiri ve yargılama konularının dışında kalabileceğimizi düşünüyoruz!
Peki neden buna ihtiyaç var;
“Kadını kontrol edersen, toplumu kontrol edersin, soyunu kontrol edersin.”
Bunlar gelecek için hayal edilen dini devletin temelleri yani halifelik hazırlıkları olabilir mi? Değişim hareketleri uzun zaman içinde gerçekleşir, uyanık ol Türkiye.
Kadına şiddet konusuna tersten bakalım. Türkiye’de kadınlar korumaya alınsa, şiddet gösterene hakkettiği ceza verilse, kadının eğitimi ve gelişimine daha fazla önem verilse Türkiye nasıl bir ülke olur? 15 yıl sonra kimse bizi tutamaz, böylesine potansiyel yükü olan bir coğrafyada yaşıyoruz. Onların yetiştirdiği nesil ile hayal ettiklerimizin fazlasını yaratırız. Peki bunu istiyor muyuz, gerçekten medeniyet ve uygarlık yolunda koşan, teknolojiyi kovalayan bir ülke mi yaratılmak isteniyor? Yoksa Arap kültürünü hedefleyen, gelişen dünyadan kopuk, bataklıkta debelenen bir Türkiye için mi gayretler oluyor?
Her şart ve ahvalde çıkış yolu ve çözüm vardır, Atatürk’ün İstiklal Savaşı için verdiği mücadeleyi düşün, o zamanki şartları ve ortamı düşün!
“İnsanın sermayesi, şeref, namus, haysiyet, erdemdir.”
Sevgilerimle
Hayrettin Kağnıcı
Nisan 2021