İspanya

MADRID

İber Yarım Adasında bulunan ve 17 özerk eyaletten oluşan eski ile yeniyi birlikte yaşayan sıcak insanların ülkesi İspanya’ya gidiyoruz.

Madrid Havaalanında bizi karşılayan araba ile kocaman kapılı eski bir yapı olan otele gelip odalarımıza yerleştikten sonra çevreyi tanıma turları. Bir Amerikan seyahat firması tarafından organize edilen esas programa biz üç gün sonra katılacağız. Yani doya doya Madrid… Otelimiz Puerta del Sol meydanına çok yakın. Burası şehir merkezlerinden biri, her keseye her kafaya göre bar, kafe , restoran eğlence yürüme mesafesinde. Gecesi de gündüzü de çok keyifli.. Akşam, günün yorgunluğu şerefine payella yemeye karar verdik. ‘Restaurante La Barraca’ ya geldik. 1935 yılından beri ve en iyi payella restoranlarından biri. Her şey çok güzeldi…
**
Kraliyet Sarayı Palacio Real’i (Royal Palace) gezdikten sonra yakındaki Catedral De La Almudena ziyareti ve sonrasında 85 bin kişilik Real Madrid stadyumuna kadar geldik. Şehrin tam orta yerinde, koca koca binalara bitişik kocaman yüksek kompleks. Giriş 16 €, Allahtan akıl edip aynı paraya müze ve metro kartları aldık da her şey uygun oldu. Yoksa müze, saray girişleri iyi para. Yılda bir milyon kişi ziyaret ediyormuş burayı, yani neredeyse her yıl bir futbolcunun transfer parsı buradan çıkıyor. İçeride Real Madrid müzesi, kupalar takımın tarihini anlatan gösteriler, spor mağazaları.. Stadın soyunma odaları dahil her yerini gezdiriyorlar, görülmeye değer.
Tarihi restoranlara alıştık. Restaurante Casa Alberto. Burası da 1827 yılında kurulmuş ve hala devam ediyor. Meşhur olmasının bir diğer sebebi de matadorların sık geldiği yerlerden biri. Duvarlar bilinen matadorların resimleri ile dolu.
Gece, sokaklar meydanlar dolu. İnsanlar yiyor içiyor eğleniyor.
**
Madrid de Real Opera (kraliyet opera binası) binası önemli yerlerden biri. Kralın locasından VIP fuaye salonlarına kadar her yeri gezdik. 200 yıllık, eski geleneksel klasik stilde bir yapı. Gerçekten müthiş. Burada konsere gitmeyi çok isterdim. Belki bir gün inşallah. Bu gün sanat günümüz, Thyssen müzesi. Dünyanın ünlü ressamlarının eserlerinin sergilendiği güzel büyük bir yer. Sonrasında kahve molası iyi geldi.
Eski tarihi geçmişi olmayan restoranlara gitmiyoruz artık, havamız bu, ukalalık diz boyu!. Bu akşam dünyanın en eski restoranı Botin’e geldik. Kuruluş tarihi 1725. Kapısında, menüler de ” earliest restaurant in the world” yazıyor, inanıyoruz. Güzel şarap ve keyifli yemek ve iyi para.. Madrid’de yüz yıldan eski mağaza ve restoranlar sayısı az değil. Değişik atmosfer içinde tarihi kokuyu algılıyorsunuz. İşi, bu güne kadar sürdürebilmek de başarı. Yemeklere gelince, şahsen o mekana özgün, geleneksel bir yemek bekledim. İyi bir restoranda olan standart menü. Şaka gibi neredeyse 300 yıllık geçmişi var. Kimler gelip gelmiştir. Böyle yerlere rezervasyonu da aylar önceden yapmak gerekiyor. Gecenin sonunu güzel bir kahve ile noktaladık.
**
Pazar günleri bir çok yerde bit pazarı kurulur ve genelde yerli halkın uğrak yeridir. Biz de Madrid de düştük bit pazarının peşine. Çok enteresan gelmedi, çoğu yeni şeyler, kısa bir tur tamamdır.
Öğleden sonra Centro de Arte Reina Sofia (Kraliçe Sofia Ulusal Sanat Merkezi Müzesi). 18. yüzyılda yapılmış. Burada görülebilecek en ünlü eserlerden biri İspanya iç savaşını anlatan Pablo Picasso’nun “Guernica” isimli eseri ve 20. yüzyılın en ünlü resimlerinden biri olarak bilinir. Picasso’dan Dali’ye kadar büyük ustaların resim sergisi. Tam olarak gezmek isterseniz üç gün yetmez. Müthiş.
