Madagaskar

Madagaskar, Güney Afrika’nın doğusunda, Hint Okyanusu’nda, 587.000 km² yüz ölçümü ve 25 milyon nüfusu olan dünyanın 4. büyük adası.

Madagaskar da yaşam ilk olarak 430 yılında Borneo üzerinden gelip yerleşen Andacakorea’lar, sonraları Tanzanya, Mozambik gibi diğer yerlerden gelen insanlar buraya yerleşmiş ve sonunda 1774 yılında Avrupalı korsan ve tüccarlar burayı keşfederek lojistik merkez haline getirmişler. 1817 yılında İngilizler yardım projeleri ile burada hakimiyet kurmuş ve misyonerliğine başlamışlar. 1890 yılında Fransızlar gelmiş, İngilizlere karşı mücadele de etkili olmuş ve 1946 yılında Birleşmiş Milletler kararı ile Madagaskar, Fransızların sömürgesi olarak kabul edilmiş. Madagaskar verilen mücadele ile 1960 yılında bağımsızlığını elde etmiştir. 1896 yılından itibaren köleliğin yasaklandığı adada 2008 yılında petrol üretimi başlamıştır.

Ülke genelinde nüfusun % 52’si Animiist, atalara tapınma gibi yerel dinlere, % 41 Hristiyan, % 7 de İslam diğer din ve inançlara göre yaşamını sürdürüyor. Animizm, sadece insanların değil, hayvanların, bitkilerin, doğada var olan bütün canlı cansız her şeyin ruhları olduğuna ve bu ruhların insanları iyi ya da kötü yolda etkilediğine inanılan bir inanç şekli. Önceleri sadece atalarının, sonraları canlı cansız her şeyin ruhuna tapınmaya başlamışlar. Bütün olup bitenin ruhlar aleminin gizli güçleri tarafından iyi veya kötülük olarak yönetilmesi. Bazı nesnelerde büyülü bir kuvvet vardır, felaketi kovar ve mutluluk getirirler veya tam tersi. Bu inanışa göre, resmin, heykelin, dansın, müziğin, bütün güzel sanatların ana kaynağı doğrudan doğruya veya dolaylı olarak ruhların bize olan etkileridir, şeklinde bir inanış.

Aslında çok yabancısı değiliz, büyü, tılsım, nazar, cinler, hocaya gidip göbeğe yazı yazdırarak hamile kalacağına inanmak ya da şifa aramak da bizim şeklimiz!

İnsanın teolojik evrimi, fetişizm (genelde cansız nesnelere karşı duyulan yoğun bir dürtü şekli) ile başlamış, sonraları iyi ve kötü ruhlardan etkilenme dönemi, çok tanrılı dönem, daha az ama daha kudretli tanrılar dönemi ve son olarak bütün güçleri birleştirerek tek tanrı dönemi şeklinde olmuştur.

Bugün Madagaskar’ın demokrafik yapısı, Malay, Endonezya, Afrika ve Arap karışımı ile Fransız, Hintli, yerel halk olarak Kreol ve Komorlular şeklindedir. Adeta Afrika-Asya ve Avrupalıların melezleştiği bir ada ülkesi olmuş.

Resmi dili Malgasça ile Fransızca olan Madagaskar’ın en önemli özelliği yaban hayatında barındırdığı canlıların %99’unun sadece burada bulunmasıdır.

Baş şehir Antananarivo ya uzun bir yolculuk sonunda gelebildik. Önce havaalanında para bozduralım dedik, geçmiş günlerimiz aklıma geldi. 200 USD verdik, adam elimize bi tomar para verdi. 1 Madagaskar Ariary’si, 3325 YTL , para küpürleri de küçük olunca paraları koyacak yer yok. Hani altı sıfırlı milyonlu paralarımız vardı ya öyle bir durum. Yolda arabayla pazarın içinden geçiyoruz kestirme olsun diye, küçük derme çalma barakalar, çok temiz olmayan durumlar, ne olduğu tam belli olmayan yiyecekler, çengele asılı rengi siyaha kaçmış etler. Hadi bakalım yolculuk başlıyor, hakkımız da hayırlısı.

İnanılmaz bir trafik arabalar yürümüyor duruyoruz. Burada mesafe ne olursa oldun sanki yürüyerek daha çabuk mu gidilir bilemedim. Kontak kapalı bekliyoruz. Anlaşılan burada trafik durumu bu. Madagaskar altı bölgeye ayrılmış ve toplamda 18 farklı etnik grup var ve bunlar hepsi farklı lisan konuşuyor ve de hepsi birbirleri ile anlaşabiliyorlar.

Sonunda akşam karanlık bastırmadan Manjakamiadana veya anlaşılır adı ile Kraliçenin Sarayı’na gelebildik. Büyük kraliyet kompleksinin bir parçası olan Kraliçe Sarayı, 17. yüzyılda Kraliçe Ranavalona için yapılmış, 1995 yılında bir yangında tamamen yanmış ve sadece duvarları ayakta kalmış.

Yorucu ve uzun yoldan sonra otelimizde Fransız mutfağından harika bir akşam yemeği, bugünü tamamladık.

