Hayatı Roman

 

            Hayatı  ROMAN

 

Roman ile Çingene arasındaki fark nedir?, bazen karıştırırız. Çingeneler, 9. yüzyıldan sonra, Hindistan dan ayrılarak zaman içinde bütün dünyaya yayılan, genelde yaşamlarını göçebe olarak sürdüren, insanları eğlendirmek için çalgıcılık, falcılık gibi bulunduğu ortama göre  her işi yapan, kendi lisanı, kültür ve gelenekleri olan etnik bir grup. Yaşadıkları her ülkede, kendilerine birden fazla isimler verilen bu etnik grup Türkiye de de bölgelere bağlı olarak en az 30 farklı isim ile anılırlar. Aslında Roman ve Çingene aynı. Son yıllarda daha çok benimsenmesi, kabul görmesi ile, kökeni Osmanlıca dan gelen roman kelimesi ile bu grup Romanlar olarak anılmaya başlamış. Bu gün parlamento da üyesi olan Romanlar geçmişe göre daha yerleşik düzende yaşamaktadır. Romanların içinde, ipe sapa gelmeyen hala hırsızlık, kapkaç gibi fırıldak işler ile uğraşanlara hafiften aşağılayıcı ifade olan Çingene denilmekte. Yani Roman olmak iyi, Çingene olmak kötü..

Nerden geldik bu konuya. Adı Ayla…

Beş altı yıl önce yolumun üstündeki çiçekçi kadından çiçek alıyorum, o da konuşmayı sevmiyor ben de. Çok severim sokaklarda satılan çiçekleri. Kovalar içindeki rengarenk çiçekler sanki şehrin mobilyası gibidir. Sokakları renklendirir şehrin çirkin yüzünü bir nebze de olsa değiştirir. Bende bunları destelemek için çiçek alırım. Eşim de bu durum vaziyetten gayet memnun kalır.

Ayla, sokağın köşesinde Roman sokak çiçekçisi, bir gün gene çiçek alıyorum. Her zaman olduğu gibi ağzında sigara. Sonun da dayanamadım;

-bırak şu sigarayı be kadın küllük gibisin

-bırakamam abi onsuz olmaz

– neden

-abi ben çift kişilikliyim

-nasıl yani..

-paranoid kişilik bozulması var bende

-eee, ne oluyor yani, ne demek o..

-bazen herkesten şüpheleniyorum, ortalığı kırıp döküyorum, kendime zarar veriyorum..

-doktora gitmedin mi?

-gittim bir sürü ilaç verdi

-ee,

– bir süre kullandım,

-peki ne oldu, fayda etmedi mi?

-çok iştahım açıldı, çok yemeye başladım,

-şikayetin kilo almak mı?

-yok be abi, gece kalkıp buzdolabından yemek yemeye başladım, bizim dolaplarımız öyle dolu olmaz,        dayanamıyor bebelerin sabah kahvaltılarını da yiyordum, yavrular aç kalıyordu, kestim ilacı başladım sigaraya, ben arada bir tozutuyorum ama bebelerin yemeğine saldırmıyorum, aç kalmıyorlar.. fark etmez bizim hayatımız böyle, kocam da alıştı..

Aklıma hiçbir şey gelmiyor, her zaman pazarlık ettiğim halde o gün ağzımı açmadan parasını verdim, yürüdüm gittim.. Önce kendi içimde sorguladım konuyu. Kendini çocukları için feda eden anne. Kızınca yok saydığımız sokak Çingene’si.. çocuklarının annesi..annelik iç güdüsü. Yavrusu için tek başına dünyaya meydan okumak.. İç be Ayla, istediğin kadar sigara iç, çok da yakışıyor sana..

Artık Ayla ile arkadaş olmuştuk, uzun zaman gelmeyince beni merak ediyor, özel günlerde çok çiçek satarsa birkaç gün bazen bir hafta gelmiyor, o zaman da ben onu merak ediyorum. Çocuklar büyüdü, arada bir geliyorlar görüyorum. Geçen hafta müjdeyi verdi..

-abi büyük gız evleniyor, senide ablamı da bekliyorum.. hem kınaya hem düğüne..

-senin kız daha küçük değil mi?, daha on sekiz bile değil, hani okuyacak dı?

-abi yirmisini geçerse evde kalır, on yedi tamadır, birini bulmuş iyi oğlan

-işi var mı bari?

