Pakistan İslam Cumhuriyeti

                                         

 

200 milyon nüfus ve 796 km² yüzölçümü olan, bize yakın gibi ama hakkında fazla bir bilgimiz olmayan Pakistan İslam Cumhuriyeti; görelim bakalım buralarda dünya nasıl dönüyormuş diye çıktık yola.

Ana kıta Hindistan da 1001’de Gazzeli Mahmut’la başlayan Müslüman egemenliği 1206-1483 yılları arasında Memluklar’la devam etmiş, 1526’da da Babür Şah ile Müslüman Moğolların egemenliği altına girmiş. Bölge, Fransa ile İngiltere arasındaki 7 yıl savaşları sonrasında 1773 yılından itibaren İngilizlerin kontrolüne geçmiş ve bu tarihten itibaren de, Hindistan, Bangladeş, Burma, Afganistan, Nepal, Singapur ve Malezya ülkelerini içine alan bu sömürge ülkelerin başına da İmparator olarak İngiliz Kraliyeti adına onun atadığı bir genel vali getirilmiş.

Bu süreçte, ağırlıklı olarak Hindular İngilizlerin kurduğu eğitim okullarında eğitim almış zaman içerisinde yönetim kademesinde yer almaya başlamış. Milliyetçili duygular içinde olan Hindular kendi partilerini kurar ve 1906 yılında da bağımsız olmayı isterler. Bu tarihlerde Hintli Müslümanlar da kendi partilerini kurarak Hindular ile birlikte bağımsızlık mücadelesin başlatırlar. Muhammed Ali Cinnah her iki topluluk adına İngilizlerle görüşmeleri yürütür ancak zaman içerisinde Hindular ile Müslümanlar arasındaki gelişen fikir ayrılıkları 1930 ların sonunda uzlaşmazlık noktasına gelir. Sonuç olarak, Muhammed Ali Cinnah’ın yönetiminde olan Müslümanlar 1940 yılında Hindistan topraklarının batısında bağımsız Pakistan devletini kurmaya karar verirler ve adını da, temiz ülke anlamına gelen Pencap, Afgan, Keşmir, İslam ve Belucistan eyaletlerinin baş harfleri olan PAKİSTAN olarak kabul ederler.

  1. Dünya savaşında kendi dertlerine düşen İngilizler 1947 yılında Hindistan’ın bağımsızlığını tanır ve bu tarihten itibaren Hindistan ve Pakistan’ı iki ayrı bağımsız devlet olarak ilan eder.

Sabaha karşı erken bir saate Pakistan’ın baş şehri islamabad’a gelince yapacak bir şey olmuyor, işleri biraz hafiften alıp vakit dolduruyoruz. Gün ağaramaya başlayınca kahvaltı sonrası düştük yollara. Biraz yol sorarak, biraz kaybolarak üç saatten fazla bir sürede Unesco Dünya Miras listesinde olan Tahti Bahi’ye geldik. Rehberimizde buralara biraz yabancı gibi.. Aslında yolun uzaması iyi oldu, hafiften kestirme fırsatı bulduk. 1.yüzyılın en önemli Budist manastırı olup, adını, su kaynağının üstüne inşa edildiği için kaynağın tahtı anlamına gelen Taht-ı Bahi olarak almış. Aslında önemli bir yer, Buda’nın çok farklı imajlarda heykelleri bulunmuş. Bu kadar önemli bir yer daha bakım ve kontrol altında olmalı, çoluk çocuk her şeyin tepesinde, 50 sene sonra çok bir şey kalmayabilir. İlk gün ilgi büyük, insanlar bizi görünce etrafınızda, uzaylı gibi karşılıklı bakışıyoruz.  Erkek kısmından gelen “selamün aleyküm” a karşılık “aleyküm selam” sihirli kelimelerinden sonra başlayan heyecan ve bitmeyen birlikte resim çektirme istekleri.  Bilinsin ki daha ilk günden bu alem de çok meşhur olduk. Hem Cumartesi hem de Aşura bayramı olunca birçok yer kapalı, Sonunda öğle yemeği için bir yer bulduk, önce biraz mırıldandık ama hepimiz sağlam tıkındık, yemekler güzeldi doğrusu.