Bu gün önemli, akşam boğa güreşine gideceğiz. Biletler çok önceden alındı. Zamanında yerimizi almamız lazım.
Ortası yuvarlak koca arena. Önce müzik eşliğinde matadorlar, matador yardımcıları “lidia” atlar ..gösteride bulunacak herkes ortada bir boy gösterdi. İşaret ile birlikte koca boğa açılan kapıdan fırladı, ortada deli gibi koşuyor, belli içerde epey kızdırmışlar. Önce, geleneksel kıyafetler içinde matador yardımcılar hayvanın etrafında ellerindeki pelerini sallayarak yormaya başladılar. Aslında işin ağırlığı onlarda. Üzeri zırh gibi korunaklı bir örtü ile kaplanmış, gözleri bağlı bir atın üzerinde, elinde kargı olan adam ortalarda dolaşmaya başladı. Boğa atı görünce döndü tam gaz hayvanın üzerine..güm..valla atın havalandığını gördüm. Koruyucu zırh olmasa at kesin ölmüştü. Tam o anda atın üzerindeki, elindeki kargıyı boğanın ense köküne kanırta kanırta bastırarak sokmaya başladı. Muhtemelen sinirlerin geçtiği ve ana damarların olduğu yer. Boğa hafif paralize vaziyette..Artık esas oğlan matador gösterişli kıyafeti ile ortada. Kırmızı pelerini sallayarak kıvrak hareketleri ile koca boğa ile dans ediyor sanki. Her fırsatını bulduğunda ensesine yeni bir kılıç saplıyor. Kılıçların ucu balık oltası gibi, ucunda ters kıvrımlar olduğu için saplandığı yeden çıkmıyor. Hayvan artık tam olarak paralize durumda. Koştukça ensesinden fışkıran kanlar, sırtında saplanmış kılıçlar ile çıldırmış durumda. Nefesini duyabiliyorsunuz koca stadın ortasından. İşte bu durumda boğa matadoru denk getirebilse Allah yarattı demez kötü oyar…hayvan kızgınlığın zirvesinde. Matador gerçekten çok kıvrak ve ustaca hareketler ile boğanın saldırılarını savuşturuyor. Arada bir ortaya çıkan yardımcılar ile hayvan iyice şaşırmış vaziyette. Muhtemelen çok net görmüyor sadece sese yönleniyor. Her kıvrak harekette bütün arena hep bir ağızdan ’oley’. Hayvan koştukça sırtında bir sürü sallanan renkli kılıçlar. Matador artık son hamleye hazırlanıyor. Son kılıcı da son derece kıvrak hareketle hayvanının ensesine sapladı. Gerçekten ustalık ve tecrübe istiyor, yanlış veya zamanında yapılmayan hareket matador için bulutların üstüne yolculuk demek.. Koca hayvan artık bitik vaziyette, kendini korumaya çalışıyor. .son bir gayret..olmadı dizlerinin üzerine çöktü bir süre sonra da yığıldı kaldı. Son darbe, matador elindeki uzunca bir kamayı hayvanın can noktasına saplayarak işi noktaladı. Arena alkış kıyamet. Koca boğa gelen bir çift atla boynuzlarından çekilerek götürülüyor. Peş peşe üç gösteri daha seyrettik, üç gösteri daha var, belki en önemlisi en son olanıydı, ancak hanımlar da isyan başladı. ‘Bu kadar vahşete daha fazla dayanamam, biz gidiyoruz siz kalın seyredin’.deyip kalktılar…bizde..
Vahşet mi?..gerçekten vahşet, gözünüzün önünde bir hayvanı sırf zevkinizi tatmin için acı çektirerek öldürmek ve bundan da keyif almak. Açıklaması zor, ancak, çok büyük paralar yatırarak nasıl daha fazla insan öldürürüz diye geliştirilen teknolojik silahları yapanlar, ateşlediği füzeler ile binlerce insanı öldürenler, sadece ekonomik çıkar adına terör örgütü yaratarak binlerce insanın ölümüne sebep olanlar daha mı az vahşi. .. zor dünya. .

