Balkanlar
BALKANLAR
Balkanları anlamak için önce eski Yugoslavya’nın siyasi tarihini kısaca hatırlamak gerekir. 2,Dünya Savaşı sırasında direniş gerçekleştiren Yugoslavya partizanları iç savaşlar sonucu yaşanan yönetim zafiyetleri nedeniyle, 1943 yılında ülkenin adı Demokratik Federal Yugoslavya ,1946 da Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti, son olarak da 1963 yılında Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti olmuştur.
Tito’yu da hatırlamak gerekir. Mayıs 1892 de Hırvat baba Slovak annenin 15 çocuğundan biri. O dönemlerde bölgede yaşanan birçok savaş ve direniş hareketlerin içinde bulunmuş, yaralanmış, esir düşmüş, hapiste yatmış ve 1920 yılında Yugoslavya Komünist partisi kurmuş. Esas adı Josip Broz olan, yaptığı bir çok başarılı işler sonrası, ‘sen yaparsın..’ anlamına gelen Tito takma adını ve daha sonra da Mareşal unvanı almıştır. Alman Nazi birliklerinin, 1941’de Yugoslavya’ya girmesi, onlara karşı örgütlenme ve mücadelede başarılı olmuş, 1943 yılında Yugoslavya’nın eşit halklardan meydana gelen federal bir topluluk olduğunu ilan etmiş ve 1945 de Yugoslavya Federal Cumhuriyetinin başkanı seçilmiştir. Farklı din ve etnik guruplardan oluşan ülkeyi, 1980 yılında ölünceye kadar barış içinde birlikte tutmayı başarmıştır. Ölümünden sonra Yugoslavya parçalanma sürecine girmiştir. 1990 lı yıllar da Vatikan, Almanya ve Avusturya ile birlikte Hırvatistan bölgesini referandum organizasyonu ile ayırarak bağımsızlığını tanımış, bunu diğer etnik gruplar takip edmiş ve Yugoslavya diye bilinen ülke bu gün, Slovenya, Hırvatistan, Bosna-hersek, Sırbistan, Karadağ, Makedonya olarak 6 farklı devlet, Voyvodina ve Kosova olarak da 2 farklı özerk bölgeye bölünmüş durumdadır. Son durum bu, bu kadar kısa zamanda bu kadar değişim ve parçalanma çok az ülkenin başına gelir. Kısa hikaye böyle.
SIRBİSTAN
1992’de Bosna-Hersek Devleti ülke çapında bağımsızlık ilan edilmesi konusunda bir referandum kararı alır. Bosnalı Sırpların çoğunun boykot ettiği bu referandum bağımsızlığın kabul edilmesiyle sonuçlanır ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti hükümeti bağımsızlığını ilan eder.
Bağımsızlığın anayurtları olan Sırbistan’dan kendilerini koparacağını düşünen ve “Büyük Sırbistan” hayalleri olan Bosnalı Sırplar, Bosna’da Sırp Cumhuriyeti kurduklarını ilan eder ve kendi bölgelerinde bulunan Müslüman (Boşnaklar) ve Katoliklerden (Hırvatlar) bu bölgeyi terk etmelerini isterler. Bunu hızlandırmak içinde, özellikle dehşet yaratarak halkın dayanma gücünü kırmak, insanları bölgeden derhal uzaklaştırmak için her türlü insanlık dışı uygulamalara yaparlar. Bu süreçte dünyanın güçlü ordularından Yugoslavya ordusunun desteğini alarak büyük katliamlar yapan Sırp milisler, Srebnenitsa’da 1995 yılının yaz ayında II. Dünra Savaşı’ndan sonra meydana gelen en büyük toplu katliamlar yapmış ve on binlerce insanı öldürmüşlerdir. Bu gün Sırbistan Cumhuriyeti, yüz ölçümü 88.300 km², nüfusu 7.250.000 olan bağımsız bir ülke.
**
Akşamüzeri, Sırbistan’ın baş şehri beyaz şehir anlamına gelen Belgrad’a varıp otele yerleştikten sonra, önce Belgrad’ın meşhur gece hayatını görelim diye ışıltılı caddesi alışveriş ve eğlencenin merkezlerinden Knez Mihailova caddesini teftiş ettik. Hafta sonları sanki herkes sokakta yiyip içiyor gibi. Geceyi tarihi Moskova otelinde çilekli kek simid ile noktaladık.
