(Turkish) Nasıl bu hallere geldik…

Sorry, this entry is only available in Turkish. For the sake of viewer convenience, the content is shown below in the alternative language. You may click the link to switch the active language.

NASIL BU HALLERE GELDİK?

Yıllar önce, güneyimizdeki ülkelere yani Arap ülkelerine bakınca hiçbir zaman böyle olmayız diye düşünürdüm. Türkiye birçok konuda yükseliş eğilimindeydi. Geriydik ama yönümüz yukarıydı. Yıllar sonra bugün eğitimde geldiğimiz yer;
Türkiye İstatistik Kurumu bilgilerine göre, Türkiye’de;
Okuma yazma bilmeyen kişi sayısı 9.625.000 (1-6 yaş dahil)
İlkokulu bitirememiş kişi sayısı 17.820.000
İlkokul mezunu sayısı 24.000.000
Zorunlu olan ilköğretim mezunu 10.200.000
Yetersiz eğitim seviyesindeki toplam kişi sayısı 61.645.000

Türkiye nüfusunun 75 milyon olduğu kabul edilirse, toplumun %’82’si yetersiz eğitim seviyesinde. Kalan 13.5 milyon kişi, toplumun %18’i orta, lise ve yüksek eğitim seviyesinde.
Yani kısaca memleketin %82’si ilkokul mezunu ve altı. 95 yılda geldiğimiz yer burası. Ancak, yılların istatistiğine bakarsak, son 15 yılda nüfus artışına göre eğitim oranı ve kalitesinde büyük düşüş görülmekte. 2015 yılında 70 OECD ülkesinde yapılan çalışmada, Türkiye, fen dalında 52, matematik dalında 49, okuduğunu anlamada 50. sırada.
Gene OECD’nin 15 yaş düzeyinde programa katılan öğrencilerle yapılan yaşam memnuniyeti anket çalışmasına göre Türkiye, OECD ülkeleri arasında son sıralarda yer aldı. Yani, öğrenciler de mutsuz.
Peki, neden böyle; son yıllarda dini tarikatların eğitimleri, imam hatip liselerinin öne çıkartılması, Kur’an kurslarının artması, bizleri pozitif bilimden uzaklaştırdı, daha mistik bir yapıya yöneltti. Bugün lise mezunu gençler okuldan sonra, iş hayatında ve sosyal hayatta sıkıntılar yaşamakta. Yapılan bütün söylemler, davranışlar hükümet politikaları bizleri medeniyet ve insan haklarından uzaklaştırıp Arap kültürüne yakınlaştırmıştır. Yani az gelişmişlikten daha gerilere düşürme gayreti. Bunun da izlenen bir politika olduğu çok belli. Nereden mi belli?
Eski Enerji Bakanı Taner Yıldız; “Eğitim seviyesi arttıkça bizim oylarımız daralıyor, biz daha az eğitimli kişilerden oy alabiliyoruz.”
YÖK Denetleme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Bülent Arı; “Ben okumamış cahil halka daha çok güveniyorum, hele üniversite okumuş olanların zihinleri bulanık, onlar beni korkutuyor.”
Cübbeli diye anılan tarikat lideri, her konuşmasında okumanın dine karşı gelmek olduğunu, ahirette bunların hiçbir faydası olmayacağını söylüyor.
İktidar partisi Fatih gençlik kolu başkanı “Dünya yuvarlak değil düzdür.” diye fetva veriyor.
Daha ne olsun, cehalet şart. Bu yıl üniversite müracaat sıralamasında Diyanet Fakültesi en fazla talep gören bölümler arasında.
Atatürk’e hiçbir dönem bu kadar ağır hakaretler yapılmamıştı. Bütün bu söylenenlere herhangi işlem yapılmıyor veya yapılanlar da göstermelik. Dikkat ediniz, eğitime karşı konuşmalar, Atatürk hakaretleri gittikçe artan şekilde devam ediyor.
