İpek Yolu

ÖZBEKISTAN

Özbekistan’ın ikinci büyük şehri Semerkant, İpek yollarının en önemli kavşakların biri ve Timur’un mezarının olduğu yer. Burada her şey Timur adına, karısı Bibi Hatun adına, çocuklarının adına, akrabalarının adına yaptırılan camiler, külliyeler, anıtlar. Eserlerin çoğu ölümünden sonra kaderine terk edilmiş veya yıkılmış.

Bu gün bütün olarak ayakta çok bir şey kalmamış. Bu kadar büyük komutan ölünce neden arkadan gelenler bunlara sahip çıkmamış aksine bazılarını yıkmışlar! .14. yüzyılda hükümdar olan Timur (Timurlenk veya Aksak Timur)) yaşam süresince bölge ve kendi halkını korku ve zalimce yönelmiş . Sonra gelenler de kendisini çok hatırlamak istemedikleri için eserlerine sahip çıkmamışlar diye düşünüyorum. Semerkant’tan Timur’u çıkarırsanız geriye pek bir şey kalmaz. Ancak bütün eserlerinde gerçekten büyüklük ve muhteşemlik var. Özellikle Registan Meydanı bir çok sanat ve toplantı etkinliklerinin yapıldığı üç tarafı medrese olan muhteşem bir meydan . Bilinen büyük edebiyatçı Alişir Nevai de burada yaşamış. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Sirin ..gibi ünlü romanların yazarı.Uzun bir otobüs yolculuğundan sonra Timur’un doğduğu yer Şehri Sabz’a (yeşil şehir ) geldik. İlginç bir yer. Çevreyi ve tarihi yerleri gördükten sonra Timur’un muhteşem saraylarından Aksaray’a geldik. Gerçekten muhteşemmiş, ancak geriye sarayın koca giriş duvarından başka bir şey kalmamış, yıkılmış. En önemlisi, sağ iken yaptırdığı mezarı, öldükten sonra unutulmuş olmalı ki Semerkant’a gömülmüş. Burada ki mezarı ise yıllar sonra tesadüfen bulunmuş.Timur’un bilinen en büyük heykelinin önünde poz poz resim çektirdikten sonra geç saatlerde Buhara şehrine geliyoruz

Buhara Ortaçağ döneminden tipik bir Orta Asya şehrinin bozulmamış örneği gibi. Baştan sona medreseler, hanlar, hamamlar, tarihi eseler ile dolu bir şehir. En büyük şaka da Nasrettin Hoca heykeli ! Neden burada belli değil. Fıkra gibi, Özbekistan da Nasrettin Hoca..hah hah ha….

Çoğunluğu çölde geçen uzun bir otobüs yolculuğundan sonra Ortaçağ da köle ticaretinin merkezi olan Hiva şehrine geldik. Hiva Ortaçağ döneminde İpek yolu üzerindeki en önemli kavşaklardan biri. Döneminin özelliklerini aynen muhafaza etmiş masal gibi bir şehir. En önemli dört Han’lık tan birinin merkezi ve Abu Reyhan El-Biruni (gök bilimci, doğa bilimci.. ) ve Musa El- Harezmi ( gök bilimci, matematikçi) gibi bilim adamlarının yetiştiği çok güzel şehir.