Önceleri savaş talimi olarak başlayan, 12. yüzyılda kralların taç giyme töreninde soyluların güç gösterisi olarak at üzerinde boğaya meydan okumalarıyla devam eden bu gelenek, 18. yüzyıldan itibaren arenalarda boğa ile matadorun yüz yüze geldiği bir gösteriye dönüşmüş. Bazı bölgelerde vahşet olarak yasaklanırken, bazı yerler bunu spor olarak görüp ekonomiye dönüştürmüş. Boğa güreşlerinden dolayı yılda dönen paranın bir milyar Euro’yu bulduğu söyleniyor. İspanya’da futbol dışında hiçbir etkinlikte bu kadar para dönmüyor.
İspanya’nın kuzeyindeki Pamplona kentinde her yıl Temmuz ayında yapılan, akşam arenaya çıkacak boğaların sabah erken saatte insanlarla birlikte sokakta koşturmasıyla ün alan San Fermin Festivalinin kente sağladığı ekonomik kaynak 21 milyon Euro olarak hesaplanıyor. Görüldüğü gibi hiçbir şey paradan önemli değil!!. Kalan sağlar bizimdir.

**
Bu sabah Amerikalı grup ile buluştuk, önce şehir turu ve Prado müzesi. Burası da dünyanın en önemli sanat galerilerinden biri. Envanterinde bulunan 7 bin değerli eserlerin ancak 2 bini aynı anda sergilenebiliyor. Diğerleri dönüşümlü olarak gösterime sunuluyor. Müze rehberi eşliğinde dolaşıyoruz. Resim ve ressam hakkında bilgilenince eserin değeri çok daha iyi anlaşılıyor. Resim ve güzel sanatlar ile ilgilenenler burada sıkılmadan rahatlıkla bir hafta geçirebilir. Çok keyif aldım. Muhteşem, görülmesi gereken bir yer.
Madrid de son geceyi keyifli bir restoranda noktaladık. Burada birçok bar ve restoranın ortalama yüz yıllık tarihi var. Hepside güzel.
İspanya’nın baş kenti Madrid, tarihi dokusu, yolları, meydanları, geçmişi ile sanat ve kültür şehri.
**
Unesco Dünya Mirası listesinde bulunan Toledo’ya öğlene doğru geldik. İspanya’nın ortasında Kastilya-La Mancha bölgesinin merkezi, üç yanı Tajo Nehriyle çevrili, İspanya’nın eski başkenti, şövalyeler şehri. Daracık sokakları, Müslüman, Hıristiyan ve Musevi, üç semavi dinin kültürlerinin devam ettiği İspanya da ki dini merkezlerden biri Toledo. İnişli çıkışlı yollarında tarihin kokusunu hissedebiliyorsunuz. Ülkenin 3. büyük Katedrali, dönemin ünlü İspanyol ressamlarının eserleri ile muhteşem. Çok güzel özgün bir yer.