-yok ama Allah büyük be abi, aklında olsun, iyi oğlan.

Sonunda düğüne davet geldi, günü geldi gittik. Daha önce birkaç defa Roman düğününe tesadüf etmiş harika fotoğraflar çekmiştim. Düğün dediğinde hani iki gün iki gece, evin önünde sokak ta.. biz kız tarafıyız diye ilk gece olana gittik. Sadece kız tarafı, damat yok, erkek tarafından kimse de yok. Kına gecesi gibi. Kızın evinin önünde sokakta, zaten adres tarifi de “abi sokakta 16 numara evin önü”. İşte Romanlar, müzik başlayınca ortaya fırlayıp göbek atmak, hem de ne göbek.. Bütün gece devam ediyor. Kızın yaşı küçük ama saçlar, başlar, kıyafetler olunca oooo. Hiç durmadan yandan yandan. Gece yarsı oldu vakit tamam, onlar göbek havalarına biz yolumuza.  Yazın düğün mevsimi olunca haftada birkaç gece sokak da düğün oluyormuş. Kesin uyunmaz ama şikayetçi olan da yok, herkese bedava  eğlence. Esas, bir gün sonra erkek tarafı davul zurna kendi mahallesinden bir grup ile gelip kızın kapısına dayanıp kızı istermiş. Mahallenin gençleri de yolu keser kızı önce vermez, pazarlık sonucu parayı alınca tamamdır, al götür kızı. Sonra da, heyet halinde Sarıyer Telli Baba ziyareti ve dualardan sonra bir yerde yemek ve damadın evinin önünde esas kıyamet, eğlence. Bizi ısrar ile davet ettiler ama ikinci geceye katılamadık. Ayla da kız çok sonrakinde oğlan evine gideriz. Derin çile ve sıkıntılar, zor şartlar ama müzik olunca her şey bitiyor bir anda başka bir boyuta geçiyorlar. Mutlu olsunlar vatana millete faydalı olsunlar. Bir de oğlana iş bulabilirsek tamamdır.

***

İzmir / Tepecik,  5 Mayıs 2015

Hıdırellez, Roman kültüründe çok önemli. 5 Mayıs gecesi genelde her Roman mahallesinde kutlamalar yapılır. Baharın gelişi kutlanır. Böyle bir günde bir arkadaşımın peşine takıldım İzmir’e geldim. Amacım hem burada olan bir işimi halletmek hem de İzmir Romanlarının yaşadığı meşhur Tepecik mahallesinde Hıdırellez şenliklerini fotoğraflamak. Açık olarak sordum, sorun olur mu? Kesin olmaz. O zaman gidelim. Geldik mahalleye. Önce çevreyi bir dolaşalım ne oluyor, neler olacak hazırlıklı olalım. Oturduk kahveye, Zeki ile sohbet koyulaştı, politika, sanat dahil her şeyden konuşuyoruz.  Düzgün görünümlü, kendi ifadesi ile ‘ufak bir sorun’ nedeni ile 20 yıl içerde yatmış, çıkalı 15 gün olmuş. Konuyu fazla deşmiyorum. Birisi yanaşıyor kulağına bir şeyler söylüyor gidiyor. Onun da çok iyi birisi olduğunu 32 yıl yattığından bahsediyor.. Sonrası da geliyor, önümüzden geçenler hakkında tanıtıcı bilgiler veriyor, yarısı içerde yatmış çıkmış. Açık cezaevi gibi bir yer. Zeki herkesi tanıyor her şeyi anlatıyor. Görünüşe bakılırsa hapis yatmak biraz kariyer yapmak gibi bir şey burada! Akşamüzeri ortalık boşalmaya başladı, sokağın ortalarına masalar yerleşiyor, gece yakında başlayacak..

Her taraftan müzik sesleri gelmeye, diğer taraftan da insanlar ortalara çıkmaya başladı. Çevre Roman mahallerinden gelenler de var.. Özellikle genç kızlar, renkli  allı pullu kıyafetler, sağlam makyajlar, kostümler.. İnanılmaz. Bunlar bedava değil herhalde, kiralık bile olsa bir gece için ciddi masraflar. Ortalık bir anda değişti her renk, her model, bol dekolte kıyafetler giymiş genç kızlar. Kıyafet balosu gibi. Önceleri yanlarında anneleri sonraları guruplar halinde gezmeler. Belli pazarlanma vaziyetleri, koca bulmak için bundan iyi fırsat olmaz. Romalar da para ile sex davranışları pek yok. Öğrendik ki anneler en güzel kendi kızı olsun diye bastırmış parayı, “bulalım be yav bi damat” düşüncesi ile.