Çocuklara tecavüz, küçük kız çocuklarının evlendirilmesi, yolsuzluk, adaletsizlik, sadece teşkilatın adamlarına “yürü ya kulum” demek artık normal oldu.
Tarikatlar, son derece rahat bir şekilde faaliyetlerine devam ediyor.
Bütün bunlar tesadüf olabilir mi? Sanki birileri neler yapacaklarını birilerine fısıldıyor. Toplumu, alıştırmak istedikleri forma sokmak istiyorlar gibi. Öyle de oluyor.
Son duruma bakalım, bütün batı ülkeleri yani medeniyet skalası bizden yüksek olan bütün dünya devletleri ile kavgalı, geri dönülmez noktalardayız. Arap dünyası ile de çok barışık değiliz, amma velakin bütün dünyaya da kafa tutmaktan geri durmuyoruz. Giderek yalnızlaştık. Sonu gözükmeyen bir yol. İstenilen, kendi sınırları içinde dünya ile bütün ilişkilerini kopartmış olmak mı? Vikipedia, internette kullanılan ansiklopedi sınıfında bir site, şimdi yasak, erişim yok, belki de birçok kimse farkında bile değil. Bilgiye ihtiyaç yok, gelişmiş “öğrenmeme kültürü”, yani cehalet.
Peki, nasıl geldik bu hallere?
Hepimizin içinde yaşadığımız aile birliğinden başlayarak, bireysel ve toplumsal üst yapı değerlerimiz vardır. Annemize küfüredilirse dinlemez hemen kavgaya gireriz. Bayrağımıza yapılan aşağılık harekette bir düşünün, nasıl tüylerimiz kabarır, damarlarımız şişer, nasıl gözümüz kararır. Vatanı parçalamak isteyenlere karşı da aynı duygularımız vardır. İşte bütün bunlar toplumları ulus yapan değerler. Bu değerler varsa devlet kimliğiniz var, ulus kimliğiniz var. Bu değerler toplumun bireylerine aktardığı refleks değerler, Türk olma kimliğimizin tarifi. Bu değerleri kaybetmeye başladığımız zaman yani kültürel reflekslerimizin kırılmaya başladığı an, kimliğimizin kaybolduğu, ulus değerlerini yitirmeye başladığımız andır.
Son 15 yılın fotoğrafına bakalım. Her zaman söylerim, Türkler, Atatürk’ü en az bilen, tanıyan millettir diye. Yabancı yayınlara bakarsanız, bütün dünyanın saygı duyduğu, bilimsel olarak yapılan çalışmalarda son yüzyılın en büyük dâhisi olduğu şeklindedir. Bu kadar derin olarak bilmesek de, bu vatanın kurucusu, bizleri medeniyete taşıyan büyük kahraman olarak kabul eder, bu şekilde saygı ve üst düzeyde şükran borcumuzu ifade ederiz. Hiç kimse dil uzatma cüretini gösteremezdi, en üst seviyede toplumsal reflekse geçerdik. Bugün, bir sürü şerefsiz dil uzatmakta ve bizler de sadece kızarak bakmaktayız. Amaç, dünyanın saygı duyduğu Atatürk’ü sıradanlaştırmak.
Önceleri, bu vatan için şehit olanlar kutsal olarak kabul edilirdi, duyduğumuz zaman ne kadar gerilirdik. Bugün şehitlerimiz haberlerin sonunda yer almaya başladı, önemsizleşti.
Kim cüret gösterebilirdi, bayrağımız hakkında konuşmaya, onu yıpratmaya. Bugün bırakın bayrağı, Türk olduğundan utandığını mecliste açıklayan vekiller var.
Vatan sevgisi, kimin haddi olabilirdi dil uzatmaya? Kim dini değerlerimizi bu kadar tabansız ve yanlış şekilde bilgisizce yönlendirmeye yanaşabilirdi? Bugün bnlara yeterli reaksiyonları veremiyoruz, neden reflekslerimiz kırıldı? Bu kırılma kendiliğinden mi oldu? Hayır. Çıkar ve menfaat uğruna memleketi satan şerefsiz yöneticilerin başkalarının yazdığı oyuna alet olması yüzünden.