**
Sabah önce Kale Meydanından Belgrad Kalesine gidiyoruz. Belgrad kalesi, koskoca bir tarihin yaşandığı eski kent. Kale, Sava ve Tuna nehirlerinin kesiştiği stratejik bir noktaya kurulmuş, içinde türbeler, müzeler, parklar, anıtlar, galeriler, heykeller, yaşamın izleri bulunan ve Osmanlı kokan 63 hektarlık koca bir alan. Kanuni Sultan Süleyman Belgrad’ı 1521 yılında fetih edince, Ortodoks nüfusun bir kısmı da İstanbul’a bugün İstanbul’da ki Belgrad Ormanı bölgesine gönderir. İstanbul’daki Belgrad Ormanı adı da oradan gelir. Belgrad da bir kaç çalışan camiden biri Bayraklı cami, burada yaşayan az sayıda Müslümanlar için hala ayakta. Bölgenin en büyük kiliselerinden Sava Kilisesi, henüz tamamlanmamış, bitecek gibi de durmuyor. Burada gelin damat trafiği yoğun yeni evliler için uğrak yerlerinden galiba.
Merak ettiğim yerlerden biri de Tito’nun mezarı. Müzesi ve sade anıt mezarı aynı yerde. Fazlasını beklemiştim. Tito, sosyalizmi ve kapitalizmi bir arada yaşatmaya çalışmış. Yani yönetim ilkesel olarak sosyalizm ama Mc Donald’s var, seyahat kısıtlaması yok, ister Rusya’ya ister Amerika’ya gidebilirsin. Çok ince ayarlar ile ülkeyi bir arada tutmuş, öldükten sonra memleket toz duman.. Bence önemli işler yapmış, döneminde ki zengin ve varlıklı insanlar tarafından mallarını paylaşıldığı için sevilmeyen, fakir ve orta halli insanlar için kahraman biri. Döneminde Yugoslavya bölgenin güçlü ülkelerinden biriydi.
Nikola Tesla Müzesi, bilim ve tekniğe ilgi duyanlar için ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri. Her dahi gibi hafif deli kimliği olan günümüzde kullanılan, muhtemel gelecekte kullanılacak bazı icat fikirlerin sahibi.
Tuna nehri ile Sava nehirlerinde tekne turu ile günü tamamladık. Kale buradan da çok güzel gözüküyor.
İşte Belgrad geceleri, akşamı Skadarska caddesinde güzel bir restorandada geçirdik. Keyifli yemek, rahatsız etmeyen müzik, güzel.
**
Ülkenin kuzeyine Voyvodina’ya gidiyoruz. Sırbistan’a bağlı azınlık nüfusun çoğunluğunun Macar kökenli olduğu özerk bölge, kendi parlamentosu ile iç islerinde bağımsız kararlar verebiliyor. Verimli toprağı ile tarımda başarılı olmuş ve diğer yerlere göre daha zengin olduğu belli.. Önce Karlofça kasabasına geliyoruz. Burası Osmanlı’nın Avrupa ülkeleri ile 1699 yılında yaptığı Karlofça Antlaşması’nın imzalandığı yer. Osmanlı bu antlaşma ile hem batıda büyük toprak kaybetmiş hem de çöküşünün başlangıcı olmuştur. Yani bol hatunlu sefahat dönemlerinin sonu. Güzel keyifli sakin bir kasaba. Uzun yıllar Sırp Ortodoks Kiliselerinin merkezi olmuş. Eğitimde de önemli yerlerden biri.
Voyvodina’nın baş şehri Novi Sad. Önce Petrovaradin Kalesi’nden şehrin panoramik manzarası. Bu manzara karşı bir kahve molası. Novi Sad, modern sakin keyifli güzel insanların olduğu bir yer. İyi bir şarap eşliğinde güzel akşam yemeği..
BOSNA-HERSEK
Farklı din ve etnik guruplarını Yugoslavya içinde bir arada tutmak imkansız hale gelmişti. 1991 de Hırvatistan, Slovenya ve Makedonya bağımsızlıklarını ilan ettikten sonra 1992 yılında Bosna-Hersek’te yapılan referandum sonuçlarına, Bosnalı Sırplar kendilerine daha fazla toprak kazanmak için Bosnalı Müslümanlara savaş açarak on binlerce kişiyi öldürdüler. 1995 te çok kanlı geçen savaşın sonunda ayrılarak bağımsız devlet oldular.