Buradan gene Unesco Dünya Mirası listesinde olan Taxila Arkeolojik alanı ve müzesine gidiyoruz. Müzede en fazla dikkatimi çeken, Budha’nın değişik kıyafetli ve farklı imajlarda heykelleri oldu. Yani Çin kıyafeti ile, Roma kıyafeti ile, Yunan Helenistik kıyafeti ile gibi.. Şu anlama gelir, adı geçen bu milletler buralarda uzun yıllar hüküm sürmüş, kültürel izlerini bırakmışlar. Düşünebiliyor musunuz, Roma kıyafetli bir Budha.. Demek ki bu coğrafya, birçok medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Dünya, ne günler görmüş neler…

Güzel bir müze, ilginç eserler var. Taxila, MÖ 2. Yüzyıllardan itibaren önemli yerleşim yerlerinden biri ve MS 2. yüzyıllara kadar da en büyük Budizm eğitim merkezi olmuş. Burası tarihin önemli yerlerden biri, çok imparatorluklar geçmiş, çok tarih var burada.

Uzun bir gün oldu gece yarısından beri sokaklardayız, artık zorlanmalar başladı, otele ve dinlenme zamanı,

**

Güzel dinlendikten sonra gün güzel başladı. İlk olarak Unesco Dünya Mirası adayı Katas Raj Mabedlerine gidiyoruz.

Katas Raj, farklı zamanlarda yapılmış Satgraha adı verilen Hindu tapınaklarınım bulunduğu alan. En eski tapınak MS 6. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Katas Raj Hindu tapınakları dünya çapında ünlü ve çok sayıda insan bu tapınakları her yıl dini ibadet ve ayinleri için ziyaret ediyor. Tapınakların bulunduğu gölet, Hindular arasında kutsal sayılıyor, çünkü Shiva’nın gözyaşları ile dolup taştığına ve bu gölette banyo yapınca günahlarından arınacaklarına inanıyorlar. Yani burası Pakistan’daki önemli haç alanlarından biri olmuş ve biz de bir defa daha hacı olduk, günahlar azaldı.

Uzun ve bozuk bir yolun sonunda Unesco Dünya Miras listesinde olan Rohtas Kalelerine gelebildik.
Stratejik bir konumda bulunan Rohtas Fort (Rohtas Kalesi), Babür imparatoru Hümayun’un 1541 yılında yenilmesini takiben büyük Afgan kralı Şer Şah Suri tarafından, son derece sağlam kalın duvarları olan her türlü saldırıya karşı koyabilecek şekilde yaptırılmış bir kale. Hiçbir dönemde düşman saldırılarına yenik düşmemiş ve bugüne kadar da sağlam bir şekilde ayakta kalmış olan Rohtas Kaleleri, Orta ve Güney Asya’daki erken İslami dönem askeri mimarisini yansıtan önemli örneklerden biridir.

Gene aynı tozlu bozuk yoldan dönüşe geçtik. Bu günüde tamamladık, yorucu ama güzel bir gündü..

**

*Bugün İslamabad şehir turu. Önce, meşhur Pakistan bağımsızlık anıtını ziyaret ediyoruz. Dört yapraklı açılan çiçek gibi, her bir yaprağı Pakistan’ın eyaletlerini temsil ediyor ve buraların tarihini anlatıyor. Güzel ve anlamlı bir özgürlük anıtı.