Sabah Taşkent’ten Fergana vadisine gideceğiz, yollar büyük araçlar için uygun olmadığından binek arabalar ile gidiyoruz. Fergana vadisi, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ı içine alan Orta Asya’nın en verimli en bereketli yeri. Özbek nüfusun üçte biri de burada yaşıyor. 1700 lü yılların başında var olan ve aynı yüzyılın sonun da Rusların istilası ile kaybolan büyük Kokand Han’lığı da burada yaşamış. Yolumuzun üzerinde, ekmek pazarına uğradık. Onlarca ekmek satan tezgahlar yan yana dizilmiş bir sürü farklı değişik ekmek satıyorlar.otlusu,tuzlusu, peynirlisi.soğanlısı ,çeşit çok hangisini istesem al.Satıcıların hepsi hatun, süslenmişler satışın keyfini sürüyorlar.Fotoğraf çektirmeye de pek meraklılar hani.Çoğunun ön dişleri sıra sıra altın, bu herhalde statü belirliyor.En fazla altın dişi olan en makbul gibi.Elime bir kağıt tutuşturdu güzel kızlardan biri, hey ne oluyor dedim ama laf aramızda havalara da girdim haa,, yürüyüşüm değişti, Hemen çaktırmadan rehbere gösterdim fısıltı halinde ne yazıyor diye.Adresini yazmış çektiğim resimleri istiyormuş. Tısss…Kokand ve Fergana şehirlerini şöyle bir dolaşıp mektep, medrese, cami, külliye, saray ,müze gibi yerleri gördükten sonra otelimize geldik. Yolda bir sürü “dalyarak “gördük! !!….Hey hey bi dakka,.Şimdi siz, aaa ne kadar ayıp, ne kadar kötü diye düşünüyorsunuz.!?..peki ne demek, manasını biliyor musunuz.? Öz Türkçe de ve bu coğrafya da kullanılan Türkçede ve de Azeri Türkçesinde ‘yarak’ silah anlamına geliyor. ” dallyarak ” da silahlı asker demek. Yani hiç kötü bir şey değil mana olarak. İstediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Mesela Amerikalı dalyaraklar derseniz, silahlı Amerikan askerleri anlaşılır.. mahzuru yok gibi!!. Ancak karşınızdaki doğru Türkçe bilmiyorsa sonuca katlanmak gerekebilir. Siz gene de çok kullanmayın bence….Aklıma geldi, bazen ” ananın hörekesi ” deriz , peki ne demek , küfür gibi düşünüyorsunuz .. höreke özellikle Anadolu da kadınların yün eğirirken kullandıkları, eğirdikleri yün, iplik haline gelince üzerine sardıkları topaç gibi fırıldak . Buna höreke denir. Ananın hörekesi kötü bir şey mi!!? Ama biz küfür gibi kullanırız. Gene de siz herkese söylemeyin bence !!…

Sabah erken Kırgızistan’a hareket.

Özbekistan; Rusça ve Özbekçe esas lisan, ayrıca yöreye göre Tacikçe ,gibi yerel lisanlar da konuşuluyor..1991 da kazanılan bağımsızlıktan sonra hızla gelişmeye çalışıyorlar. En önemlisi doğal gaz çıkıyor.12 vilayeti var ve Kara Kalpaklılar Özerk Cumhuriyeti de bu sınırlar içinde… Ne cumhuriyetler var be , şapkaya göre cumhuriyet..

Özbekistan da önemli Unesco Dünya Mirasları gördük: 3000 yıllık dünya kültürlerinin kesişme noktası ve İslam mimarisinin en önemli örneklerinden Semerkant ,Timur döneminin önemli bilim ve kültür merkezi Şehr-isabz,orta çağ mimarisinin en güzel örneklerinde. Buhara ve Hiva 19. Yüzyıl Müslüman mimarisinin yaşayan en güzel örneği.

KIRGIZISTAN

Otobüs ile sınır kapısına kadar geldik, herkes aşağıya, bavullar elde uzun ve bozuk yoldan sonra pasaport kontrolü. Kuyruk kısa ama zaman alıyor. Tam otomasyon olmayınca bekle ,birde valizlerin açılıp tek tek aranması,sorgulanması ..gerginlik. yeter ama. Nihayet Kırgızistan‘a girebildik.. Bekleyen minibüs ile Hosth şehrine gelip gerçek bir Kırgız ailenin evinde öğle yemeği yedik. Harikaydı her şeyi unuttuk.. Sonra Unesco Dünya Mirası olan Hz. Süleyman Dağına tırmandık. Tam ve eksiksiz bütün bilgileri ! aldıktan sonra akşam uçağı ile baş şehir Bişkek ve doğru cup yatak.