Cervantes’in bir çok hikayesini yazdığı Puerto Lapice şehrinde bir ara mola ve akşama doğru Endülüs eyaletinde Cordoba ya geldik.. Burası Unesco Dünya Mirasi listesinde ve İspanya’nın rüya şehirlerinden biri. Romalılar tarafından kurulan ve 8. yüzyıldan itibaren uzun süre Emeviler’in hakimiyetinde kalan şehirde İslam sanat ve kültürünün derin izlerini görmek mümkün.. Geniş caddeler, modern binalar, düzgün şehir, Gran Capitan Bulvarı’nda yürürken bir anda kendinizi kale içinde eski şehirde buluyorsunuz. Sanki filim platosu gibi. Roma, Arap ve İspanyol mimarisi ve kültürünün iç içe olduğu yer. Binlerce yıl önceki tarihin içinde yaşıyormuş gibi. En önemli yerlerden biri, dünyanın 3. büyük cami/kilisesi Mezquita. Önce
20. 000 kişilik cami olarak inşa edilmiş, sonraları İspanyollar tarafından daha da büyütülerek kiliseye çevrilmiş. Bu gün halen Katedral olarak çalışmakta. Çok az örnektir camiden kiliseye dönüştürülen dini yapı. Her dinin ve onun yarattığı kültür izlerini görmek mümkün. Keyifli sakin huzurlu bir yer.
Grupta Küba’dan Amerika ya göçmüş iki çift ile yakınlaşıyoruz. Türkiye ye hiç gelmemiş ama hayranlar. Türkiye de oynayan televizyon dizilerinin inanılmaz şekilde takipçisi. Oynayan oyuncuların isimleri, özel hayatları, çocuklarının isimleri her şeyi biliyorlar. Akşamları evlerinde Türk çayı demleyip yanında pasta börekler, bizim pazar kahvaltıları gibi pazar keyfi, Türk kahvesi, baklava….hepsini bizim dizilerden görüp öğrenmişler. Bu yüzden hafif büyük beden olmuş gibiler sanki! Bu kadar Türkiye hayranı olunca en üst düzeyde memleketimize davet ettik, gelecekler. Gelsinler, çok kolay, geçmiş dizilerin kasetini koyduk mu tamam, zaten her dizi 185 bölüm! olduğu için vakit geçer.
Akşam Sevilla’dayız.
**
Sevilla, Endülüs eyaletinin baş şehri.
.Endülüs, 711-1492 yılları arasında İber yarım adasında Arapların etkisi altında bulunan bölgelere verilen isimdir. 8.yüzyılda Tarık Bin Ziyad, Kuzey Afrika’dan boğazı geçerek buraları istila eder ve savaşta ricat olmaması için de kendi gemilerinin tamamını yakar. Dönüşü olamayan anlamında kullanılan ‘gemileri yakmak’ deyimi de işte buradan gelir. Buraya da ‘Cebeli Tarık Boğazı’ diyerek kendi adını verir.. Bu dönem Endülüslerin en parlak dönemi olarak bilinir. Cordoba şehri, geçmişte Bağdat ve Kahire’den sonra dünya’nın üçüncü önemli bilim merkeziydi.
Turumuza, 1929 yılında birçok dünya devletinin kendini ve kültürünü tanıtmak için katıldığı Expo 29 Uluslar arası Dünya fuarının yapıldığı çok büyük park bahçe alanından başlıyoruz.. Ülkeler o dönemde kendilerini tanıtmak için yaptırdığı kocaman binaları daha sonra, okul, hastane, üniversite, konsolosluk gibi hizmetlerde kullanılmak üzere bağışlamışlar. Görülmeye değer,
Burada ki en önemli yerlerden biri de Sevilla Katedrali. Burası da önce cami olarak yapılmış, zaman içerisinde yıkılmalar başlayınca ve de 1423 yılında Arapların buradan ayrılmasıyla tamamen yıkılıp yerine kilise inşa edilmiş.. Avrupa’nın en büyüğü olan Sevilla Katedrali 105 yılda tamamlanmış. Kristof Kolomb’un mezarı da bu katedral da bulunuyor. Gerçekten çok güzel, ne kadar detay, ne kadar ince işler görmek lazım.
Hava 40 dereceye yakın. Sıcakta her şey zor. Bizde hafif siesta yaptıktan sonra eski şehrin sokaklarında volta atıyoruz. Bir kaç kilise ziyaretinden sonra harika bir akşam yemeği ve beklenen an geldi. Los Gallos da flemenko dans gösterisine gidiyoruz.

Flemenko, esasta Endülüs bölgesinin kültürü. Toplum dışına itilen Çingenelerin hırs, şefkat, özgürlükleri, isyanları, acıları, mutsuzluklarını ifade ettikleri dans. Flamenko’daki sert duruşlar, keskin ifadeler hep bunları anlatır.
Küçük bir salon, özgün ve karakteristik müzik eşliğinde harika dans gösterisi. Sert ve keskin kıvrak hareketler. İşte, Endülüs’de raks….