Pakistan, 1947 yılında bağımsızlığı alınca baş şehir kurma düşüncesi ortaya çıkar ve çalışmalar başlar.  Sonunda yer olarak Said-Pur köyü yakınlarında “İslam-i şehir” anlamına gelen İslamabad diye bir baş şehir yaratma projesi başlatılır. Modern ve şehircilik kurallarına uygun olması düşünülen bu kent için, baş şehir olma koşulu olan yasama, yürütme ve yargı binalarının yerleri tespit edilmiş, parlamento binaları, elçilikler için yerler belirlenmiş,  kolları sıvamışlar ve yapımına başlamışlar. Bugün bunların çoğu tamamlanmış.  İşte bizde bu çalışmaların başlatıldığı Said-Pur köyüne geldik. Hala eski ilk günlerinde ki bir köy gibi bakımsız ve yorgun.. Güzel insanlarla karşılaştık, evlerine davet ettiler fotoğraflar çektirdik. Ekim ayının başındayız, hava 35 derecenin üzerinde.

Hafif bir mola sonrası dünyanın en gözde camilerinden biri olan Faysal Camii’ne geldik. Hani Ankara eski belediye başkanı Mimar Vedat Dalokay’ın Ankara için çizdiği sonra yapımından vazgeçildiği camii var ya, işte o proje burada birincilik alarak bağışçısı Suudi Arabistan kralı Faysal adına burada yapılmış. Cami avlusunun girişinde ayakkabılar teslim, yalın ayak devam. 5.000 m² alan üzerinde 74.000 kişilik gerçekten kocaman bir camii. Hazırlandık içeriye gireceğiz ama kapı duvar. Sadece namaz vakitlerinde açık oluyormuş. Etrafta vakit geçiriyoruz, fotoğraf için epey malzeme var aslında. Biz insanları, insanlar da bizi çekiyor, birlikte selfie yapıyor geçinip gidiyoruz. ilgi büyük. Kadınlar bizi çekiyor biz onları çekelim, olmaz günah. Neyse vakti zamanı geldi gireceğiz içeriye ama fotoğraf makinası yasak. Hani selamünaleyküm, biz din kardeşi falan olmadı. Makinaları teslim ettik girdik içeriye, caminin içi büyük bir mekan ve ortada kolon yok kocaman temiz bir alan, ışık, estetik, fonksiyonlar açısından muhteşem. Mühendislik olarak gerçekten güzel çözülmüş. Klasik cami konsepti ile ilgisi yok modern çizgili bir proje.

Bakanlıklar, parlamento, elçilikler yargı mahkemeleri gibi hepsinin bir arada olduğu diplomatik bölgeye gidiyoruz. Yolda güvenlik kontrol, neden niye geldiniz gibi sorgulardan sonra bizi güvenilir buldular da bölgeye girebildik. Düzgün bakımlı bir bölge, Hava sıcak, dışarıda güneş acıtıyor.

Monal tepesine gidiyoruz, akşam yemeğinde buradayız. Yüksek bir tepenin üzerinde Islamabad ayaklar altında güzel bir manzara. Monal restoran da güzel yemekler ve şerbet ile günü noktaladık.

**

Güne Pakistan Heritage Museum, Pakistan kültür müzesi ile başlıyoruz. Burada görülmesi gereken yerlerden biri. Bu topraklarda binlerce yıl öncesinde yaşamış, Mehrgarh medeniyeti, İndus Vadisi medeniyeti, Gandhara medeniyeti, İslam medeniyeti gibi birçok medeniyetler ve kültürleri hakkında bilgiler. Yaşamları, müzikleri, aile hayatları, çiniler, halılar, seramikler .. gerçekten çok güzel müze, tam günden önce çıkamazsınız. Burada böyle bir yer beklemezsiniz.