Türklerin İslamiyeti kabulünden önce Şamanizm döneminde mezarlarında kullandıkları üzerlerinde resimleri olan balbal’lar ( mezar taşları ) ve çevre gezisi.. Tekrar uzun ve bozuk yollardan sonra Narin şehrine vasıl olabildik.Beklentimizin üzerinde otel.. Kırgızistan’ı neredeyse baştan başa geçiyoruz. Tanrı dağlarında kar ve buzulların arasından geçerek Taşrabat kervansarayına geldik. Burada o dönemlerden kalan kervansaray ve çevreye göz attıktan yakında olan Kırgız yurtlarını (çadır, oba ) ziyaret etmek istedik, çok memnun oldular. Dağın başı,4- 5 çadırlık geniş bir aile. Belli burada hayvancılık yapıyorlar. Kırgız’ lar Türk soyudur ve burada bizi geleneksel misafirperverlikleri ile karşıladılar, yemek ikram ettiler. İnanın habersiz geldik, bu şartlarda yarım saate tertemiz örtülerde muhteşem ikramda bulundular .Çok güzeldi valla, teşekkürler Kırgız hemşerim. Yola devam, 3574 metre yükseklikte Torugart geçidindeki Kırgızistan sınırına geldik. Gümrük çilesi başladı gene.Gümrük memurunun nihayet gelişi ve sonunda pasaport kontrolünden çıktık.Bu ülkeye girmekte zor çıkmakta. Hayde bakalım, gene valizleri yüklen boktan bozuk yolda yürüyerek Çin tarafına geçtik.Sınırları yürüyerek geçmeye alıştık..Geçtik Çin’e Meğerse çile bitmemiş.Esas çile daha yeni başlıyormuş.. Bütün valizler, üzerimiz, çektiğimiz fotoğraflar dahil,donumuza kadar arandık Gecenin bi yarısında Kaşgar’a geldik.Artık zora alıştık,bundan sonra her şey kolay..

Kırgızistan; 1991 yılında bağımsızlığını kazanmış, ayaklarının üzerinde durmaya çalışan bir ülke. Ancak, fazla bir tarih yok, yer altın da , yer üstünde de bir şey yok. Böyle olunca sosyal yaşam ve diğer şartlar zor gibi. Sanki Sovyet özlemi var gibi mi ?! Kırgızistan ismi nereden gelir bilir misiniz?! 5. yüzyılda kuzeyden bu bölgeye gelen, başlarında kadınlar olan kırk farklı Türk soyu grup buraya yerleşmişler. Zaman içerisinde ” kim bu gruplar ” sorusunun cevabı ” kırk gızlar ” diye anılmış ve bu zamanla Kırgız olarak yerleşmiş. Türk soylarında kadın hep güçlü, hakim yöneten olmuştur. İstiklal savaşında da Türk kadını erkeği ile birlikte savaşmış, beraber at binmiş, kuru dilim ekmeğini erkeği ile paylaşmış ve de çocuklarını yetiştirmiştir. İşte geçmişten beri bu kadar güçlü , akıllı, yönetici Türk kadınını biz bu gün geri plana atıp, çarşafa sokmaya çalışıyoruz, o da sığmıyor bu kalıba.!!. Hangi din, mezhep, inanç olursa olsun, bu mudur olması gereken.!!

ÇİN,SİNCAN UYGUR ÖZERK BÖLGESİ

Geldik Kaşgar’a. Kaşgar şehrinin tarihi yerlerini gezdik ve tabi ki Kaşgarlı Mahmut’un Türbesini ziyaret etmeden geçemezdik. Kaşgarlı Mahmut 11, yüzyılda yaşamış ilk Türkçe Sözlük (divan-i Lugati-t Türk) ve Türkler hakkında ilk derleme yapan önemli bir Türk dil bilgini. Kaşgar, bölgede önemli bir şehir, biraz karışık ve dağınık gibi. İlk dikkatimi çeken şey yazılar oldu. Her yerde aynı tabela üzerinde Çince karakter, Arapça harfler ve Latin harfler ile yazılan yazılar. Hangisi hoşuna giderse, anlarsan onu oku. Saat 22,00 hava hala aydınlık güneş hava da, neler oluyor burada da dedik.Bütün Çin coğrafyasında tek saat uygulaması varmış. Yani her yerde saat Pekin saatine göre . Karışıklık yok.Bazı yerlerde gece yarısı hala güneş, bazı yerlerde gündüz ama akşam gibi. Olsun varsın dedik Yolda Yengisar’da ihtiyaç molası. Her taraf bıçak satan dükkanlar. Bıçakçılık Uygur’ların baba mesleği her çeşit var. Düz olanı kıvrık olanı, çatallısı, topuzlusu..çeşit çeşit.Çok ihtiyacımız olduğundan!başladık pazarlığa. Kural söylenen fiyatın yarısını ver.Çok heyecanlı, herkesin elinde bıçak pazarlıkta. İşte pazarlığın en heyecanlı yerinde kötü haber geldi, bunları gümrükten valizlerin içinde bile olsa çıkaramazsınız. Bütün heyecan bitti, ufak çakılar ile yetinmek durumundayız.İhtiyaçlar tamam.Yola devam ediyoruz Yarkent’te geldik öğle yemeği ve çevre ziyareti..