**

Sabah erken trafiğe kalmadan mavi tepe ya da güzel tepe anlamına gelen Ambohimanga daki Unesco dünya mirası listesinde olan Kraliyet sarayına gidiyoruz. 22 km. yolu iki saate anca alabildik. Saray dediysek hemen ciddiye almayın, kabile başkanı ve onun yaşadığı yer gibi. Ama kralı da hafife almayın, yarı tanrı statüsünde. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de halen özel günlerde adına 12 zebu (sırtında hafif kamburu olan sığır cinsi hayvan) kesiliyor. Neden 12, kralın kraliçeden ayrı her biri farklı kabileden 12 karısı daha var ülkeyi bunlar aracılığı ile yönetiyor ve adaklar da onlar adına. 1788 yılında yüksek bir tepe üzerinde etrafı duvarlar ile çevrilmiş manzarası olan bir yer. Krallar genelde çok kısa boylu olunca kraliçe ve eşler de hepsi kısa boylular arasından seçiliyormuş.  Kralı ufak tefek ama, senede bir gün kraliçe ve bütün karıları ile birlikte çırılçıplak vaziyette havuz da zevk-ü sefa yaparmış. Adamın boyu kısa ama!… Osmanlı da bu havalardan battı zaten.

1896 yılında Fransızlar burada hakimiyeti ele alınca o dönem yönetimin başında olan kraliçeyi görevden alarak Cezayir’e sürgüne yollarlar ve burada krallık dönemi sona erer.

Saray, 64 yıl hüküm süren kral ve kraliçelerin mezarlarının da olduğu yer ve aynı zamanda ruh evi. Yerel inanç olarak geçmiş kral ve atalarının ruhlarına saygı duyuyorlar ve onların halen burada olduklarına inanıyorlar. Bu nedenle kral, kraliçe ve atalarının ruhlarının yaşadığına inandıkları evler var ve buralara onlar için yiyecek koyuyorlar. Kralın oturup yemek yediği düşünülen yere bal dökülerek ikram edilmesi, kralın ve kraliçesinin farklı seviyedeki yattığı yerler, kralın başka ruh ziyaretçilerini nasıl kabul ettiği, ruh durumlarında nasıl yemekler yendiği falan..  Çok ciddi durumlar! Yaptığın şey yasalara ve ahlaka uygun ise sana da huzur veriyorsa, mutluysan tamamdır saygı duymak gerekir. Bazı durumlarda kral ölünce kudretli kraliçeler yönetimin başına geçmiş ülkeyi yönetmişlerdir. Madagaskar tarihinde hükümdar durumunda dört Kraliçe görev almış. Bakıldığında bazı entrikalar olmuş ama iyi de yönetmişler hani. Kral Sarayı’nda bugün halen adak olarak kurban kesiliyor ve kralların ruhlarına sunuluyor.

Burada ki ilginç konulardan biride cenaze merasimleri. Biri öldüğü zaman önce kefene koyup toprağa gömülüyor, ölü veba gibi bulaşıcı bir hastalıktan ölmüş ise ez az elli yıl veya hiçbir şekilde mezar açılmıyor.  Normal bir ölüm ise yedi yıl sonra mezar açılıyor kemikler ipek bir torbaya konup tekrar aynı yere gömülüyor. Ancak kemikleri çıkartma yeniden gömme olayı ciddi ritüellik bir olay. Ailenin imkanlarına göre bir veya daha fazla manda kurban ediliyor, yemekler ikram ediliyor, hediyeler dağıtılıyor bazen birkaç gün süren bir olay. Sonuç, adamın ruhu ipekler içinde huzura eriyor ve başlıyor “bitmeyen sükunlu gece”..

Ruhlar ile ilgili hikaye çok burada. İstenildiği zaman, seçilmiş kişiler vasıtası ile atalarınızın ruhlarını çağırabilir, onlar ile konuşabilir fikirlerin ve hatta geleceğiniz ile ilgili sorular bile sorabiliyorsunuz. Tabii ki bunlar bir ritüellik bir seremoni ile yapılıyor. Atalarınızın ruhlarına yaptığınız dilek ve dualar sizin adınıza tanrıya ulaştırılıyor, siz tanrı ile doğrudan ilişkide olamazsınız. Ruhlar daima sizinle birlikte olur ve yanlış yapmamanız için sizi izler.  Burada birçok insan, inandığı bir dinin yanı sıra ruhlara da inanıyor.

Ruhlar dünyası tamamdır, şimdi dönelim gerçek hayata.

Öğle sonrası dünyada sadece burada yaşayan ve koruma altında olan lemur denilen hayvanlarını görmeye gidiyoruz. Aslında maymun cinsi hayvanlar. Mevcut olan farklı cinsleri gördük, ne yer nasıl yaşarlar, nasıl çiftleşirler tam olarak anladık. İşin zor tarafı olan dönüş yolundayız. Saatler suren trafik… sonunda gelebildik otele.

Madagaskar, başta Fransa olmak üzere bütün Avrupa’nın arka bahçesi gibi. Modeli geçmiş, eski püskü araçlar ikinci el olarak buraya satılıyor. İşte sömürge numarası böyle bir şey, bugün bile birçok şey halen Fransa’nın kontrolünde.