Bugün buradan ayrılıp, akşama Lahor da kalmayı planlıyoruz. Bütün gün yoldayız, hava sıcak. Yolumuzun üzerinde Unesco dünya miras adayı Khewra tuz madenini gidiyoruz. Geldik madene, öyle hadi girelim olmuyor! Anlatacaksın önce, nereden geliyorsun, kimlerdensin, isimler, pasaport numaraları, hepsi elle yazılarak tek tek kayıt altında, giriş paraları falan hey şey tamam. Burası dünyanın en büyük tuz madenlerinden biri. Ray üstünde yürüyen araçlar ile bir süre gittikten sonra madenin içine kadar girdik. Kömür madeni gibi galeriler açılmış. Değişik renklerde büyük kayalar halinde tuzlar. 800 milyon yıl önce tektonik hareketler sonucu okyanusun bir bölümü denizden ayrılarak dağların kayaların arasında sıkışır kalır. Yüz yıllar içinde yüksek basınç altında kalan suların içindeki mineraller zamanla tuza dönüşmüş ve içindeki planktonlar nedeni ile değişik renkler almışlar, rengarenk. Hele ışık altında harika gözüküyor. Toplam da 300 km uzunluğundaki galerilerin içindeyiz, her tarafımız hafif saydam kayalar halinde tuz blokları. Binlerce yıldan beri tuz üretimi yapılıyor, daha 220 milyon ton rezerv varmış. Yani binlerce sene daha yeter, tuz bitecek diye meraklanmayın!. Tuzları, mermer blokları gibi büyük parçalar halinde çıkarıyorlar.  Eee bu kadar çok olunca adamlar tuz bloklarından bina, kule, minare bile yapmışlar ve gece ışıklandırıyorlar. Her taraf tuzdan hediyelik eşyalar. Meşhur Himalaya tuzu diye bilinen tuz bunlar, buradan dünyaya satılıyor. Neden Himalaya tuzu dendiğini öğrenemedik. Hani hem sağlıklı hem de hava olsun diye kullandığımız Himalaya tuzları Pakistan’da çıkıyormuş. Ben aldım, koca bir torba 1,5 TL.

Çıkışta gene aynı manzara etrafınızda bizlerle fotoğraf çektirmek isteyen bir sürü çoluk çocuk. Kırmıyorum hepsi ile çektirdim, çok meşhur oldum buralarda çok bildiğiniz gibi değil.

Yorgunluk da olunca yol uzadı sanki ama sonunda Lahor’a gelebildik.

**

Sabah önce Unesco dünya miras adayı, Hiran Minar’a gidiyoruz. Mughal İmparatoru Cihangir, bu bölgeyi av sahası ilan etmiş ve buraya yavru iken yakaladığı sonraları yanından hiç ayırmadığı geyiği ile gelirmiş. Bir gün avlanırken yanlışlıkla kendi geyiğini vurur, bu olaya çok üzülür ve geyiğini vurduğu yere 33 metre yüksekliğinde özel bir kule yaptırır ve geyiğini kulenin tepesine gömer. Sonra gelen imparatorlar da çevreye büyük bir gölet ve av köşkü yaptırırlar. Bakımlı ve korunmakta olduğu için Unesco dünya miras aday listesine alınmıştır.  Yani geyiğin mezarı kulenin en tepesinde, biz de geyiğe dua ettik, mekanı cennet olsun diye!

Sırada, Mughal imparatoru Şah Cihan’ın babası Şah Cihangir’in mezarı var. Mezar dediysek aklınıza Karacaahmet Mezarlığı gibi bir şey gelmesin. Kocaman bakımlı bir alan üzerinde saray gibi bir yer, her taraf oyma kakma mermerler falan. Böyle bir yer. Burası da Unesco dünya miras adayı, ne zaman asıl listeye girer bilmem.

Hava giderek ısınıyor mu ne, 35 derecenin üstünde kesin.

Buralara kadar geldik madem devam. Lahor Kalesi de Unesco dünya Mirası listesinde. Burası önemli bir yer.1550 yılların da Babür imparatoru Ekber Şah tarafından yaptırılmış, birçok istilalar ve savaşlardan sonra yapılan bakım çalışmaları ile ayakta durmayı başarmış. Adı kale ama içinde camiler, kuleler, saraylar var. Aynalı Saray, cam ve aynalar ile dekore edildiği için bu ismi almış. Ayrıca değerli taşlar, mozaikler ve işlenmiş beyaz kıymetli mermerleri ile dünyanın en güzel saraylarından biridir. Hikaye şu; Saray, Şah Cihan tarafından eşi Mümtaz Mahal için yaptırılmış. Mümtaz Mahal, Şah’ın yaptırdığı bu sarayı hiç göremeden 1631 yılında Hindistan’da vefat etmiş. Aynalı Saray hem tarihi hem mimarisi hem de hikayesi le kale içinde önemli yapılardan biri. Ayrıca İmparatorların halka hitap ettikleri yer, harem dairesi de çok büyük bir alan üzerinde, hanımlar rahat etsin diye..