Novi Sad ile Saraybosna arası 280 km, yollar, virajlar.. neredeyse tam günlük mesafe. Bosna-Hersek Cumhuriyetine geçiyoruz. Sınırdan düşündüğümüzden rahat geçtik. Fiziki olarak sınır, Sava nehri ile tanımlanmış ancak epey bir bölge hala Sırpların kontrolünde ve Sırp bölgesi olarak kabul ediliyor. Boşnak, Bosnalı Müslümanlar, bizi de Boşnak grubunda görüyorlar. Ne de olsa şuur altı Sırp, Boşnak gerginliği var. Sonunda başkent Saraybosna’ya geldik. Hani tarih kitaplarında ilk öğrendiğimiz konulardan biri, 1.ci Dünya Savaşının başlama nedeni olarak; bir Sırp gencinin Avusturya-Macaristan krallığının prensine yaptığı suikast olarak anlatılır ya, işte o nokta olan Latin köprüsündeyiz. Dünyanın kaderinin değiştiği, savaşın sebebi olarak gösterilen olayın yeri. Şehrin en önemli yerlerinden Baş Çarşı veya Osmanlı Çarşısı. Bir anda her şey değişti, Anadolu da, neredeyse her şehirde olan turistik çarşı gibi bir yer. Her şey bildik her şey tanıdık. Biraz ileride Hüsrev Paşa camii, söyle hafif kafanızı kaldırıp bakın gözünüze en az 4-5 cami takılır .Cemaat mi çok, camii mi çok anlamadım!. Alçak tabureli kahvehaneler, bazıların da ilahiler çalıyor, peçeli çarşaflı bol Arap turist. Bazı dükkanların tabelaları bile Arapça. Çarşı içinden devam, sokakta yer döşemelerin değiştiğini fark ediyorum kesme taşlardan yapılmış yol, granit yer döşemeli yol olarak devam ediyor. Buradan sonrası Macar-Avusturya Çarşısı oldu. Dükkanlar mağaza, kahvehaneler kafe, kebapçılar, köfteciler restoran olmaya başladı. Arap turistler bu tarafa pek rağbet etmiyor anlaşılan. Doğu-batı yaşantısın neredeyse bir çizgi ile ayrıldığı yer. Aslında önemli bir yer, Katolik Katedrali, Ortodoks Kilisesi, Musevi Sinagogu ve camiler. Hepsi bir arada ne güzel, keşke fikirlerde böyle yan yana hoş görü içinde olsa. Hayretler içindeyim, bir gün önceki ince uzun boylu endamlı kalem gibi güzel Slav ırkı kızların yerini, uzun olmayan balık etli kalçaları hafif dolgun ablalar aldı. Bu kadar yakın bölgede bu kadar fark olur mu!. Şimdi anlaşıldı, Osmanlının haremlerinin çoğunlukla Sırp kızlardan olma nedeni!. Yerlerde bazı bölgeler işaretlenmiş; buralar katliam noktaları. Hele bir tanesi, Katedralin duvarında kurşun izleri, yerde kırmızı kan izleri. Allah’ım, nasıl böyle olabiliyor, bu dünyayı şekillendirmeye çalışan pezevenklerde hiç mi vicdan yok… yok tabi, benim memleketimin hali çok mu farklı! Bütün emperyal güçler sağlı sollu girişmiş vaziyetteler bizi çökertmek için.
Gece boktan bir otele düştük, yapacak bur şey yok, zevk almaya çalışıyoruz!.
**
Sadrazamlar şehri diye bilinen Travnik’e gidiyoruz. Saraybosna da birçok binada halen savaşın izleri olan kurşun delikle bombalanan yerler açıkça gözüküyor. Bu coğrafyanın kaderi midir nedir, ortalama her 30-40 yılda bir, yeniden savaş. Tecavüzler, çocuk ölümleri, katliamlar, toplu ölümler, yaşanan acılar. . Aynı jenerasyonun bir kaç defa yaşadığı bu travma nasıl bir kalıcı etki bırakır düşünemiyorum. İlk durak, Ahmiç köyü. Geçmişte Boşnaklar ile Hırvatların birlikte kardeşçe yaşadığı yerlerden biri. 1993 yılında köyü basan Hırvat birlikleri köyün çoğunluğunu teşkil eden Ahmiç sülalesinin çoğunu öldürmüşler. Köyün imamı Vahit ile konuşuyoruz, yaşananları anlatıyor. Tek kelime, korkunç… Köyde iki cami bir imam var, konuyu dağıtmak için ‘hocam nasıl oluyor, bir gün bir cami, öbür gün diğerinde mi namaz kılınıyor’ diyecektim, benden hızlı çıktı; yok öyle değil, ‘sünneti birinde başlıyorum farzı diğerine yetişiyorum’ .. Türkiye’den, Ürdün’den diğer Arap ülkelerinden gelen yardımlar..çoğu cami işlerine.. okul işleri çok sırada değil gibi… ne diyelim aynı bokun soyuyuz.