Hava iyice karardı gece başlıyor, kalabalıktan yürümek neredeyse imkansız, herkes birbiri üstünde. Masalarının üstünde oynayanlar, kendi halinde şarkı söyleyenler, sessiz durum değerlendirmesi  yapanlar, darbuka, davul çalanlar, dans edenler.. Olaya küçük pencereden bakılırsa herkes çılgın eğleniyor, bütünü görmek istersen büyük gürültü. Belli ki işin keyfi bu, alışık olan için. Hafiften kafalar yumuşamaya başladı, aslında keyifli bir gece.. Kimse fotoğraf çekilmesinden rahatsız olmuyor, aksine makinayı gören fotoğraf çektirmek istiyor hemen poza düşüyor. Gecenin keyfini çıkaranlardanım. Basıyorum deklanşöre. Gerçek Roman dansı, nasıl güzel oynuyorlar anlatamam. Hele, sekiz on yaşlarında iki kız çocuğu, müthiş, Roman dansı böyle oynanır işte. Saatlerce oynadılar yorulmadılar. Fotoğraflarını çekerken anneleri de çok mutlu..

Böyle bir zamanda bir yerde çay olur mu diye bakınıyorum, sonunda akşamüzeri oturduğum kahveye geldim. Her şey değişmiş, iki saat önce yetmiş beş kuruşa içtiğimiz çay olmuş üç lira, bir çaya fazla oturmak da yok hani. Gidip gelip “abi bira içer misin” diye soruyor. Anlaşıldı kalkma zamanı. Onlarda haklı, senede bir gün, fırsatı değerlendiriyor. Gecenin tadını çıkarıyorum.

Fotoğraf çekerken görenler yanaşıp soruyor;

-abi hangi kanal?

-televizyon değil, amatör olarak çekiyorum.

….

-abi hangi kanal?

-yok hobi olarak çekiyorum..

..

Ne zaman bir şeyler çekiyor olsam “ abi hangi kanal”. Konuyu yakalamışım, basıyorum deklanşöre, ensende birisi “abi hangi kanal” dayanamadım.

-Süveyş Kanalı

-kaçta çıkıyor?

-Digitürk 129

-ne zaman?

-bu gece saat üçte..

-çok geç abi ya

-çektik ya seni, televizyona çıkacaksın

-valla mı. kesin beklerim yaa, belki bir iş çıkar..

Allah’ım sen büyüksün, güler misin, ağlar mısın bilemedim. Bir yarısı saf, diğer yarısı ele avuca sığmayan cin olan insanlar..

Artık gece tavını aldı, herkes masaların üstünde, bulduğu aralıkta oynuyor. Kıyafet balosu gibi, karnaval havasında. Çalsın sazlar oynasın kızlar, vur patlasın çal oynasın misali. Geceyi fazla uzatmadan ayrılmak lazım, ilerleyen saatlerde neler olur kestiremedim. Meret şişede durduğu gibi durmaz. Arka sokaktan dönüşe geçiyorum. Kapının önünde orta yaşlarda bir kadın omuzunda davulu hem çalıyor hem söylüyor, kocası da klarnet çalıyor. Gece saat 12.00 suları, kimse yok etrafta.  Kendileri için çalıyor, kendileri için oynuyorlar belli ki çok da keyif alıyor eğleniyorlar. Dünya umurlarında değil. Muhteşem bir şey. Vay be, yaşadığın andan keyif olmak böyle bir şey olsa. Helal olsun böyle olabilene..

Romanlar çoğunlukla sıkıntılı ve zor şartlarda yaşamlarını sürdürüyorlar. Gerçi aralarında epey malı mülkü olan, birkaç defa Hac’a gitmiş koyu dindar olanlar da var.  Bir yanı acılı ve ağır yaşam şartlarını taşıyan diğer yanı dünyayı iplemeyen, dertleri ile yüzleşirken çalan müziğe uyup derdi ile dalga geçen, acısının yanına gülmeyi katık eden, zaman zaman her şeyi unutup kendi ile barışıp kaderi ile cilveleşen insanlar. Konservatuarı bitirip, senfoni orkestrasında 2. keman olarak çalışan Halil, böyle bir günde ailesi ile birlikte doğduğu yere gelip aslını yaşayanlar. Kederini aralayıp gülebilen, kendisi için eğlenebilen,   bol renkli bol çeşitli insan manzarası olan topluluk Romanlar.