Geçmişte çok yazıldı çizildi, Büyük Orta Doğu Projesi (BOP). Geldiğimiz nokta, sondan iki önceki bölüm. Önce eğitim ve din kontrol altına alındı. İlkokulda her sabah okutulan andımız kaldırıldı. Neredeyse dünyada bütün ilkokullarda içinde vatan, millet, sevgi, saygı içeren metin. Her sene eğitimde yapılan değişiklik, müfredatın sürekli değişmesi, geriye doğru gidiş. Liselerden felsefe ve mantık derslerinin kaldırılması, inanılacak gibi değil, ne kadar önemli ve gerekli derslerdi hayatımızda. Yani, eğitim baş aşağı edildi, sonuç dünya sıralamasında Afrika ülkeleri ile aynı kategoriye geldik. Yani, içinde bilim, teknoloji, gerçeklik, pozitif bilim olmayan eğitim. Çocuklara bakın, soru sormayı, araştırma yapmayı bilmeyen bir nesil.
Yöntemin kolay yolu, dini öne çıkarmak yani her şeyi dini olarak izah etmek. Aradığın cevapların hepsi, ihtiyaç olan her konuda bütün bilgiler kutsal kitabımız Kur’an’da zaten var (!) demek. Uzaydan karadeliğe, iklim değişimlerinden güneşteki patlamalara, her türlü yeni teknolojilere kadar bütün ilim, bilim konularının Kur’an’da yazdığını zanneden ahmaklar. Çok merak ediyorum, kaç kişi Kur’an’ı bilerek ve anlayarak okuyabiliyor. Çevrenizde ahkam kesenlere sorun Allah aşkına, Kur’an’da kaç ayet var (mezhepler arası fikir birliği yok, buna göre 6236 ile 6666 arası farklı kabul var), kaç süre var (114), kaç cüz var (30), toplam kaç sayfadır (600). Bunları bile bilmeyenler kendilerini bir bok sanıp fetva veriyor. Lütfen, Türkçe açıklamasını okuyun, kendini bilmez bu densizlerin ne kadar bilgisiz olduğunu anlamak için.
Müslümanlığın 5 temel şartı, olmazsa olmazı; namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, kelime-i şehadet getirmek, zekât vermek. Hırsızlık yapmamak, zina yapmamak, öldürmemek, başkasının malında gözü olmamak, ahlaksızlık yapmamak, yalan söylememek, ihanet, şerefsizlik gibi konular temel şart değil. Yani cihâd diyerek, tekbir getirerek adamı gırtlağından kesebilirsin. Her türlü hırsızlık, yolsuzluk, hortumlama yapabilir, küçük erkek, kız çocuklara tecavüz edebilir, başkasının malına mülküne el koyabilirsin. Ancak tek şartla haa! Bunları yaptıktan sonra namaz kılıp, oruç tutup, hacca gidip “Allah’ım günahlarımı affet” diyeceksin, öyle mi? Bu mudur din, bu mudur insanlık? Kendin hırsızlıktan, sapıklıktan hapis yatmış olacaksın, eteği kısa diye genç kıza saldırıp döveceksin, adını da dinimize aykırı koyacaksın. Yanı başında memleketi soyanı, katilleri görmezden gelecek, Allah adına yapıyor diyeceksin, öyle mi? Dindar olmak; vicdanlı olmak, ahlaklı olmak, faziletli olmak, yani insan olmak demektir.