Travnik şehrine geldik. Burası meşhur dizi “Muhteşem Süleyman” ile de çok gündeme geldi. Osmanlı, gelecekte sarayda görev alacak potansiyel adaylar için genelde Hristiyan çocukları devşirirlerdi. Bunun dışında Müslümanlardan en çok Travnik ten saraya sadrazam yetişmiştir. Bu nedenle burası sadrazam yetiştiren şehir olarak da anılır. Birçok sadrazam ve üst düzey saray görevlisi buradan çıkmıştır. Bu nedenle şehir de çok fazla sayıda cami var. Her saraya giden dönüp burada cami yaptırmış. Fotoğraf çektiğinizde çektiğiniz her kareye en az bir kaç cami girer. Şehrin en tepesinde Osmanlı Kalesi, bütün şehir ayaklar altında. Çevre gezisi tarihi yerler, dönüyoruz Saraybosna’ya.
Gerek burada, gerekse yollarda, Saraybosna da her yerde mezarlıklar görürsünüz, neredeyse her yeşil alan mezarlık. O kadar insan nereye gömülecek!
Esas kavga, Hırvatlar, Boşnaklar ve Sırplar arasında, en çok da Sırp ve Boşnaklar savaşmış. Şimdilik kabuk bağlamış yara gibi. Her an kanayabilir. Dilerim, hiç kimse kendinde üstün güç görüp yarayı kanatmasın, kardeşlik sürüp gitsin. Aslında bölge yapısı da ilginç, bu kadar savaş ve katliamlardan sonra bile, Sırbistan da yaşayan bir sürü Boşnak ve Hırvat, Bosna Hersek te yaşayan bir sürü Sırp ve Hırvat var. Bölgenin ayrılmaz demografik yapısı. Slovenya, kendini Avrupa’ya daha yakın gördüğü ve Avrupa’nın da koruması altında olduğu için bu kavga ve dalaşmanın dışında kalabilmiş.
Bu coğrafya da önemli liderlerden biridir Alija İzetbegoviç, Bosna Hersek’in kurtuluş savaşında liderlik yapmış ve sonrasında ilk cumhurbaşkanı olmuş, ülkesine büyük faydalar sağlamıştır.
**
Bu gün yaşanan bazı terslikler nedeniyle yola geç çıkıyoruz. Bosna bölgesinden güneye doğru Hersek bölgesinde çok bilinen Mostar’a geliyoruz. Mostar, Bosna-Hersek’te Hersek bölgesinin en büyük şehri ve Bosna-Hersek Federasyonu’na bağlı Hersek-Neretva Kantonu’nun idarî merkezi. Neretva Nehri’nin kıyısında yer alan Mostar, Hırvatların çoğunlukta olduğu bölge. Unesco Dünya Mirası listesinde olan Mostar köprüsü, Mimar Sinan’ın öğrencisi mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inşa edilmiş, bu gün Hırvat ve Boşnak bölgelerini arasında geçişi sağlamaktadır. Boşnakların ulaşım yollarını kısıtlamak amacıyla savaşta bombalanan köprü, daha sonra Türkiye’nin de içinde olduğu bazı ülkeler tarafından aslına uygun olarak bir Türk firması tarafından yeniden inşa edilmiştir.
Nerettva nehrinin kıyısında, köprüye karşı kahve çok iyi geldi.. Gene de canım İstanbul boğazı…üstüne başka yer tanımam.
Yolumuzun üzerinde, 600 yıl önce Anadolu’dan gelen dervişler tarafından Buna nehrinin kaynağına kurulmuş Blagay Alperenler Tekkesinde dualar ile kutsal görevimizi yapıyoruz.
Buralarda Osmanlı uzun yıllar çok iz bırakmış. Tarihi Türk köylerinden biri olan Poçitelj bunlardan biri. Geçmişte stratejik önemi olan tarihi kale, savaşta epey hasar görmüş.