Aslında gelenek burada biraz şehirleşmiş galiba. Hıdırellez genelde yakılan büyük bir ateşin üstünden atlamakla başlar. Burada ateş falan yok, yeme içme üzerine eğlence. Geceyi noktaladık dönüyoruz otele..

Bu gün özel işlerimizden artan zaman da İzmir’in meşhur Basmane’sine gidelim dedik. Dedik te.. sokak ta yaşayanlar, yatanlar. Galiba şehrin bu yüzü biraz mütevazi şartlardaki yaşamı temsil ediyor! Birkaç kişi ile konuşma fırsatı aradık ama kolay olmadı, zor psikolojik durumlar, sosyal şartlar.. pek uyduramadık. Böyle olunca fotoğraf da kolay olmuyor, gönül rızası olmadan çekmek olmaz. Ne yapalım, biraz ileride çay içelim diye yanaştık bir kahveye. Sabah erken saatler, içerisi dışarısı dolu. Herkesin küçük çantası yanında. “Hayırlar olsun yolculuk nereye” diye sorduk ama cevap veren yok, biraz rahatsızlık verdik gibi, oturduk bir masaya söyledik sabah çaylarımızı. Konuyu garsona sorduk, önce kim olduğumuzu neden ilgilendiğimizi, sorguladığımızı sordu. Tesadüfen burada olduğumuzu farklı bir amacımız yok falan diye anlattık. İkna oldu gibi, aşladı anlatmaya..

-Bunların çoğu Suriyeli aralarında Sudan ve Afganlılar da var.  Suyun ötesine Yunanistan’a gitmek için haber bekliyorlar.

– Nasıl yani, bunların hepsi kaçak insanlar mı?

-Evet, yazılmışlar vermişler parayı haber gelince gidecekler.

-kaç para

-1000 ile 2000 Euro arası. Bazen 10 gün bazen birkaç ay bekleyen de var. Her sabah buraya gelip bütün gün gelecek haberi bekliyorlar, haber gelirse o gece vın..

-geceleri nerede kalıyorlar?

-geceliği 5 -10 Liraya oteller var, bazıları da sokakta yatıyorlar

-peki polis emniyet falan..

-sadece buradan değil ki, bu sahildeki birçok yerde bu manzaraları görürsün, bilmeyen mi var..

-Yunanistan’a geçince ne oluyor..

-Orada başka bir ekip bunları alıp diğer ülkelere veya yerlere dağıtıyor. Büyük organizasyon

-Demek büyük organize işler bunlar..

Arkadaş, sen bize sade bir kahve getir de sabah sabah aklımız yerine gelsin.

Dün başka, bu gün başka bir dünya.. “adaletin bu mu dünya”. Empati yapıp kendimi onların yerine koymak istedim.  olmadı onu bile beceremedim.. Neden bu insanlar, çoluk çocuk böyle bir hayata zorlanır, nedendir bu çileler bu sefalet, neden insanlar yerlerinden yurtlarından kaçmak zorunda bırakılırlar. Aslın da herkes biliyor işin asasını ama… Düzen değişsin deriz ya, ne fark eder düzenin değişmesi, düzülen biz olduktan sonra..

***

 