**

Sabah uçağı ile Madagaskar’ın batı sahilinde Morondava şehrine gidiyoruz. Hava daha sıcak, güneş daha sert. Buranın halkı farklı bir etnik grup. İfadeler, tipler, giyinme şekilleri değişti. Burada fazla vakit harcamadan dört çeker arazi araçları ile kuzeye doğru Krindy Milli Parkı içindeki otelimize gideceğiz. Yaklaşık 200 km. ancak yol çok kötü, sallan yuvarlan durumlarındayız. Yolumuz üzerinde   baobab ağaçlarının yoğun olduğu baobab vadisindeyiz. Baobab Afrika da yetişen kalın, sütun gibi gövdesi, tepesinde şemsiye şeklinde dalları, güzel değişik meyvesi olan ve bin yıldan fazla yaşayan bir ağaç türü. Bazı türleri sadece Madagaskar da yetişiyor. Gerçekten muhteşem görüntüsü olan çok ağaçlar. Fotoğraf için epey vakit harcadık, ama değdi bence. Sonra başka bir baobap ağaç topluluğu. Durduğumuz anda hemen etrafımızı bir sürü çocuk sarıyor, eller açık vaziyette para ya da olmazsa şeker, hediye. Kurtulmak kolay değil, yapıştı mı bırakmıyorlar. Yola devam, düşe kalka vardık kalacağımız yere. Karanlık bastırıyor, hızlı bir karar ile hemen gece safarisine çıkıyoruz. Böyle olunca, el fenerleri, sinek kovucular hepsi valizde. Öndeki rehber de fener, gecenin zifiri karanlığında Krindy Milli Parkında gece vakti, gece avlanan lemur hayvanlarının peşindeyiz. 109 farklı lemur çeşidinin sadece bazıları burada yaşıyormuş. Ormanın içinde öndeki fener ışığının peşinden gidiyoruz. Işık huzmesi arada bir ağaçların tepesini gösteriyor ve “işte orada lemuru gördük”.. yaşasın!  Fare lemuru, 20 metrelik ağacın tepesinde duruyor 10 cm. minicik hayvan, bu şartlarda kim görüyor kim görmüyor belli değil, “aa ben de gördüm” çığlıkları.  Kimi ısrarla görmek için yırtınıyor kimi ilk seferde gördüm deyip sıra savıyor. Etraf zifiri karanlık, burnun ucu gözükmüyor koca ormanda lemur peşindeyiz. Endişe ürperti arası bir duygu. Gece safarisini kazasız şekilde tamamladık.

**

Sabah erkenden tekrar milli parkın içinde, bu sefer gündüz avlanan lemurların peşindeyiz. Birkaç saat boyunca bu lemur denen hayvanları epey gördük. Burada gündüz avlanan lemurların neredeyse her cinsi ile tanıştık. Ne yer ne içenler, nasıl yaşarlar tamam, lemurlar ile ilgili doktora tezi hazır.

Kuzeye doğru gidiyoruz bugün zor geçecek gibi, gene bütün gün boktan yollardayız. Burada önemli bir yer ve Unesco Dünya Mirası listesinde olan Tsingy Taş Ormanlarına gitmeye çalışıyoruz. Öğleye doğru Tsiribihina nehrinden feribot ile nehrin karşısına geçeceğiz. Feribot dedik ama, arkasında kıçtan takma motoru olan sal. Arabalar balık istifi yerleşti, bizde salın üstünde arabalardan boş kalan yerlerde açık havada güneşin altında ayakta yolculuk. Bir saat sonra geldik karşı sahile. Ortalıkta bir heyecan bir hareket, sonunda bilgi geldi saat 14.00 de aynı istikamete giden bütün araçlar toplanacak konvoy halinde gidilecek. Önce tam algılayamadık ama güvenlik nedeniyle konvoyun önünde ve arkasında jandarma eşliğinde gidiyoruz.  Durum değişti, demek böyle bir sorun var. Yemekler tamam koyulduk yola, üç saat sonra bir köyde küçük bir mola, konvoy toplanıyor eksik var mı, durum kontrol. Diğer araçlar ile birlikte on araçlık bir konvoyuz. Yol tarif edilemez kötü. Yapacak bir şey yok, yola devam, karanlık bastırdı, çevrede ışık da yok insan da. Her şey şoförün inisiyatifinde. Günün sonu, hepimiz yorgun ve bitik durumdayız. Sonunda geldik Manambolo şehrine ve gene benzer süper feribot! ile karşı sahile Bekopaka’ya geçiyoruz. Tsingy Milli Parkına geldik, geceleme burada parkın içinde. Allahtan tesis güzel, keyifli akşam yemeği ve dinlenme zamanı.

**

Sabah kanolar ile nehir gezintisi, mağaralar, güzel manzaralar falan. Sonra araba ile bir saat mesafede Büyük Tsingy diye bilinen yere gidiyoruz. Sarp ve bıçak gibi keskin kayaların tepesinde geziniyoruz. Yanlış yere basıp düşersen yandın, her tarafın kesikler içinde. Muhteşem görüntü gerçekten. Buranın özelliği ve Unesco Dünya mirası yapan kriterleri ise çok önemli. 50 milyon yıl boyunca okyanuslardaki kabuklu deniz hayvanlarının kabukları ve diğer deniz hayvanlarının tortuları denizin dibinde kalın bir tabaka oluşturur. 150-200 milyon öncesinde dünyanın tektonik hareketlilik döneminde denizlerin yükselerek karaları oluşturduğu zamanda, denizin dibinde biriken bu tortu tabakaları da yükselerek buraları oluşturur. Zamanla asit yağmurları ve doğal şartlar sonucu yüzeyden itibaren aşınmalar olur ve bugünkü halini alır. Gerçekten çok güzel bir görsel oluşmuş. Çok büyük bir alana yayılmış keskin ve dik kayalardan oluşan taş ormanı. Bakınırsanız, halen etrafta birçok deniz hayvanı kabuğu ve deniz fosillerini görebilirsiniz. Buradaki turumuz tamam, birde küçük Tsingy var, orayı da görelim dedik biz heyecanı severiz. Burası ulaşılması biraz daha kolay. Oluşumların arasındaki çatlak, yarık, delik, çukur her yeri dolaşıyoruz.  Önümüzde zayıf yarım porsiyon rehberin peşindeyiz, ancak, daracık çatlaklardan geçmek, keskin kayaların arasında yürümek kolay olmuyor. Uzun bir yürüyüşten sonra kazasız belasız turumuzu tamamladık. Çok güzel keyifli ve değişik bir heyecan.