…Yahya Kemal Beyatlı Cumhuriyet yıllarında İspanya’ya atanan ilk büyükelçi olmuştur. Şair ve edebiyatçı olan Beyatlı, sanata yakın güzel hanımlara olan düşkünlüğü ile de bilinirdi. Zamanında Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım ile de yaşadığı aşk çok konu olmuştur. Bir seferinde Nazım hikmet, kendisine şiir dersi vermek için eve gelen Yahya Kemal’in cebine koyduğu kağıda “hoca olarak geldiğin bu evden babam olarak çıkamazsın” diye yazarak konudan rahatsızlığını belirtmiştir. Beyatlı, İspanya günlerinde, Sevilla da sık sık gittiği bir gece kulübünde Elena isminde bir dansçı kıza aşık olur ve o’na ithafen “Endülüs’te Raks” şiirini yazar;

Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı…
Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı…
…….

Alnında halka halkadır aşüfte kakülü
Göğsünde yosma gırnatanın en güzel gülü..

Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir
İspanya varlığıyla bu akşam bu güldedir.

Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi…

Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü sürmeli,
Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kere öpmeli.

Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle
Her kalbi dolduran zile, her sineden “Ole!”

Gerçekten aşık olmuştur Elena’ya ancak Türkiye ye dönüşü ile konu kapanmış. Şahsen büyük hürmetim vardır, rahmet ile anarım Elena’yı! Sonraları Münir Nurettin tarafından bestelenen o şiir en sevdiğim şarkılardan biri olmuştur.

Geçmişin zenginliğini bugünün şıklığıyla tamamlayan zarif bir şehir Sevilla. . Şehir o kadar güzel ki birçok sanatçıya da ilham kaynağı olmuş. Ünlü ressamlar Murillo ve Velazquez burada eserler vermiş, Carmen (Bizet), Sevilla Berberi (Rossini), İspanyolca adı Don Juan olan Don Giovanni (Mozart), Fidelio (Beethoven) bu şehirde geçen operalardan… Amerika’nın keşif seferlerinden üçünün başlangıç yeri olan Sevilla, bugün 750 bin nüfuslu bir kültür merkezi. Cervantes de Don Kişot’u Sevilla Hapishanesi’nde yazmış. Bu Cervantes de dünya delisi adamlardan biri. Asi ve maceracı oluşu nedeniyle ömrünün yarısı hapislerde geçmiş. Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Haçlı Seferleri başladığında hiç düşünmeden gidip adını orduya yazdıran, İnebahtı Deniz Muharebesi’nde Osmanlı askerlerine esir düşüp 1500 lü yılların sonunda İstanbul’da ki Kılıç Ali Paşa caminde köle olarak çalıştırılan, sonraları birçok macerada korkularına yenik düşmeyen bir deli adam. Sıksak, delilikte adamla akraba bile çıkarız belki….
**
Sabah erken yola çıkınca öğle vaktine yakın Granada geldik. El Hamra Sarayı’na zamanında yetiştik. Öyle elinizi kolunuzu sallayarak giremiyorsunuz saraya. Önceden bilet ve randevu alıp ziyaret saatini ve kaç kişi olduğunuzu bildirmeniz lazım. Mutlaka önceden giriş biletlerini almak gerekir, aksi takdirde kapıda çok uzun bilet kuyruğu ve girememe ihtimali de yüksek. Çünkü günde belli sayıda ziyaretçi alınıyor. El Hamra Sarayı İspanya da en fazla ziyaretçi alan yer. Fotoğraf çekmek için hedeflediğim yerlerden biriydi ama öyle giderim çekerim demekle olmuyor. İçerisi dışarıdan kalabalık, içinde insan olmayan kare çekmek neredeyse imkansız. Hafif itişerek kakışarak üç dört saate turumuzu zor tamamlayabildik. Bahçesi de, saray da müthiş bir yer. Adamlar mermerleri, taşları nasıl bu kadar detaylı nakış gibi işlemişler hayret. Al kalemi kağıda çiz deseler bu kadar yapamazsın..
Unesco Dünya Mirası olan El Hamra Sarayı, İslam mimarisinin ulaşabileceği en yüksek değerdeki eserlerden biridir. Temeli 1232 yılında Nasri Hanedanı I. Muhammed bin Yusuf zamanında atılmış, zaman içerinde yapılan tadilatlar ile 250 yıldan daha uzun bir süre de tamamlanmıştır. Her tarafı ihtişam ve tarih kokan, adını, üzerine güneşin son ışıkları düşerken aldığı “nar” renginden almış olan, gerçekten her yeri, dantel gibi işlenmiş muhteşem bir eser. Yapana da yaptıranlara da helal olsun. Kim bilir ne hikayeler yaşanmıştır burada..