Shalamar bahçeleri,1640 yılında Pers usulü Müslüman geleneklerine göre yapılmış muhteşem çok güzel bir bahçe.

Lahor Kalesi’nin hemen yanında ve onun tamamlayıcı olan Badshahi cami, Şah Cihan’ın oğlu Şah Cihangir tarafından 1673 de yaptırılmış 55 bin kişilik büyük ve gerçekten görkemli bir yapı. Mughallar aslen Moğol olmasına karşın, Hint medeniyetinin mistik havasını eserlerine yansıtmışlar.

Bu gün çok yorulduk ama çok güzel yerler muhteşem eserler gördük, dinlenme zamanı.

**

Sabah kahvaltı sonrası Lahor’un sokaklarında keşfe devam. Daracık sokaklar, her şeyin satıldığı küçük dükkanlar, yüzlerce motosikletlerin aralarından kıvrak hareketlerle heyecanlı yürüyüş bol korna sesleri, etraftan gelen Kuran okumaları arasında  Wazir Khan Camii’ne ulaştık. Kapıda yaşlı bir adam, oturduğu yerden sopasıyla ayakkabılarımızı çıkartmamızı işaret ediyor. Bizde çıkarttık emanet ettik yaşlı adama. Ayakkabıları çıkardık ama çerisi mi yoksa dışarısı mı daha temiz belli değil. Kocaman bir avlu, yerlerde örtü gibi yaygılar var, bunları ıslatarak ortamı biraz serinletmeye çalışıyorlarmış. Pakistan’da ki ilk, dört minareli cami olan, Wazir Khan camii kırmızı kum taşı ve işlenmiş renklendirilmiş tuğlalardan yapılmış. Lahor Kalesi’ne yürüme mesafesinde olduğu için imparator Cuma namazlarını burada kılarmış.  Caminin içerisi yani kapalı kısmı küçük bir yer, esas açık alanda avluda güneşin altında namaz kılınıyor, belki de sevabı daha fazla..

Son olarak Sahalimar bahçelerine gidiyoruz.1641 yılında Şah İsmail tarafından yaptırılmış tipik bir Mughal kültürünü yansıtan Müslüman geleneklerine göre yapılmış bir bahçe. İçerisinde köşkler, oturma alanları, çiçek bahçeleri, fıskiyeler falan olan çok büyük bir alan. Anlaşılan çok güzel ve bakımlı bir yermiş ama son zamanlarda biraz ihmal edilmiş gibi sanki. Burası da Lahor Kalesi ile birlikte Unesco dünya mirası listesine girmiş.