HIRVATISTAN
Sabah Bosna Hersek ten çıkıyoruz, geldik sınıra. Kemal Sunal’ın “Propaganda” filminde vardı, doğuda sınır bir ülke ile aramızdaki gümrük kapısı, bir kulübe ve elle inip kalkan sınır bariyeri. Burada çevrilmiş olsa gerek, aynısı. Neyse işlemler tamam geçtik sınırı, geldik Hırvatistan’a. Avrupa Birliği ve Nato üyesi bir ülke, ama kendi parasını kullanıyor.
Adriyatik Denizi haşmetiyle kokusuyla önümüzde. Kısa bir süre sonra Unesco Dünya Mirası listesinde olan Dubrovnik. 14. yüzyıl sonları İtalyan Venedik mimarisi tarzında inşa edilmiş günümüze kadar gelen tarihi bir kent. Elli bin nüfuslu Dubrovnik şehri Hırvatistan’ın en gözde kenti, Sırp saldırıları sonucu oldukça zarar görmüş ama yenileme çalışmaları sayesinde eski görünümünü kazanmış. Plaj ve botanik bahçeleri ün yapmış Lokrum Adası, şehri çevreleyen surlar ve Dubrovnik katedrali öne çıkan yapılar. Birkaç kilise hariç ziyaret edebileceğiniz heryer paralı. Bu kadar kalabalık olunca yeterince hizmet almakta kolay olmuyor. Gene de güzel, görülmesi gereken yerlerden biri.
Hırvatistan dediysek, bu sefer sadece Dubrovnik’i görmek ile yetindik. Aslında daha geniş olarak gezilmesi gereken yerlerden biri..
KARADAĞ
Önce Kotor körfezini dolaşarak Unesco Dünya Mirası listesinde olan, surlar içinde eski tarihi şehirlerden biri Kotor. İlk duygular müthiş, denizin güzelliği inanılmaz. Eski şehrin daracık sokaklarında dolaştıktan sonra yüksek kayaların tepesine yapılmış tarihi manastırdan Kotor’u seyrediyoruz. Hele güneş de biraz alçalıp akşam vakti olunca tadına doyum olmuyor.. Güneşi tam olarak yolda batırıyoruz ve sonra, son zamanlarda Balkanların en gözde yerlerinde Unesco dünya Mirası listesinde olan 12 bin nüfuslu sakin ve güzel şehir Budva..
Karadağ Sırp ağırlıklı bir ülke, burada savaşın derin izleri çok yok. Adriyatik sahillerinin denizi güneşi doğası ile en güzel yerlerinden. Bölgenin 3.500 yıllık en eski yerleşim yerlerinden biri Budva. Tarihi merkez, Roma özellikle Venedik mimarisinden esinlenmiş.. Doğal plajları, makul şartlarda balık ve restoranları ile keyifli bir yer. Dar yollar, taş binalar, birçoğunun üzerinde işlemler, heykeller, kiliseleri olan etrafı surlar ile çevrilmiş eski kent. Buralarda dolaşmak çok keyifli. Şu anda yapıların üst katlarında halen yaşayanlar var, onlardan biri ile el sallaşıyoruz uzaktan. Bir an bana el sallayan başında eski geleneksel şapkası olan yaşlı kadına bakarak düşündüm… yol üzerindeki küçük dükkan ve kafeleri eskisi gibi yaşayan evler dükkanlar olarak canlandırın kafanızda, evlere yollara dönemin kıyafetleri ile dolaşan insanları yerleştirin işte yüzyıllar öncesine “geçmişe yolculuk” başlıyor. Hele bir de eline asa üstüne kaftan gibi bir şeyler giydin mi, kral bile olursun valla. Vay be bedava krallık..hayal ettiğince yaşarsın, hem keyifli hem bedava..belki yaşlı teyze de hala eskiyi yaşıyordur..
Türkler burayı çoktan keşfetmiş bile, her yerde karşılaşmak mümkün. Buranın insanları da, gerek 400 yıllık Osmanlı hakimiyetinin mirası, gerek hemşerilerimizin katkıları ile Türkçeyi çözmüşler. İlginç olan, Karadağ Avrupa Birliği üyesi değil, müracaatı bile yok ama Euro kullanıyor, nasıl oluyor bilemedim.