Bu kadar zorlu bir yolun sonunda beklenmedik harika bir tesis. Fransız mutfağı, güzel servis, muhteşem doğa harikası içinde bir yerde kalıyoruz. Ulaşım ciddi sorun, gözün kara değilse bu yol biraz zor gelinir. Öğrendik ki, on gün önce yaşanan bir yol kesip soygun olayından sonra burada yol boyunca jandarma eşlik ediyormuş. Buranın tek yaşam kaynağı yolu göze alıp gelen turistler.

Bu bölge de farklı bir etnik grup, kök olarak çok yıllar önce Mozambik ten gelmişler, fiziki yapıları da diğer yerlere göre farklı.

Avrupalı genç bir çiftin birbiri ile cilveleşmelerini yan gözle izleyen yerli bir genç kız takıldı gözüme. İmrenmek ile kıskanmak, kızgınlık ile isyan arası bir duygu, içindeki fırtınalar gözlerinden okunuyor. Aklından geçen “neden ben buraya seçildim, neden ben öyle değilim”, karmaşık duygular…

Büyük şehirlerin dışında sağlık ve eğitim büyük sıkıntı, ulaşım, elektrik ve su da olmayınca, ne demek lazım bilemedim, buralar işte böyle bir yerler. Bir başka açıdan, kendi sınırları içinde mutlu olmaya çalışan insanlar..  belki de  “çobanın mutluluğu dünyasının küçüklüğündendir ” lafı buralar için. Burası orta Afrika yaşam düzeni… cevabı çok zor olan insani konular..

Günün yorgunluğunu çıkarıyoruz keyifli bir akşam yemeği ile.

**

Sabah erken gene tarifi zor kötü yoldan, silahlı askerler eşliğinde, bugün dönüş yapan diğer araçlar ile birlikte konvoy halinde çıktık yola. Askerler, pantolon paçaları sıyrılmış, ayağında terlik, çantasındaki radyodan gelen müziğe bağlanmış, elindeki silaha ne kadar hakim olduğu belli olmayan yirmili yaşlarda çocuklar. Bir şey olsa önce onlar mı kaçar emin değilim. Kimse çaktırmıyor, espriler yapılıyor ancak herkes de biraz endişe ve tedirginlik var. Böyle bir durumda en kıymetli olan nedir, neyin mücadelesini veririm diye düşündüm, karım, pasaportlar, fotoğraf makinesi ve çektiğim fotoğrafların olduğu hafıza kartları. ..gerisi ikinci derece, bunlar için mücadele ederim diye düşünüyorum. Arada birkaç kısa moladan sonra öğleye doğru geldik Tsribihina’ya, buradan motorlu sallar ile nehrin karşı tarafına geçeceğiz. Ama önce kendimize güzel bir öğle ziyafeti. Önden ızgara ananas üzerinde karides harika sosu ile, ana yemek kıvamında pişirilmiş çok yumuşak zebu (inek türü bir hayvan) biftek, son olarak ıslak kek üzerine çikolata sos ve en üstünde vanilyalı dondurma ve bira, on puan, süper. Buralarda beklemediğiniz güzellikte sunum ve servis. Türkiye’de dünya para alıp da yemeğe tereyağ ile kremayı basıp lezzet verdiğini sananlar, doğru dürüst sunum, servis yapamayanlar gelsin Madagaskar da öğrensinler. Yemek keyfini dibine kadar çıkardık. Başlasın ikinci yolculuk. Bu boktan yol bitecek. Bu noktadan sonra korumalar eşlik etmiyor.

Güneşin batışını, Baobap Vadisi’nde sütun gibi kalın gövdeli baobap ağaçlarının arasından seyrediyoruz.  Bütün yorgunluklar sıkıntılar buhar oldu uçtu gitti. Tek kelime, muhteşem…Güzel fotoğraflar yakaladım, Toz torbasından çıkmış gibiyiz.

Morondava şehrindeki otelimizi yerleşik. Deniz kenarında harika bir tesis. Büyük çelişkiler yaşanıyor, otelin içindeki yaşam ile dışardaki inanılmaz tezat ve çelişkili bir durum. İki hayat arasında büyük fark var.

Morondava, Madagaskar’ın önemli yerlerinden biri, adanın batı sahilinde Mozambik kanalında. Kanalın karşı tarafı da Mozambik.

Bu gün güneşi denizden yolluyoruz dünyanın diğer taraflarını da aydınlatsın diye.. Gün bitti, tamamdır her şey, burası için fazlasını beklemek nankörlük olur.

**

Bugün Morondava’yı geziyoruz hafiften kebap vaziyeti, deniz, güneş, alışveriş günün tadını çıkarmaca.

Akşam gene güneşin batışı, pembenin bütün tonları doğanın sunduğu   günün muhteşem finali..

Ülkemin güzelliklerine, iyi günlerine, barışa ve huzura kadehimi kaldırıyorum.

Akşam yemeği; Çorba, muhteşem sunum ile tuna balığı ve tatlı. Tabakları iyice sıyırıyoruz kalmasın bir şey…

**

Madagaskar, güney yarım kürede 12 ile 32 derece güney enlem kuşağında Ekvator’a yakın bir yerde. Buralarda yılda yaz ve kış olmak üzere iki mevsim yaşanıyor. Kuzey yarım küre yaza girerken burası kışa giriyor. Yani mevsim olarak aramızda altı ay farklılık var.

Burada turizmin fazla geliştiği söylenemez. Karşılaştığımız yabancı sayısı çok az. Ülke içinde ulaşım kolay değil, iç hat uçuşları o kadar limitli ki ülkenin farklı bir yerine gitmek çok kolay olmuyor. Ayrıca uçaklar da uzun gecikmeler yaşanabiliyor.   Son birkaç yılın ortalama turist ziyaretçi sayısı 260.000.. Ağırlıklı Fransız turistlerin yeri.