**
Valensia, başka güzel bir sahil şehri. Valensiya özerk bölgesinin başkenti. Geçmişte, Avrupa ipek ticareti ve Hıristiyanlığın merkezi olması, İspanya’dan Yahudileri en son kovan yer olması ve bu süre içinde Yahudi sermayesini akıllıca kullanması burayı zengin şehir yapmış. Bütün binalar bakımlı ve temiz. Büyük bir Katedral ayrıca bir sürü kilise hepsi bakımlı ve çalışıyor. Denizi, plajı, tarihi ve fütüristik mimariyi bir arada görebileceğiniz ender yerlerden biri. Şehrin ortasına, içinde opera binası, sinemalar, tiyatrolar, bilim, sanat müzeleri, birçok kültürel faaliyetin, sporların ve yarışmaların yapılabildiği, büyük bir alana kurulmuş son derece modern çizgiler ile inşa edilmiş çok özgün şehir kompleksi var. Şehrin modern simgesi gibi. Katedral ve bir kaç kilise daracık ara sokaklar keyifli bir gezinti. Llotja de la Seda,1553
yılında Gotik tarzında inşa edilmiş ve uzun yıllar ticaret merkezi olarak kullanılmış muhteşem bir yapı. Bu da Unesco dünya Miras listesinde.
Avrupa’nın en geniş kültürel eğitim merkezi kabul edilen bu şehirden mimari anlamda gerçekten etkilenmemek mümkün değil. Aslında burayı doyasıya gezmek var ya..vakit yok.
İspanyolların ulusal yemeklerinden payella Valencia’dan çıkmış. O zaman akşama milli yemek payella. Geçmişte balıkçıların elde kalan balık ve deniz mahsullerini kullanarak yaptıkları pirinç pilavı. Şimdi İspanyol milli yemeği, her yerde her bütçeye göre var.