Pakistan nasıl bir yer; Arap harflerini kullanıldığı % 97 Müslüman olan İslam Cumhuriyeti. Pakistan görünürde çok yobaz bağnaz olmayan bir yer gibi, Aslında tam olarak anlamak için aile yaşamlarına ve kırsal kesimlere girmek daha yakından tanımak gerekir. Kadınların çoğunun üzerinde çarşaf var, ancak bunların büyük kısmı geleneksel renkli hafifçe omuzlarına düşen şık şal gibi örtüler.  Diğer kısmı kara çarşaf, peçeli. Ancak bunların bir kısmı peçeli olarak rahatlıkla yabancı ile konuşuyor, fotoğraf çektiriyor. Erkekler genelde sakallı, bunların bir kısmı dini sakal gibi ve buraya özgü çoğunluk beyaz, gri ve siyah renkli altında pantolon üzerinde uzun tek parça gömlek giysiler giyiyorlar. Yani tek tip kıyafet gibi, belli ki çok rahat. Genelde Müslüman ülkelerde fotoğraf çekmek çok zordur, günah!  Burada itiraf ederim, çok zorlanmadım. Aslında fazla turistin geldiği bir yer de değil, yabancı birisi olunca hayretle etrafını sarıyorlar. Onlar bizi, biz onların fotoğrafını çekiyoruz. Trafik, şehirlerarası yollar düzgün, ama ara yollara girdiniz mi yandınız hem yol hem trafik felaket, sanki korna çalmak yasal zorunluluk gibi bir şey. Çarpışan arabalar gibi, her yerden biri çıkıyor. Motosiklet günlük hayatın parçası. Buralarda en baba en bıçkın İstanbul şoförü bile arabayı yerinden oynatamaz valla, hangi taraftan neyin geleceği belli değil. Çevre beklemediğim kadar yeşil ve çok park var. Büyük mağaza ve benzin istasyonlarında otellerin kapısında silahlı güvenlik olmasına rağmen, güvenlik konusu İstanbul ne kadar güvenli ise burası da o kadar güvenli. Medeniyet ve sosyal yaşam açısından İslam ülkesi ve onun  yarattığı ağır hava çok hakim. Alkol yasak. Yaşamın içinde yaşanan çelişkiler özellikle gençlerde çok belli. Çevrede ciddi güzel mağaza ve pahalı arabalar var, anlaşılan o ki, belli bir kesim farklı standartlarda yaşıyor. Ha, bir de buranın inanılmaz süslü kamyonları. Süslemek için büyük paralar harcandığı belli, o kadar ki bazılarının ön camları bile süslü, dışarısını küçük bir delikten görebiliyor. Olsun, en süslü benim kamyonum ya! Yemekleri biraz baharatlı ama yiyebileceğiniz bir şeyler hep var. Ülke genelinde kişi başı hasıla 1.250 USD civarında. Pakistan ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Ortalama eğitim seviyesinin düşüklüğü, yoksulluk ve bunların yarattığı görüntü açık belli oluyor. Lahor, daha ticari şehir, daha karışık ve dağınık gibi..

Pakistan Hindistan arasındaki sınır uzunluğu bin km den fazla ve geçiş için tek kapı var. Bizde buradan Wagah gümrük kapısından Hindistan’a geçmek istiyoruz. Hindistan’a vize alırken de sorun olmuştu, o kapıdan giremezsiniz diye vize vermemişlerdi. Sonra büyükelçilik ile yazışıp durumu anlatarak vize almıştık.  Çok bilinen bir yer değil, burayı tercih ettik çünkü her akşam gümrük kapısı askeri seremoni ile kapanıyor, sabah tekrar açılıyor. İşte sebeb-i ziyaretimiz “Wagah border ceremony”, Wagah sınır kapı seremonisini görmek için buradan giriş yapıyoruz. Fazla hareketli olmayan gümrük kapılarında işlemler genelde kolay olmaz daima sorunlar çıkar. Neyse sonunda hallettik, valizlerimiz elde Pakistan’dan çıkış yapabildik. Hindistan giriş kapısı her gün saat 15.00 kapanıyor ve saat beşte de hem Pakistan hem de Hindistan tarafında gayet de ciddi bir şekilde karşılıklı aynı anda gümrük kapılarının kapanma töreni yapıyorlar. Bu gösteriyi izlemek için Hindistan’a gidiyoruz.

Unesco Dünya Mirası listesinde olan ve aday listede olan güzel eserler gördük. Binlerce yıllık tarihi olan, üzerinden onlarca medeniyet geçmiş kültür birikimi olan topraklar. Görülmesi gereken yerler.

 

Sevgilerimle

Hayrettin KAĞNICI

Ekim 2017

www.hayrettinkagnici.com

 

 

 

 

 

error: iletişim : hayrettin@ozka.com