**

Sabah buradan ayrılıp uçakla Antanarivo’ya sonrasında arabayla adanın kuzey doğu sahilin de Andasibe gidiyoruz. 120km. yolu dört saat diye programladık, sekiz saate aldık. Bozuk ve zifiri karanlık bir yol uzadıkça uzadı. Dağlık ve ormanlık bölgesinin ortasındayız, çevrede ışık yok, hava da soğumaya başladı. Bu gece dağların arasında Vakona Forest Lodge kalıyoruz.

**

Sabah odamızı ve tesisi keşfediyoruz. Çölde vaha, yerleşim yerinden uzak muhteşem bir yer. Rüya mı gerçek mi derken kahvaltı zamanı, harika restoran, harika servis ve yediğim en güzel omlet. Gerçekten burayı anlamak zor. Böyle bakir bir yerde sistemi nasıl ayakta tutuyorlar bravo doğrusu. Tesislerde dikkatimi çeken, sosyal alanlar, mutfak ve çevre harika, ancak odalar sanki orta düzeyde gibi.

Unesco Dünya Mirası listesinde olan Andasibe yağmur ormanlarında dolaşıyoruz, burada yetişen buraya özgü hayvan ve bitkiler ile tanışıyoruz. Başta Madagaskar’ın sembolü olan lemur cinslerinden sadece burada yaşayanları, kuşları görüp tanıştık. Öğleden sonra başka bir lemur parkı, buradakiler gelen turistlerin aşırı ilgisinden biraz yalama olmuşlar, tepemize çıkıp oturuyorlar, sonra diğer park alanı timsahlar, kaplumbağalar başka hayvanlar….

Aksam keyifli güzel yemek şömine başı muhabbet… Burada birkaç gün kalınabilirdi.

**

Sabah erkenden Andasibe’den ayrılıp doğuya adanın Hint Okyanusu sahiline gidiyoruz. Doğuya gittikçe şartlar biraz daha iyileşiyor sanki. Öğle üzeri Rasoabe den tekne ile mangrove ağaçlarının olduğu orman içindeki nehirde keyifli bir yolculuk. Mangrove ağaçlar, hem derine hem de yanal olarak geniş bir alana köklenen güçlü ağaçlardır.  Mangrovelar, diğer ağaçların köklerine de sıkıca sarılarak deniz veya göllerde yaşanan gel-git ve tsunami gibi olaylar karşında toprağı sıkıca tutar ve erozyona karşı büyük ölçüde direnç sağlar. Bu sayede nehir yatağı genişleme yerine dibe doğru derinleşir. İşte böyle ağaçların olduğu Pangalane kanalından geçerek göl kenarındaki otelimize geldik. Ormanın içinde gene lemurlar ile birlikte bir durum.

Göl kenarından yürüyoruz yerli kabilenin içine düştük, önce hafiften tedirginlik ..  Güneş, bütün güzelliğini sergileyerek bugün de uykuya geçmek için gözden kayboluyor. Olağan üstü renkler. Ekvatora yakın bölgelerde güneşin doğuşu ve batışı hep muhteşem olur, seyre doyamazsınız.

Tesislerde elektrik enerjisi jeneratör ile sağlanıyor, böyle olunca hava karadıktan bir süre sonra elektrik kesiliyor, tabi ki kısıtlı olan internet de olmuyor. Dünya bağlantımız koptu..

Akşam yerli kabilelerin dans gösterisi.

**

Orman içinde kalıyorsanız, çevrenizden bazı sesler gelmeye, kuşlar ötmeye başlıyor ise bilin ki tabiat ana uyanıyor demektir. Siz de uyanın, güneşin doğuşundaki zarafeti, asilliği, güzelliği, endamlı yükselişini, yeniden doğuşunu seyredin ki o muhteşem renkler, o güzellikler, parlayan ışık gününüzü aydınlatsın gönlünüze ışıklar saçsın..

Sabah orman içinde gezinti, birkaç gün önce lemur görmek için yırtınıyorduk burada tepenize atlıyorlar, elimiz ile besliyoruz. Aslında 109 farklı cins lemur var, her cins sadece kendi bölgesinde yaşıyor, başka bir bölgeye götürdüğünüz zaman ölüyorlar. Yani bütün lemur cinslerini görmek isterseniz, bütün Madagaskar’ı dolaşmanız gerekir.

Vanilya nasıl bir bitki nasıl yetişir, nasıl işlenir, kakao ağaçları nasıldır hepsi hakkında bilgi tamam. Dünyada vanilya üretiminin en fazla olduğu yer. Madagaskar.

Kahvaltı sonrası, “insan gücü ile yapılmış” anlamına gelen Pangalane kanallarında tekne ile kuzeye doğru gidiyoruz. Yolda bir köy ziyareti, sahile çıkınca herkes etrafınızda, bir şey satmak isteyen, para isteyen çocuklar, neyse köyden birini bulduk onunla dolaşıyoruz. Zor hayatlar, belki de ibret almak lazım.

Mangrove ağaçları ve başka her cins ağaçlar olan orman içinden geçiyoruz. Fransızlar sömürge döneminde Çin’den getirdikleri işçiler ile sahile yakın olan bir sürü gölü kanallar ile birbirlerine bağlamışlar. Böylece okyanusun büyük dalgalarından korunarak gazabına uğramadan küçük tekneler ile denize paralel istikamette taşımacılık yapıyorlar. Kanalların toplam uzunluğu birkaç yüz km. den fazla. O döneme göre büyük proje.