Yarkent, Uygur müzik tarihinde çok önemli yeri olan “ oniki mukam “ (müzik makamı) nın derlendiği yer ve derleyen Amanişah’ın mezarı da burada.Orta Asya da çok bilinen biri. Bu gün Cuma merkez cami önündeyiz, yollar sokaklar, meydan dolu, herkes namaz kılıyor. Vay be her gün böyle mi oluyor diye düşündüm..Meğerse,burada merkez camiler sadece Cuma Namazı için ibadete açılıyor ve herkes de orada Cuma Namazını kılıyormuş. Güzel..Gelmiş iken büyük usta Amanişah’ın mezarını ziyaret etmek istedik.Namazın bitmesini bekleyeceğiz türbeye girmek için. Kalabalık dağılsın.Namaz bitti kalabalık dağılmıyor etrafımızı çevirdiler bizi inceliyorlar.Manzara şu; onlarca ayakta duran adam , ağızları yarım açık boş ve uzun bakışlar.Bakışıyoruz ,resim çekiyoruz ..uzaylı muamelesi yapıyorlar bize.Bunu yaşamak istedim, gruptan ayrıldım etraftan dolaşıp onların arasına karıştım. Bende arkadaşlarımı Uygurlu hemşerilerim ile beraber seyrediyorum. Valla hani boş boş bakmak keyifli geldi.Durum karıştı, hem onlara bakıyorlar hem de bana, gülüşüyoruz ama kim neye gülüyor belli değil.İşin tadını kaçırmadan helalleşip ayrıldık.

Uygurlular ile konuşmak keyifli, zor da olsa anlaşılıyor.. Muhteşem Süleyman ve Kurtlar Vadisi dizilerini burada bilmeyen yok.Çok önemli.. Konu açılıyor dizi hakkında konuşuluyor ama bende tık yorum yok..televizyon dizileri seyretmeme kültürsüzlüğü ile karşı karşıya kaldım. Doğrusu biraz utandım, Artık seyredeceğim!!

Artık gezinin heyecanlı bölümü başlıyor. Taklamakan çölündeyiz. Çöl üzerinde uzun yolculuktan sonra Hotan şehrine geldik. Hotan’da sabah hava değişik, sis gibi de pusa benziyor ,açık gibi de kapalı sanki , değişik bir durum. Ay da fazla parlak gibi gözüküyor ve de büyük gibi.. Öğrendik ki, havadaki pus değil çöl tozu, diğeri de ay değil güneşmiş.Vay be çok şaşırdım valla, ilk defa böyle bir şey görüyorum. Hotan, çölün ortasında bir vaha şehir. Havada devamlı çöl tozu var. Rüzgarsız günde bile tozlar havada asılı duruyor. Burada yaşayanlar günde bir kg. kadar toz yutarlarmış, rehberin ifadesine göre. Hadi yarısı olsun, azmı! Her şey ortada, etler, ekmek, sebze ıslak, kuru her şey açıkta satılıyor, çoğunlukla sokakta pişirilip yeniyor. Bu çöl kumu yemek ile biter mi yahu. Afiyet olsun… Eski bir nehir yatağına gittik, herkes nehir yatağında bir şeyler arıyor, yaklaştık sorduk, yeşim taşı arıyorlarmış. İlgilenince hepsi ceplerinden parlak taşlar çıkarıp satmaya çalışıyor. Hayırlı işler size. Define avcılığı gibi bir şey. Bir şeyler buluyor musunuz diye sorduk, uzun uzun tıraşı bol avcı hikayeleri. Biraz alış verişe bakalım diye talimat geldi hanımlardan,. Halı ve taş mağazasına geldik, rehber hanut peşinde her türlü ilgi alaka tamam.. Geldik büyük bir mağazanın önüne, etrafımız gene bir sürü işsiz Uygurlu hemşerim ile çevrildi. Manzara aynı, ağızlar yarım açık uzun ve boş bakışlar ile bize bakıp inceliyorlar. Burada da uzaylı muamelesi yapıyorlar. Belli yabancıya pek alışık değiller. Fırsat deyip bi sürü fotoğraf çekiyorum. Hoşlarına gidiyor, hele çektiklerimizi gösterince değmeyin keyiflerine hepsi mutlu. Bir kaçı bize resimleri yolla diyor, ama nasıl olacak oda bilmiyor bizde bilmiyoruz. Görünüyor ki işsizlik büyük, herkes boşta. İş var gel çalış desen , çalışırlar mı bilmem..!