**

İşte Barselona, Katolonya eyaletinin baş kenti.. İspanya’nın kuzey doğusunda bulunan Katolanya, ülkenin en tutucu, milliyetçi ve zengin bölgesi. Burada insanlar ben İspanyol’um dan çok Katalanım diyor. Lisanı, kültürü içkisi hepsi farklı. İspanya’nın önemli ticaret ve liman şehirlerinden biri. Vakit kaybetmeden çevre tanıma turları. Değişik özgün yapılar, eski ile yeninin beraberliği. .
Akşam, hep birlikte güzel bir restoranda yemekteyiz. Kapıda kuruluş 1829 yazıyor. Anlaşılan burada yüz yıllık restoranlar çok. İlk günler boşuna havalara girmişiz, yok eski restoran olmazsa yemem falan filan…tıssssss…
**
Son günümüzü biraz akışına bıraktık. Kahvaltı sonrası yürüyoruz. Catolnnia Meydanı hareketli. Genç neşeli çocukların rehberliğinde yürüyerek şehir turları, bedava, sadece bahşiş karşılığı. Düştük birinin peşine, yakın çevredeki ünlü mimar Antonia Gaudi’nin eserlerini geziyoruz. Çok bilinen ve çok önemli eserleri olan hafif çılgın bir mimar. Yaptığı binaların cephelerinde düzgün bir hat, düzgün bir çizgi yok. Cephe görünüm hep eğri büğrü çizgilerden oluşuyor. Gerekçe olarak, ‘tabiatta hiç bir şey düz çizgi halinde değildir’ miş. Her binanın uzun bir hikayesi var. Laf aramızda görünüm çok sempatik gelmiyor bana ama haddimi bilip yorum yapmıyorum. İspanya geçmiş yüz yıllarda, deniz aşırı ticarette en önemli ülkelerden biriydi. Buradan gelen malları satarak çok zengin olan aileler vardı. Bu zengin aileler, Gaudi’ye veya dönemin diğer ünlü mimarlarına yaptırdıkları binaların cephelerine, kendi hayat hikayelerini anlatan tasvir veya heykeller yaptırmışlar. O nedenle bütün binaların görünümleri farklı. Binanın cephesine bak, ailenin hayatını ve kim olduğunu anlarsın. Ülke genelinde bu şekilde çok bina var. Şimdi bunların bir kısmı müze olarak kullanılıyor. Franco döneminde bu zengin ailelerin çoğu yurt dışına kaçmış ve bir daha dönmemişler. Son ziyaret, en önemlisi, Sagrada Familia Kilisesi ( Holly Family ), yani Kutsal Aile Kilisesi. Hıristiyan aleminde, Meryen Ana, kocası Josef ve bebek İsa kutsal aile olarak anılır
1882 ler de başlayan daha sonra, modern mimarinin öncülerinden sayılan Antoni Gaudi’nin 1883 yılında devraldığı fakat 1926 yılında bir tramvayın altında kalarak ölmesi sonucu yarım kalan bir bazilikadır. Yapımı halen devam etmekte ve Gaudi’nin 100.cü ölüm yıl dönümü olan 2026 yılında tamamlanması planlanmaktadır. Yapının üç cephesin de doğum, ölüm ve Hz. İsa’nın yeniden canlanışının temsil edildiği heykeller ve taştan süslemeler bulunuyor. Kulelerin tepesindeki süslemelerin ise cennet ile yeryüzü arasında bir bağlantı olduğu şeklinde yorumlanır. Çok değişik devasa bir yapı, şehrin, hem turizm hem de dini değer olarak göz bebeği durumunda.

**
Mercat De La Boqueria, Real Plaza civarında uğraması gereken yerlerden. Bizim Mısır Çarşısı gibi renkli, hafif atıştırmalık yiyecekler, şarküteri balık, et falan..keyifli .
Real Plaza da güzel bir akşam yemeğinden sonra tekrar flemenko dans gösterisine gidiyoruz. Sevilla da çok keyif almıştık., tekrar yaşamak istedik.. Bu biraz turistik olmuş gibi..neyse tamamdır…
**
Eve dönüş günü geldi..

İspanya, farklı medeniyetlerin yaşadığı tarih ile modernliğin yan yana olduğu yer. Geçmişte, kilisenin talebi ile açık denizlerde at koşturmuş, dünya üzerinde, birçok yeri kendi toprakları olarak ilan etmiş, oranın zenginliklerini ülkelerine taşımışlar. Böyle bir yayılmacılık ile gittikleri yerlere kendi kültürleri ve inançlarını da götürdükleri için dünyada en çok konuşulan lisanlardan biri olmuş İspanyolca. Unesco Dünya Mirası listesinde 43 yeri olan ve 65 milyon ile dünyanın en fazla turist alan 3. ülkesi.
İspanya ile Fas arasında çok önemli deniz geçiş yolu Cebelitarık Boğazı. Her gün çok fazla gemi büyük paralar ödeyerek buradan geçerler. İşte tam burada, en güney noktada dünyanın en küçük şehir devletlerinden biri olan Gibralta bulunur. Boğazdan geçişler tam olarak, 30 bin nüfusu olan 6,8 km2 lik bu devletin denetimindedir. İşte bu mikro devlet! de yüzde yüz İngiltere’ye bağlı. Yani dünyanın en stratejik noktalarından biri ve İngilizlerin sömürgesi. İspanya topraklarında olsa bile.. Ne kadar güçlü isen, o kadar haklısın..büyük abi olmak böyle bir şey..her yer benim..

Sevgilerimle

Hayrettin Kağnıcı

Haziran 2016
www.hayrettinkagnici.com

error: iletişim : hayrettin@ozka.com