Dört saatlik bir yolculuktan sonra Tamatave şehrine geliyoruz. Adanın Doğu sahillerindeyiz, buralar batıya göre daha yeşil daha verimli topraklar. Burası Madagaskar’ın ikinci büyük şehri ve en büyük ticari limanı burada. Yani ekonomik olarak da diğer yerlere göre daha iyi gibi.

Buradan bizi bekleyen araçlar ile yolumuza devam, yollar asfalt gibi ama delik deşik 60 km. yolu yaklaşık dört saate alırız diye çıktık yola. Hoplaya zıplaya gidiyoruz, macera devam ediyor yolda köprü çökmüş araçlar geçemiyor. Hava karanlık, araçtan indik etrafınızı yardım! etmek isteyen sürü adam toplandı. Allahtan rehber becerikli oğlan bütün valizler araban indirildi, yarısı yıkılmış köprüden yürüyerek geçip başka bir araç ile Mahambo şehrine gidiyoruz. Macera artan şekilde devam. Yağmur bastırdı, gittikçe hızlanıyor…gecenin ilerleyen bir yerinde Soanierono  da otele varabildik.

Günün yol sıkıntısı içimizi biraz kararttı doğrusu, böyle olunca gecenin köründe geldiğimiz yer hakkında hiç bilgimiz yoktu. Sabah kapıdan kafamı uzatınca, gözlerime inanamadım.  Cennet. Hint Okyanusu sahilinde inanılmaz yeşillikler içinde muhteşem bir yer. Hemen fotoğraf makinasını kapıp milyonlarca defa çektiğim güneşin doğuşunun dayanılmaz güzelliğini tekrar tekrar çekiyorum. Sabah ilk kahvemi bu güzelliklere karşı keyifle içiyorum. Çok güzel bir tesis ancak odalar için aynı şey söylenemeyebilir!

Kahvaltı sonrası tekne ile Saint Marie adasına gidiyoruz. Sabah 9.00 da kalkacak tekne 13.00 de kalktı. Böyle bir şey. Okyanususun ortasında küçük bir ada, burası keyifli tatil yeri. Şansımıza yağmur bastırıyor, son birkaç gün böyle imiş, mayolar elimizde ümitliyiz. Bugün hafif kebap vaziyeti ile geçti. Saint Marie adası, kambur balinaların üreme yerlerinden biri. Bu dönem bütün okyanuslardan buraya gelip toplanıyorlar. Balina turları yapılıyor, göremezseniz paralar iade, yani kesin göreceksin. Bu nedenle epey turist şimdiden gelmiş. 12 Temmuz balina festivali var, bir yıl önceden bu tarihte bütün oteller dolu.  Özellikle o tarihlerde adanın etrafı büyük sayıda kambur balina buralara geliyormuş. Çok güzel bir görsel şölen oluyordur mutlaka.

**

Gece fırtına ve kuvvetli yağmur. Sabah hava biraz topladı. Saint Mariae adası geçmişte uzun süre korsanlara yataklık etmiş, bu nedenle korsan adası olarak da biliniyor. Bugün 26 Haziran, Masagaskar’ın bağımsızlık günü. Sabah resmi geçitler törenler falan. Gidelim bakalım görelim buranın protokol zevatında kimler var, belki tanıdık çıkar! Önce konuşmalar sonra askerlerin geçişi, uyum falan hak getire, herkes bi havada yürüyor. Bazı kuruluş ve okullar ayaklar çıplak, parmak arası terlik, mevcutta ne varsa onunla yürüyor. En rütbeli asker abinin konuşması, üniforma düğmeler açık, cep telefon elde konuşuyor, başkan da aynı havalarda efeler diyarı gibi. Gene de gayet güzel mevcut şartlarda hazırlanmışlar. Buraya göre epey seyircide var. Başka yapacak bir işte yok zaten. Böylece bütün ada halkının çoğunu toplu halde görmüş olduk. İnsanlar en cici giysileri ile gelmişler. Arada bir sağlam yağmur bastırıyor.

Hava durumları böyle olunca ayarlama yapıp buradan bir gün önce ayrılıp, Antananarivo ya gidip başşehri gezmeye karar verdik. Saint Marie ada ziyaretimiz biraz kısa oldu.

**

Sabah erken, tanıdık bildik bir ses duyuyorum, önce tam yakalayamadım ama ezan okunuyor. Sabah kahvaltı sonrası, yakındaki camiyi ziyaret ediyoruz. Bu bölge ağırlıklı olarak kuyumculuk, altın ve mücevherat işi ile uğraşan Hintli ve Pakistanlı Müslümanların yaşadığı yer. Belli ki altın ve kuyum işi Hintlilerin elinde. Ziyaretimiz tamam çok temiz olmasa da camiyi gördük.