Çölün içinden yola devam, neredeyse beş yüz metre ötesi gözükmüyor çöl tozundan. Maskesiz gezmemek lazım galiba.. Burada çöl tozu yaşamın bir parçası. Yani köşe bucak her taraf ,arabaların içi dışı toz. Sonunda Mingfeng şehrine geldik. Çölde bir otel .

Bu gün hafif çılgın bir gün olacak. Sabah 05.00 yoldayız, çölde güneşin doğuşunu seyredeceğiz. Gerçekten çok güzel, değişik etki veriyor. Bakıyorum, kimisi heyecanlı, kimisi dilek tutuyor ya tutarsa diye, kimisi duyguları ile yüzleşiyor.. herkes durumu değerlendiriyor .. Kahvaltı müthiş çay dahil her şey var ,mekan Taklamakan çölü. Yetmedi,öğlen yemeği de çölde piknik usulü.Vay be uçsuz bucaksız derinlik sonsuzluk böyle bir şey demek ki..Kum tepelerine tırmanıyoruz,yuvarlanıyoruz, şarkılar, danslar. Velhasıl çocuklar gibi şendik..Taklamakan çölünü baştan başa geçiyoruz, toplam 600 km. gideceğiz sonsuzluk duygusu ile. Lastik patlasa ,arıza olsa bize bizden başka fayda olmaz.Taklamakan çölü yaklaşık 330.000 km2.neredeyse Türkiye’nin yarısı gibi.. Adamlar çölün tam ortasından yol yapmışlar ve yol boyunca damlalıklı sulama boruları döşemişler. Yol kenarlarında yetiştirilen çöl bitkileri, rüzgar ile gelen kumları tutsun yol kapanmasın diye. Şu Çinliler çılgın adamlar vesselâm … Akşam Korla şehrine geldik. Bölgenin ikinci büyük şehri.Buradan ayrılmadan

önce, İpek Yolu üzerinde önemli yerlerden biri ve şehrin ana girişi olan Demirkapı’ya geldik. Zamanında kervanlar, tüccarlar, gezginler ,din adamları hepsinin şehre giriş yaptığı dar boğaz.En önemlisi Marco Polo da ilk defa Çin’e buradan giriş yapmış.Yüz yıllardan beri her şey aynı değişiklik yok. Hatta Marco Polo’nun ayak izleri bile.

Bu gün gezinin en önemli günlerinden biri bence, Uygur Türklerinin geçmişten beri yaşadığı Turfan şehrine geldik.Yaşı 35-40 ın üzerinde olanlar hatırlar. Çocukluğumuzda manavlar, satıcılar bağırırlardı, ” abla turfandan bunlar, turfandaaan “, zamanından önce çıkan meyve sebze için. Ne olduğunu tam anlamazdık ama iyi bir şey diye düşünürdük. İşte o turfan , buradaki Turfan mış. Yazın hava sıcaklığının +55 dereceye,toprak üstü sıcaklığın +85 dereceye kadar çıktığı, kışın da -15 dereceye kadar düştüğü bir yer.