Araba tutup dağların tepesinde kurulmuş, Geçmişte Karadağ Krallığı’nın beş yüz yıl kültür, eğitim merkezi ve başkenti 19 bin nüfusu olan Çetije’ye gidiyorum. Çetinje Manastırı, Ortodoks dünyasının önemli merkezlerinden biri ve halen çalışıyor. Manastır ziyaret sonrası tekrar bir dağlara tırmanma, göz alabildiğine manzara. En tepede koca bir anıt mezar, belli ki en önemli krallardan biri manzaraya karşı burada yatıyor.
Kiraladığım arabanın şoförü kırklı yaşlarda Robin ile sohbet ediyoruz. O Türkiye’yi merak ediyor ben Karadağ’ı. Son sorum; ”Ülkenin parçalanmadan önceki hali, yani Yugoslavya zamanı mı daha iyiydi, şimdi bağımsız devlet olunca mı“. Önce biraz düşündü, “doğrusu, orta ve üstü yaşlı olanların neredeyse hepsi, eski güçlü devlet Yugoslavya’yı arıyor. Gençlerin çoğu bu hali yani bağımsızlığı tercih ediyor. Farklı gruplar vardı ama bir arada yaşayabilirdik. Bu gün ayrı devletiz, ama hiç bir şeyimiz yok. Tek gelirimiz turizm, siz gelmezseniz açız. Burada sanayi yok, her taraf dağlık tarım yok.. fazla iş imkanı yok..yani herkesin gelecek endişesi var, çoğu başka ülkelere gitmek istiyor…”
“Dışı seni yakar içi beni” demiş adamın biri. İşte böyle bir şey…
Son akşamın keyiflini balık şarap ile çıkartıyoruz.
**
Orta yaşı olanlar, Tito’nın Yugoslavya’sını hatırlar. Avrupa’nın güçlü ve büyümekte olan ülkesiydi. Gerek savunma sanayi, gerek endüstride epey yol almıştı. Yani Avrupa’da büyüyen ekonomi. Kim tahammül eder buna!. Yöntem kolay, parçalayıp dağıtmak. Öyle de oldu. Nasıl oynanıyor bu oyun; kiliseler ve egemen güçler, farklı etnik grupları, bağımsızlık başlığı altında örgütleyip, karşı çıkabilecek kitleleri de yok edip, katledip, kalanlara bağımsızlık referandumu yaptırarak yeni küçük güçsüz ve zayıf devler yaratmak Sonuç; un ufak olan koca Yugoslavya. Bu gün ve yarın bu yeni ülkelerin hiç biri hiç kimse için tehdit olabilecek yapıda değil. Hiç birinde gelişmiş sanayi ve ekonomi yok. Oyun eski ama halen geçerli. Peki, bu ülkeler hangileri, anlamak çok kolay, referandumdan sonra onları ilk tanıyan ülkeler. Yugoslavya için kim bunlar, tarihe bakın ilk tanıyan pezevenkler, parçalanmanın mimarı olanlar.
Türkiye ve Orta doğu ülkeleri üzerinde oynan da aynı tezgah. Son yıllarda güya bağımsızlık başlığı altında onlarca terör grupları yaratıldı, hepsinin din maskesi var, hepsi katliamları ve öldürmeleri din adına İslamiyet adına Allah adına yapıyor. Kim yaptırıyor, tabii ki bunları yaratıp ‘barışa bizim de katkımız olsun’! diye destekleyen, besleyen silahlandıran ülkeler. Karşı kitleleri yok edip, bölgeye yandaş partizan yerleşince, ortam uygun olunca oylama zamanı, referandum yaptırıp bağımsızlık diye toprakları parçalamak, dağıtmak.Balkanlar da hep aynı oyun sahnelendi. Şu anda Güney Doğu da Suriye’de Orta Doğu da oyun, net aynı senaryo. Yakında Suriye ve Irak ta ortam oluşunca referandum konusu gündeme gelir ve son perde, bağımsız ülke olarak ayrılma, zayıf muhtaç her şeye ihtiyacı olan yeni ülke….yeni Pazar..gelsin paralar..
Potansiyel güçlü ülkeye yer yok.. karşı durmak imkansız mı, kesin değil her oyun bozulur, hatta karşı oyun bile uygulanır. İki yarımdan bir bütün çıkmıyor…birlikte bütün olma zamanı.. daha çok uyanık olma zamanı..
Sevgilerimle
Hayrettin Kagnici
Eylül 2016
www.hayrettinkagnici.com