Bir şehri tanımanın yollarından biri baharat çarşısına veya halk pazarı ile zengin kesimin yaşadığı yerlere gitmektir. Önce halk pazarı, sebze, meyve, et, tavuk oyuncak gibi her şeyin satıldığı yer. Buranın ortalaması toplumun genelini tarif eder. Sonuç, mütevazi ve geçim sıkıntısı yüksek gibi. İnsanlar kaderlerine razı olmuşlar, belki öbür dünyada rahat ederler! Her fırsatta üzerinizde yüzük, küpe, altın kolye olmasın, yanınızda fazla para taşımayın, ceplerinize çok dikkat edin ikazları.  Şoföre, burada zenginlerin yaşadığı yerlere gitmek istediğimizi söyledik önce çok anlam veremedi ama uzlaştık. Burası onun için de farklı bir yer. Bariyer kontrolu olan bölge, girişte güvenliğin hafifçe süzgün bakışları sonrasında içerdeyiz.  Çevre de muhteşem yapılar koca evler. Araba markaları insanlar, kıyafetler bir anda değişti. Vay be 50 metre içinde bu kadar büyük fark mı olur. Girişin iki tarafı arasında yüz yıl standart farkı var. Birkaç resim çekelim dedik, hoop resim çekemezsin, güvenlik yetişti, yok hatıra falan uzatmanın anlamı yok, kapattım fotoğraf makinesini ama adam peşimizden, ayrılmadı, takipteyiz. Burası zengin, varlıklı kesimin yaşadığı bölge, güvenlik önemli.. Her türlü koruma mevcut. Kafeler, sinema salonları, sosyal tesisler, restoranlar, marka satan mağazalar her türlü sosyal aktivitesi olan yaşam bölgesi. Kafelerde genç çocuklar oturuyor, hepsi marka giyim vaziyetleri. Böyle birkaç bölge varmış, şehrin ileri gelenleri politikacı, iş adamları gibilerinin yaşadığı. Bir ülke ne kadar yoksul ise mutlaka bunları sömüren kaymağını yiyen imtiyazlı bir grup vardır. Zaten yoksulluğu körükleyen de bu sosyal dengesizlik, derin sınıf farklılığı değil mi? Şık bir kafede güzel bir kahve, doğrusu iyi de geldi. Dolaşıyoruz etrafı, güzel bir kompleks. Tamamdır gidiyoruz artık. Buranın gerçekleri; yoksulluk ve çaresizliğin, kader ile kederin savaşı, kim kazanırsa kazansın değişmeyen sonuç. Madagaskar’ın gerçek dünyası. Sömürü düzenin gerçek yüzü. Emperyalizm ile yandaşlarının iş birliği, canım vatanımın da verdiği mücadele.

Şehir turuna devam, büyük mağaza ve alış veriş yerleri ve bunların önünde bahçesinden topladığı üç sebzesini satıp yaşamaya çalışan insanlar..

Madagaskar da iç hatlarda uçuş alacaksanız, devamlı olarak uçuşunuzu takip etmeniz gerekir. Uçaklar da 4-5 saatlik gecikmeler, erken kalkmalar veya iptaller olabiliyor. Burada “maybe airways” yani  “belki havayolları” ile uçtuğunuzu unutmayın. Böyle olunca yaptığınız programda sıkıntılar yaşanabiliyor.

Afrika, Hindistan ve Uzakdoğu ülkelerine gittiğiniz zaman, kolonyal devletler, sömürge, sömürgecilik, müstemleke lafları ile hep karşılaşırız. Peki nedir bu düzen, nasıl bir dümendir? Sözlük anlamı; Bir devletin kendi ülkesinin sınırları dışında egemenlik kurarak yönettiği, ekonomik veya siyasal çıkarlar sağladığı ülke, sömürülen ülke.

  1. yüzyıl başlarında sanayi devrinin başlaması yeni coğrafyaların keşfine zemin hazırlar. Avrupa kıtasında birbirleriyle sürekli savaş hâlindeki devletler büyümek, zenginleşmek ve daha güçlü olmak için yeni kaynaklar bulmak amacıyla önce G.Amerika kıtası donra da uzak doğuya yönelirler. Osmanlı İmparatorluğu’nun güç kaybetmeye başladığı dönemde, yeni topraklar arayışında olan Avrupa devletleri Afrika ile ilgilenmeye başlarlar. Böylece, G.Amerika, Hindistan ve Uzakdoğu’da olduğu gibi Afrika’nın pek çok yerinde büyük ekonomik çıkarların söz konusu olduğu bir paylaşım mücadelesi başlar. Portekiz, İspanya, Hollanda, Danimarka, Belçika ve Almanya’nın önünde özellikle İngiltere ile Fransa batı uygarlığının temsilcileri olarak kıta Avrupa’sında sürdürdükleri savaşları bu bölgelerde de devam ettirirler. Ayrıca endüstrinin gelişmesi, nüfus artışı, hammadde kaynaklarına ve yeni pazarlara olan ihtiyaç, ülkeleri Avrupa dışına çıkmaya zorlamıştır. Bu nedenle sömürgeler kurma fikri giderek yaygınlaştı. Bunun yanı sıra kiliselerde, mal yerine inanç tohumları satmak, Hristiyanlığı yaymak için sömürgeciliği maddi ve manevi olarak şiddetle desteklemişlerdir. Misyonerlik faaliyetleriyle birlikte yürütülen dil ve kültür politikası da sömürgecilik faaliyetlerinin önemli bir halkasını oluşturmaktadır.

Bazı durumlarda sömürgeci ülkeler, kontrol altına aldıkları ülke vatandaşlarına, vatandaşlık verirler. Ancak bu sömürgelerde seçilen milletvekilleri aralarında birkaç melezin dışında buralara yerleşmiş kendi vatandaşlarından oluşur. Böylece yönetim, toplumun kendi yerel dilleri dışında Avrupa dilleri ile eğitim ve öğretim yaparak orayı kültürel olarak da kontrol altına alır.

1575 yılından itibaren 1881’e kadar resmen Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti olan Tunus, 1881’de Fransızların idaresine geçmiş ve 1956’ya kadar bu durum devam etmiştir. Aralıksız üç yüzyıldan daha uzun bir süre Osmanlı eyaleti olmasına rağmen Osmanlı Devleti’nin mirası olarak Türkçe Tunus’ta hiçbir zaman konuşulan bir dil olmamış ve kültürel miras da bırakılmamıştır. Buna karşılık 75 yıl gibi kısa bir süre için Fransızların elinde kalan Tunus’un her bölgesinde bugün bile Fransızca, eğitim ve öğretim dili olarak kullanılmakta, sokaklarında konuşulmakta ve ülkede Arapçanın yanında resmi dil olmuştur. Bu şartları Fransızlar Tunus’ta Türklere karşı düşmanlık duygularını körüklemek için de kullanmışlardır.