Tanrı Dağlarından eriyen kar ve buz suları, yüzeye yakın yeraltı su havzalarında toplanıyor. Yerleşim bölgesi bu yeraltı su havzalarından kot farkı olarak 80-100 metre aşağıda. ( Deniz seviyesinden de 154 metre ) 2000 – 3000 yıl önce burada yaşayan kavimler, bu yer altı havzalarındaki suyu keşfetmişler ve kanallar ile toplama göletlerine taşıyarak tarım yapma projesi geliştirmişler. Yerin üzerinden kuyu gibi delikler açarak belli bir derinliğe indikten sonra, su havzası ve suyun taşınacağı istikametine doğru kanallar açmışlar. Bu kanal daha ileride açılan belli derinlikteki başka bir kuyu ile her iki istikamete doğru açılan kanallar ile tekrar birleştirilmiş ve bunlar tekrarlanarak açılan kanallar birbirine bağlanmış. Bu şekilde kanallar birleştirilerek devam etmiş. Ancak önemli konu, kanalın nerede ve hangi derinlikten başlayacağı ve sonra açılan kuyunun hangi derinlikte olması gerektiği. Açılan kuyu derinlikleri ile bağlanan kanalların eğimi uygun ve devam ediyor olmalı ki su kendi doğal eğimiyle (cazibesiyle) aksın. Bu şekilde suyu toplama göletlerine taşımayı başarmışlar. Yani, yerin 80-100 metre altındaki suyu, yer altında açılan kanallar ile buradan da 70-80 metre daha düşük kod da olan yerleşim bölgesine yani yerin üzerine sıfır koduna çıkarmışlar. Bu ince ayar kilometrelerce devam etmiş. Yazması okuması kolay, o dönem de ciddi bir mühendislik harikası. O dönem Milattan önceki dönem!! Kilometrelerce kanal kazacaksın yerin altından, hem de kendi yaptığın ilkel aletler ile , topraklarını dışarıya taşıyacaksın ve eğim de 80-100 metrede sıfır kodunu yakalayacaksın.. Vay be, bu nasıl iştir o dönemde.Anlatması bile kolay değil.. Günümüzden yaklaşık 1500 yıl önce buraya yerleşen Uygur Türkleri de bunları kullanmış, yenilerini de açmış, günümüze kadar da devam ettirmişler. Helal sana Uygurlu hemşerim. Bu kanallara Karez deniliyor.Bu gün halen binlercesi kullanılan bu karezlerin toplam uzunluğu 5000 km.. İşte bu sular ile yaptıkları tarım da büyük başarı elde etmişler. Çöl kumları ile beslenen verimli toprak, uygun klima, bol oksijen ve sulama ile bu bölgede mahsulün diğer bir çok bölgeye göre çok daha erken olgunlaşmasını ve bereketli olmasını sağlıyor. Burada her şey yetişebilir. İşte bu mahsuller o dönemlerden beri dünyanın her tarafına gidiyor, hem de ilk çıkan ürün olarak.

Düşünüyorum da, bize eğitim süreçlerinde bir gün çölde kalırsan nasıl tahretlenirsin ( kıçını nasıl silersin su olmadan ), nasıl kumda teyemmüm (susuz abdest alma) edilir öğretilirdi. Bunları öğreneceğinize veya yanı sıra Türk Soyu Uygur Türkleri neler yapmış bu muhteşem mühendislik olayı anlatılsa yanlış mı olurmuş. Bre adam, yaşadığım coğrafyada çöl mü var!!

Turfan’dan Urumçi şehrine gidiyoruz , yolda eskilerden Emin Cami’yi ziyaretten sonra, bir yer altı müzesine geldik. Salonlardan birinde, bir tarafta son derece itina ile yerleştirilmiş döneme ait kahramanların, komutanların heykelleri var. Diğer tarafta ise bu ülkeye iyi niyetle gelmiş fakat buradaki tarihi eserleri yurt dışına kaçıran hırsızların heykelleri. Evet, açıklamada aynen ne için geldikleri ve neyi çaldıklarını anlatan levhalar var ve hırsız olarak belirtiliyor, bütün açık kimlikleri ile birlikte. Harika, ne güzel valla, böyle teşhir etmeli bu tip deyyusları herkese.

Geldik Urumçi’ye, şehir turu akşam güzel bir lokalde arkadaşlarımızın evlilik yıldönümünü kutladık.Urumçi, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin baş kenti. Diğer yerlere göre daha modern gibi yüksek binalar yollar iyi de trafik boktan. Burası Orta Asya’nın eğitim, kültür, ticaret merkezi.Bu coğrafyada yollar burada kesişiyor. Bölgenin yönetim merkezi.

İpek Yolu güzergahımızın son noktası Dunhuang şehrine geldik. Burası da önemli merkezlerinden ve ipek yolu ana kavşaklarından biri. İpek yolu sadece ticaret yolu değil aynı zamanda kültür ve sanat yolu. Budizm de bu yolla buraya gelmiş ve Asya’ya yayılma da önemli noktalardan bir yer olmuş. Magoa Mağaraları da 4. asırda bu amaç için yapılmaya başlanmış ve yıllarca devam etmiş. Dağın bir yüzeyinde, tamamen oyularak yapılan bine yakın odalar ve bunların içinde de buradaki toprak oyularak yapılmış Budizm mabetleri ve Buda heykelleri var., Unesco Dünya Mirası olmak için, tespit edilmiş olan altı kriterden birinin olması yeterlidir. Dünyada altı kriterin altısını da sağlayan sadeceVenedik şehri ve Dunhuang Magoa Mağaraları var. Bu açıdan çok önemli bir yer. Her bir oda ayrı bir sanat eseri gibi ve müthiş bir koruma var.