Kutsal kitabımızı okumadan, anlamadan, haram helal nedir bilmeden ahkam kes, akıl ver ama kendini hariç tut. Müslümanlık bu değil, dinimiz bu değil. Duydunuz mu hiç, bale okullarında, tiyatro okullarında küçük çocuklara tecavüz olayı. Neden bunlar dini merkezlerde oluyor? Bugün sapıklığa maruz kalan, yarın kendisi de aynı yolda sapık oluyor, zincir devam…
Bütün okullarda giderek din ağırlıklı eğitim yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Ensar vakıflar artık Milli Eğitim Bakanlığının himayesinde eğitimlere devam ediyor. Tarikat ve dini derneklerde, çocuklara “Kemal’in devlerini yıkacağız, şeriat getireceğiz” diye marşlar öğretiliyor, yargıdan ses yok. Kız İmam Hatip Okulları var her tarafta, Allah aşkına kadın imam olur mu? Peki neden; kadını küçükken köreltip kör cahil bırakmak için. Eğitimli kadın bunlar için büyük tehlike…
Bilmeden, anlamadan, ezberci kör eğitim. Teknoloji, bilim, felsefe, sanat yok. Batı dünyasını da kendine düşman ettin mi, arana mesafe koydun mu tamamdır. Baş aşağı Arapların olduğu bataklığa doğru yolculuk.
Atatürk’ün başta harf ve diğer devrimleri ile medeniyet, insan hakları, teknoloji, sanayileşme gibi konularda yol almaya başlamıştık. Bunlar kültürlerimiz, ulusal reflekslerimiz olmaya başlamıştı. İstiklal Savaşı’ndaki, Çanakkale’deki toplumsal reflekslerimizin gücünü düşünün. Hiçbir şey vatan savunmasının önünde değildi.
Bütün Arap ve İslam dünyasına bakın, hepsi aynı tezgâhta. Neden, ya toprağında petrol veya zenginlik var ya da hızlı gelişme potansiyeli. Açlık, yoksulluk, savaş, her türlü felaket, sefalet buralarda. Neden, temel eğitim yerlerde sürünüyor, din ağırlıklı tedrisat. Her şeyin mucize olduğuna mı, yoksa her olayın bir açıklaması olduğuna mı inanmalı? Her şeyi mucizeye bağlarsan öğrenecek bir şey yok demektir. Yobazlık, bağnazlık, kara cahillik işte böyle bir şey.
Huzur İslam’da da o zaman neden bütün Müslümanlar, Müslüman olmayan batı devletlerine kaçıyorlar, kendilerini orada güvende ve huzurlu hissediyorlar? Bütün bunlar, kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’i çok iyi okuyup anlayabildiğimiz için mi, yoksa kafamız kumda, kıçımız havada, akıldan, bilimden yoksun, doğru dürüst okuma yazması bile olmayan gerzeklerin peşinden gitmeyi tercih ettiğimiz için mi?
Acaba, bu güzel dinimizi daha iyi anlayabilmek için, dualarımız dahil her şeyi Arapça yerine Türkçe okuyabilseydik daha iyi olmaz mıydı? Tanrı’ya dua etmek için Arapçanın şart olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bu kara perdeyi aralamak, yalan yanlış, bilgisizce, çıkar amaçlı dinimizi kullananları görmek için, duygularımızı daha doğru ifade edebileceğimiz, manasını daha iyi anlayacağımız ana dilimizi, neden kullanmayalım? Doğruları daha iyi görmek, anlamak için bir Rönesans gücünde reform yapma zamanının geldiğini düşünüyorum.
Amacım, kara tablo çizmek değil, güncel fotoğrafı doğru okumak.
Kültürel ve ulus reflekslerimizi kaybetmememiz mutlak şart. Unutmayalım, bu topraklardan Atatürk diye biri geldi geçti. Tek başına, düşmanın yanı sıra, içeride satılmış hainlere, yobazlara ve menfaat peşinde vatanı bölmeye çalışan şerefsizlere karşı da mücadele verdi.
Aklıselim olmak ve doğruluk her zaman galip gelecektir.

Sevgilerimle
Hayrettin Kağnıcı
Eylül 2017

error: iletişim : hayrettin@ozka.com