İzmir / Tepecik,  5 Mayıs 2016,  Hıdırellez şenlikleri

Geçen sene Hıdırellez de Romanların fotoğraflarını çekmek için gittiğim İzmir / Tepecik den keyif almıştım. Hatta çekmek istediğim birkaç kare resmi de denk getirip çekememiştim. Bu sene tekrar aynı yere girmeye karar verdim. Bölgeyi de artık biliyorum, bazı insanları tanıyorum ve hatta birçoğunun geçen sene çektiğim fotoğraflarını da bastırdım yanıma aldım. Yollayacağım diye sözüm vardı. Şenlikler gece başlıyor ..sabaha kadar.. Erken gidip bölge insanı Roman vatandaşlar ile konuşalım.. kalabalık basmadan. Oturduk kahveye selamlaşmadan sonra resimleri gösterdim.. Beklediğim heyecan yok. Bende fotoğrafı olanları neredeyse yarısı farklı suçlardan hapiste. Aslında üzüldüm gibi.. hemen teselli geldi.. “Abi burada insanların hayatının çoğu içerde geçer, bu sene gördüğünü beş on seneden önce tekrar göremezsin”. Vay anasına biz dünyanın başka yerinde yaşıyoruz.. Ne hayatlar,  aileler, düzen böyle kurulmuş. Genel sohbetten sonra ortalık birden boşalmaya başladı, insanlar evlerine gidiyor hazırlanıp sokağa çıkacak. Esas hazırlık yediden yetmişe hatunlarda ne kıyafet ne makyaj ne süs, en abartısından. Vakit geldi, giderek ortalık kalabalıklaşıyor, eğlence başlıyor. Başlayacak da; ortalıkta Romanlardan fazla dışarıdan gelen insanlar. Neredeyse her vilayetten gelen var. Burası ne kadar meşhur olmuş meğerse. Herkesin elinde fotoğraf makinası, birisi geçse onlarca insan etrafını sarıp resim çekmeye çalışıyorlar. O kalabalıkta ne çıkar yahu.. Onlar da şaşkın halde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Hiçbir sene bu kadar dışarıdan gelen olmamış, bu kadar kalabalık da olmamış. Aslında Romanlar kendileri eğlenmek için böyle bir günde organize oluyorlar, O kadar kalabalık ki çoğu evlerinden dışarı çıkamadılar garipler. Altı yedi metre genişliğinde beş yüz metre uzunluğunda sokak, binlerce insan, hareket etmek mümkün değil. Blok vaziyette herkes sıkıştı kaldı. Anlaşılan buranın da boku çıkmış. Korkunç gürültü de cabası. Çok erken ama yapacak bir şey yok buradan ayrılmak doğru karar. 300 metre mesafeyi geçmek bir saatten fazla sürdü. Kalabalıktan çıkınca kendimi kontrol ediyorum, kayıp eksik var mı diye her şey tamam. Gece benim için bitti, burası da bitti. Kendi dünyaları olan keder ile neşenin hep iç içe olduğu yer.

Hıdırellez her bölgede farklı şekilde kutlanıyor. Burada, Nevruz gibi ateş yakıp üzerinden atlama yok, sadece sazlı sözlü eğlence. Yeter ki muhabbet olsun neşe olsun. Sene iyi geçsin.

Hıdırellez, yüzyıllar dan beri süregelen 5 Mayıs ikindi vakti başlayıp 6 Mayıs ikindi vakti arasında bilhassa 5 Mayıs günü  güneşin batışı ile doğuşu arasında dileklerin ve niyetlerin kabul olacağı  inancı olan kültürümüz. Hikaye nereden geliyor. İnanışa göre, Hz. Hıdır karadan, Hz. İlyas da denizden gelerek gökyüzünde 5 Mayıs gecesi buluşurlar. Ölümsüzlük şerbeti içmiş bu  evliyalar derdi olan darda olan inançlı kişilerin yardımına koşar ve dileklerinin yerine getirirlermiş. Ama öyle ben dilek tuttum demekle olmuyor. Ritüeli var işin.. Gül ağacını dibine dileğini kağıda yazıp koyacaksın, hatta  objeler, resim veya maketler ile daha da güçlendirebilirsin, Gece boyunca bütün dilekler Hazretler tarafından okunup uygun görülür ise yerine getirilecek. Sabah, güneş doğmadan önce dilek yazdığın kağıdı başını üzerinden üç defa saat yönünde çevirip akar suya atıp peşinden Tebareke süresini okuyacaksın. Bilmeyenler üç Kul Huvallahu ve bir Elham okuyabilirler. Bunu da bilmiyorsanız bildiğiniz lisan da  doğrudan Allah’a dua edebilirsin. Peki neden gül ağacı, gül insanın enerji seviyesini yükseltir, kötü enerjilerden korur. Gül ağacı ile Hıdırellez arasındaki bağlantı nedir; işte henüz tam olarak çözülememiş ama araştırmalar devam ediyor! Öğrenirsem paylaşacağım.. Yani kısaca, yaz kağıda yolla tamamdır. Öyle çalış, hedef koy, hedefi gör, hedefe kitlen gibi zor süreç yok. Kısadan hop köşe. Neyse herkes bildiği yoldan hayata devam..

 

Sevgilerimle

Hayrettin KAĞNICI

Haziran 2016

 

 

error: iletişim : hayrettin@ozka.com