İngiltere, Fransa, Belçika, Almanya ve Danimarka’nın, Afrika’yı paylaşım sürecinde yerli halka yapılan muamele, zulüm ve katliam insanlık tarihini dehşete düşürecek boyutlarda olmuştur.

Avrupa ülkeleri Hindistan, Afrika ve G.Amerika halklarını medeniyetle tanıştırmanın karşılığını insan ticareti, altın, gümüş, elmas, petrol, vb olarak fazlasıyla almışlardır. Müstemleke ülkeler altın ve gümüş rezervinin çok önemli bir kısmını, sanayi hammaddesini, baharat ve petrol ihtiyacını ve iş gücünü bu ülkelerden sağlamıştır.

Fransa, günümüzde kendisine bağlı sömürge alanlarının çok büyük bir kısmını kaybetmesine rağmen, bugün halen tamamının yönetiminde doğrudan olmasa da önemli oranda söz sahibidir. Bu ülkelerden çekilmeden önce, bütün bu ülkelerin resmi dili Fransızca olmuş, iktidar Fransız kültürünü benimsemiş ve Fransa’ya tabi insanlara bırakılmıştır. Bu ülkeler doğal olarak, ekonomik açıdan da Fransa’ya bağımlı kalmışlardır. Günümüzde buFrankofon (Fransızca konuşan ülkeler anlamında kullanılan bir sözcük) ülkelerin teknolojik ihtiyaçlarını önemli oranda Fransa karşılamakta din, dil, eğitim ve kültür bakımından ise önemli bir kısmına model ülke olmayı sürdürmektedir.

Peki, Madagaskar da durum nedir;

İkinci Dünya Savaşından sonra, Madagaskarlılar bağımsızlık için çetin mücadeleye girişirler. 1947’de ayaklanma başlar, kısa bir müdahaleden sonra isyan 90.000 kişinin öldürülmesi ile kanlı bir şekilde bastırılır.

Madagaskar, 26 Haziran 1960’ta bağımsızlığını ilan eder. 10 yıllık şekli bir bağımsızlıktan sonra hala ülkede 50000 Fransız askeri bulunuyordu. Yabancı yatırımların üçte ikisi, ihracatın dörtte üçü, ticari değere sahip bitkilerin yarısından fazlası Fransız ithalat-ihracat şirketlerinin elinde idi. Kurak ve fakir olan güneyde 1972 başlarında, 100.000 öğrenci, yabancı ekonomik hakimiyete son verilmesi için boykot yaparlar. Boykot bastırılır fakat Mayıs 1972’de başşehirde yeni kargaşalıklar baş gösterir ve hükumet iktidarı ordu komutanına devreder. 1972-1975 yılları arasında geçici bir hükumet ile yönetilen Madagaskar, 30 Aralık 1975’te Demokratik Madagaskar Cumhuriyeti’ni ilan eder ve geniş bir devletleştirme politikası başlatılır. Önce Fransız askerleri ülkeden çıkartılır. Hükumet, devletleştirme politikası ile, Fransız iktisadi kuruluşlarının kontrolü altında olan sanayinin %35’ini, ihracatın %78’ini, ithalatın %60’ını, bankacılığın ve sigortacılığın tamamını devletleştirir.

Bu tarihten itibaren Fransa ve Avrupa ülkeleri, Madagaskar’a bütün yardımları birden keser her türlü ambargo politikası uygular. Kaynaklarını verimli şekilde işletemeyen ülke büyük çıkmaza girer ve ekonomik ve sosyal alanda sıkıntılar başlar.

1991 senesi başlarında başlayan iç karışıklıklar yüzünden olağanüstü durum ilan edilir ve bir süre sonra sosyalistlerin kurduğu hükumet istifa eder, meclis ve Yüksek Devrim Konseyi feshedilerek, Fransızların desteklediği Yüksek Devlet Organı kurulu tarafından yürütülmeye başlar. Bugün toparlanma çalışmaları sümekte ancak Fransız emperyalizmin baskısı altında sonuca ulaşmakta zorlanmaktadır.

Madagaskar halkının, %50 si okur yazar ve nüfusun %85 i kırsal kesimde yaşar. Şehirlerin dışında birçok yerleşim yerinde ulaşım ciddi sorun, elektrik ve su yok, eğitim ve sağlık herkes kendi başının çaresine bakıyor.  Böyle olunca insanca yaşam startlarında ciddi sıkıntılar görülmektedir. Özellikle çoğunluğun yaşadığı kırsal kesimde üçe üç metre boyutunda kulübeler ve içinde sadece yerde bir yatak.  Bütün ihtiyaçlar dışarıda… Afrika standartlarında bir yaşam.

Kahve, vanilya, kabuklu deniz ürünleri, kakao ve petrol ürünleri adanın başlıca ihracat ürünleri. Madagaskar dünyanın en büyük vanilya üreticisi.

Sadece doğanın rengi, sesi ve canlılığı size heyecan veriyorsa, bozulmamış denizi, ormanı yaşamak ve burada yaşayan binlerce çeşit bitki ve hayvan sizin için önemliyse burası doğru yer.

Sömürgecilik ve Madagaskar’ın kısa hikayesi ..

Sabah erken buradan ayrılıyoruz.

 

Sevgilerimle

Hayrettin Kağnıcı

www.hayrettnkagnici.com

Haziran 2018

 

 

 

 

 

 

 

 

 

error: iletişim : hayrettin@ozka.com