Dunhuang şehri Gobi Çölü’nün tam ortasına kurulmuş bir vaha şehir. Bizde de çöl alışkanlığı başladı ya ! bu sefer de çölde güneşi batıralım dedik, ver elini Gobi çölü. Vermedi elini, yok öyle bedava, giriş paralı. Çinli abiler bu işi iyi tutturmuş. Son kalan çerez ve içkilerimiz ile çölde güneşe karşı… Gerçekten güzel ve yaşanası olay. Teşekkürler Tanrım sana..

Artık demir alma zamanı geldi bu limandan, dönüş başlıyor. Sincan Özerk Uygur Türk Bölgesinden ayrılıyoruz , Pekin üzerinden evimize gidiyor

Sincan Özerk Uygur Bölgesi; Kendi bayrağı altında Doğu Türkistan devleti olarak 1950 yılına kadar varlığını sürdürmüş.Bu tarihten itibaren Çin’in burayı işgali ile Sincan Uygur Özerk Türk Bölgesi olarak adlandırılan bölgede nüfusun % 48 si Uygur Türkleri, % 30 Çinli (Han Çinlileri), kalan kısmı Özbek, Kırgız, Moğol ve diğer etnik gruplar. Çin’de toplam 56 etnik grup mevcut.Bunlardan 47 farklı etnik gruptan insanlar burada yaşıyor. Ortak ve resmi lisan Çince . Bir sürü de farklı lisanlar var. Herkes farklı konuşuyor..Gözüken o ki, Uygurlar çoğunlukta olsalar da ekonomik ve siyasi hakimiyet Çinliler de.1999 yılında ki Urumçi deki yaşanan olayları sorduk,yaklaşık çoğu Uygurolan yüzlerce kişi ölmüş, bir çok kişi de hapis. Sebep; Uygurlulara göre Çinliler Müslümanlara karşı ve onları sevmiyorlar. Çinliler ise bir grup Uygur bağımsızlık için harekete geçti, Çin hükümeti de buna karşı burayı asker ile kontrol altına aldı diyor. Şu anda sessizlik ancak sanki ateş halen kor gibi. Öncelikle petrol ve tarım en önemli sektör. Çinliler büyük yatırım yapıyorlar, yollar, binalar , tesisler..Uygur özerk bölgesi ama.söz Çinlilerin.

İpek Yolu gezisinde, Özbekistan/Taşken’ten başlayarak Türkiye’ye kadar uzanan esas İpek yolu üzerinde Dunhuang’a kadar yaklaşık 9000 km yol yaptık. Kolay olmayan, ancak değişik ve farklı bir seyahat. Çok sıcak günlerden , soğuk günlere geldik, çölleri, farklı kültürleri yaşadık farklı tarihi dönemleri gördük. Marco Polo’nun ayak izlerini takip ettik. Birçok Unesco Dünya Mirası gördük. Evlerde konuk olduk, güzel insanlar ile Türkçe konuştuk. Türk soyları * ile tanıştık. Dop dolu günler, çok güzel ve keyifliydi.

*TÜRK SOYU;

Türkçe konuşan ülkelerin kurduğu kültür teşkilatıdır.2 si gözlemci12 si cumhuriyet olmak üzere toplam 14 daimi üyesi vardır.Bagımsız cumhuriyet ile yönetilen ülkeler: Türkiye,Azerbaycan,Kırgızistan,Özbekistan,Kazakistan,Türkmenistan’dır. Tataristan,Başkurtdistan, Altay Cumhuriyeti,Saka Cumhuriyeti (Yakutistan), Hakasya Cumhuriyeti (Hakas) ve Tuva Cumhuriyeti ise Rusya sınırları içerisinde bulunan özerk Türk cumhuriyetleridir. Moldova Cumhuriyetinde yaşayan Gagavuz Türkleri ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşayan Türkler ise gözlemci üye statüsündedir. Uygur Türkleri, merkezi yönetim olan Çin hükümetinin onayı olmadığı için gözlemci statüsü kazanamamıştır,

Sevgilerimle

Hayrettin Kağnıcı

Mayıs 2014

Bir cevap yazın

error: iletişim : hayrettin@ozka.com